Pazar Bütün cinayetleri çözmeden “Bizde seri katil yoktur” denemez

Bütün cinayetleri çözmeden “Bizde seri katil yoktur” denemez

01.08.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Gerçek suç hikayelerinden esinlenerek çekilen “Kanıt” dizisinin yaratıcısı Prof Dr. Sevil Atasoy “Adli bilimlerde teknoloji çok hızlı ilerliyor. Birkaç yıl sonra olay yerinde kan izi bulunan kişinin robot resmi çizilebilecek” diyor

Bütün cinayetleri çözmeden “Bizde seri katil yoktur” denemez

Adli Tıp Uzmanı Prof Dr. Sevil Atasoy ilk tanıştığı kişinin elini kuvvetlice sıkanlardan. 60’ını geçtiğini tahmin etmek güç. Röportaja siyahlar içinde geliyor. Daracık pantolonu ve gömleğinin içinde çok fit görünüyor. Sadece el ve ayaklarında renk var: Pembe ojeler. Atasoy şu sıralar gerçek cinayet hikayelerinden yola çıkılarak hazırlanan “Kanıt” dizisinin öykülerini yazıyor. Kanal D’de yayımlanan dizide “araya girip” adli tıp konusunda bilgi de veriyor: “Sadece kendi sahnelerimin olduğu günler sete gitmiyorum. Çekimlerde bir hata olmasın diye ekibin başında bizzat bulunuyorum. Mesela laboratuvar sahnelerinde oyuncuların
ne çok dar ne de bol eldiven giymesi gerekir.”


Gerçek cinayet hikayelerini bir dönem Hürriyet’teki köşenizde yazdınız, sonra kitaplaştırdınız da. Niye bir de televizyona taşımak istediniz?Amacım mesleğimi özendirmek, suç işlemeyi önlemek ve caydırıcı olmak. Ayrıca
bu çağda ancak bilimsel verilere dayalı soruşturmalar başarılı olur. Ben de ekranda bunu göstermek istedim. Milyonlara ulaşmak için çok doğru bir araç çünkü. Daha önce televizyonla ilgili çok teklif aldım. Faillerin
ve kayıpların arandığı bir program yapmamı istediler. Kadın programlarının içinde bana da bir bölüm ayırmayı teklif ettiler. Medyayı kullanacaksam eğer mümkün olduğu kadar geniş kitlelerle ulaşma amacındaydım.
Yapımcı Abdullah Oğuz’un “Gerçek cinayet öykülerini dizi yapalım” teklifine işte bu yüzden “evet” dedim.

“Kanıt”ın her bölümünde cinayetin çözümüne yardımcı olan delilleri bulma teknikleri hakkında bilgi veriyorsunuz. Bu dizinin daha inandırıcı olması için seçilen bir yöntem miydi?
Araya girip de bilgi vermem Abdullah Oğuz’un fikriydi. Batıdaki benzer dizilerde böyle bir format yok. Önceleri dizinin temposunu yavaşlatmaz mı diye düşündüm ama sonra benim de aklıma yattı. Diziye hakkında yapılan yorumlardan bu kısmın ilgi çektiğini duyuyorum hep. Hele de meslektaşlarımdam, kimya profesörlerinden gelen “Perşembeyi iple çekiyoruz. Ne güzel bir şeyler öğretiyorsun halka” mesajları beni gururlandırıyor.

Elinizde kaç tane gerçek cinayet öyküsü kaldı? Az mı çok mu?
Çok. Yüzlerce. Yıllarca devam edebilir bu dizi. Sıkıntı çekmeyiz.

“Kızımın zekasına çok güvenirim. Diziyi onunla birlikte yazıyoruz”

“Cinayetler arşivinizden” seçim yaparken önceliği neye veriyorsunuz?
İki şeye: Polisin ince zekasını, içgüdülerini, deneyimlerini ortaya çıkarmak. Ve bilimsel delillerin varlığını göstermek. Bizim dizinin polisleri görgü tanıklarına ya da “Ben yaptım” diyene itibar etmiyor. Çağdaş soruşturma tekniklerini kullanarak çözüyor cinayetleri. Gerçekten Türkiye’nin farklı yerlerinde benim birebir tanıdığım aynı dizideki gibi çalışan cinayet masası görevlileri var. Onlara destek olan olay yeri inceleme birimleri de var tabii. Dizide, “Kusursuz cinayet yoktur. Katil her izden bulunabilir” diyoruz. İzlerin nerelerden nasıl bulunabileceğini de gösteriyoruz.

“Kusursuz cinayet yoktur” diyorsunuz ama Türkiye’de faili meçhul cinayet sayısı o kadar fazla ki...
Yaklaşık 5 milyon kadar! Ama bunun içinde otomobil hırsızlığı da var. Yani tüm suç tiplerini içeriyor bu, sadece cinayeti değil. Yıllar geçtikçe aydınlatılamayan cinayet sayısı giderek azalıyor. Polisin ve jandarmanın elindeki teknik olanakların ve personel eğitiminin yıldan yıla gelişmiş olması azalmanın en önemli nedeni.

Dizinin hikayelerini kızınızla birlikte yazıyormuşsunuz. Kızınız “suç dünyasına” meraklı mı?
Selin bu işlerin içinde büyüdü. Babam, yani dedesi de adli tıp hocasıydı. Çok meraklıdır bu konulara. İyi de kalemi vardır. Aşağı yukarı son dört-beş yıldır bana gelen tekliflerin görüşmelerine Selin’le birlikte gidiyorum. Sosyal bilimler mezunu, eski reklamcıdır. Marka danışmanlığı yaptı. Bu yüzden beni iyi şekilde plase edebileceğini düşünerek onu da yanımda istiyorum. Onun zekasına güvenirim.

Hikayelerin yüzde kaçı gerçek, kaçı kurmaca?
Gerçek suç hikayelerinden esinlenerek yazıyoruz diziyi. Bazen Türkiye’den bir cinayet ile yurt dışından bir cinayeti harmanlıyoruz. Ne fail ne de mağdur olarak hiç kimse kendini bu dizide aramasın, bulamaz!


“CSI’daki aletler var ama o veritabanı yok”
“CSI” serisinde olup biten cinayetleri çözen teknoloji gerçekten var mı? Yoksa çoğu film icabı mı?
CSI dizisi benim de üyesi olduğum bir derneğin kriminal laboratuvarların sipariş üzerine yapılan bir seri. Dizi ile önemlerine dikkat çekiyorlar, “Eğer elimizde teknik imkanlar ve yeterli personel olursa bakın bunları yapabiliriz” mesajı veriyorlar. Bu sayede Amerikan hükümetinin bütçesinden kriminal laboratuvarlara daha fazla para aktarmayı amaçlıyorlar. Senaryoda gerçek olaylardan esinleniyorlar. Ancak dizi gereği zanlı sayıları artırılıyor ve gerilim efekti katılıyor. Olay yeri inceleme ekibi, polisler ve laboratuvarda çalışanlar hep aynı kişiler. Topu topu beş-altı kişiler. Aslında yalnızca laboratuvalarda 40-50 kişi çalışır. Bu rakam dizi formatına uygun hale getirilmiş. Biz “Kanıt”ta aynı yöntemi uyguladık. “CSI”larda gösterilen bütün aletler ve uygulanan bütün teknikler var. O aletler Türkiye’de de var. Tek olmayan şey, orada varmış gibi gösterilen veritabanı. Diziye göre arabanın duvara sürtünen boyasından hangi marka ve model olduğu anlaşılıyor, ya da bir ayakkabı izinden markası bulunuyor. Oysa bunların yüklü olduğu bir veritabanı dünyada yok. Ancak adli bilimlerde teknoloji çok hızlı ilerliyor. Birkaç yıl sonra olay yerinde kan izi bulunan kişinin robot resmi çizilebilecek.

“Aletler Türkiye’de de var” diyorsunuz. Peki neden bu teknoloji varken bu kadar çok cinayet aydınlatılamıyor?
Şöyle bir örnek vereyim. Bir sigara izmaritinden yapılan DNA analizi 60-70 dolardır. Bir otomobili arıyorsunuz, kül tablasında 15-20 izmarit var. Bunu 70’le çarpın. 1400 dolar yüksek bir maliyet Türkiye için. O yüzden yapılmıyor. Bir de izmaritini o arabanın kül tablasına söndüren polislerimiz var. Bilinçlenme olmadıkça o para olsa da boşa harcanır çoğu, polislerin izmaritinin incelenmesine gider. Çin’den de örnek vereyim. Çocuğu kaybolan anne ve babadan DNA için örnek alıyor, DNA’sını çalışıyorlar. Sokakta kimsesiz bir çocuk bulunduğunda da da karşılaştırıyorlar. Çin bunu devlet bütçesinden karşılıyor. Aynı şeyi Türkiye yapamıyor. Mesela Türkiye’nin hâlâ bir DNA bankası yok. Ama bu maliyet meselesinden çok bankanın kimin kontrolünde olacağı meselesi. Türkiye ne yazık ki henüz soruşturmalara gerekli yatırımı tam olarak yapamıyor.



“En son söylenmesi gerekeni en başta söylerim”
“Bazen en son söylenmesi gereken şeyleri en başa söylüyorum. Bir gazeteye ‘Adli Tıp Kurumu çağdışı. Babalık tayini için sadece kan grubu yapıyor. Ondan sonra da babayla çocuğun birbirine benzeyip benzemediğine eline, yüzüne, kulağına bakarak anlamaya çalışıyor. Bu devirde başka analizler var’ dedim. Bu sözler yüzünden 12 yıl görev yaptığım Kimya Dairesi başkanlığımdan alındım. ‘Münevver olayında sperm bulaşması varsa Adli Tıp Kurumu kapısına kilit assınlar’ dedim. Benzeri olay 10 yıl önce New York Adli Tabibliği’nin başına gelmişti. Herkes bundan söz etti. 10 yıl sonra bunu yaşamak olacak iş değil.”



“İzmir’deki kişi FBI’ın seri katil profiline uymuyor”
İzmir’de iki günde üç cinayet işleyen kişi” Türkiye’nin ilk seri katili” ilan edildi. Size göre de öyle mi?
“Türkiye’de seri katil yoktur” ya da “Ülkemizde seri katil azdır” gibi cümlelere katiyen katılmıyorum. Eğer siz her cinayetin failini bulabilmişseniz böyle bir şey söylebilirsiniz. Ama aydınlatamadığınız yüzlerce cinayet, binlerce kayıp insanınız varsa, kimliği meçhul cesetleri gömmüşseniz bunu söyleyemezsiniz. Çünkü belki onlar birinin öldürdüğü bilmem kaçıncı kişi olabilir. İzmir’deki olayda yeni gelişme mahkumun oda arkadaşına söylediği iddia edilen söz: “Başka birini daha öldürmüştüm“. Yalan da söylemiş olabilir. O kadar ilginçtir ki.
Bazı insanlar öldürmedikleri halde öldürdüm diyebilirler.

Niye?
Bu da bir patoloji. Ün kazanmak, popüler olmak için çok yapılan bir şeydir. Birçok seri katilin cinayet sayısı iddia ettiğinden azdır. Mesela seri katil Ted Bundy “30-35 kişi öldürdüm” dediği halde bunların ancak 7-8’i kanıtlanabilmiştir. İzmir’e dönersek... O kişi FBI’ın seri
katil tarifine uymuyor.

Tarif ne diyor?
FBI davranış bilimleri birimindeki polisleri ve ruh hastalıkları uzmanları bir araya gelerek Amerikan cezaevlerinde yatan ve çok kişiyi öldürmüş katillerle yüz yüz yüze görüşmüşler. Sonra da seri katilliğin tasnifini yapmışlar: İki ya da daha fazla kişiyi arada soğuma evreleri bulunmak kaydıyla öldürmek. Soğuma evresi bir yıl da olabilir
10 yıl da. Yani arada duracak.
Aynı anda birkaç kişiyi öldürmeniz ya da aynı günde veya iki gün içinde birkaç kişiyi öldürmek de seri katil tasnifinin içine girmiyor.


Zodiac ekibiyle tanıştı- En sevdiğim dedektif Sherlock Holmes.
- En sevdiğim cinayet filmi “Zodiac”. Gerçek bir hikayenin uyarlaması. Şifreler hâlâ bulunamadı. Zodiac şifresinin çözümü için hâlâ FBI’ın içinde özel bir şifre çözüm bölümü var. Ekiple bizzat tanıştım. Tüm dünyadan yardım istiyorlar, “Bu adam ne yazmış olabilir” diye... “Zodiac”ın yanı sıra “Karındeşen Jack”le ilgili filmlerde çok çekici gelir bana.
-En çok “CSI Las Vegas”ı seviyorum çünkü dönemin Las Vegas Kriminal Daire Başkanı arkadaşım.

“Masum olduğunu söyleyenlere ücretsiz danışmanlık yapıyorum”
“Masumiyet” adında bir proje yönetiyorsunuz. Boş yere hapis yatanları “içeriden kurtarmak” için... Ne aşamadasınız?
Hüküm giymiş, hapiste yatan ama masum olduğunu söyleyenlere ücretsiz danışmanlık veriyorum. Çok başvuru var ama eleme yapmak zorundayım. Biyolojik bir delil kalmış olmalı o tarihten bu tarihe. Ancak DNA analizlerinden ilerleyebiliyoruz çünkü.

Yazarlar