Pazar Cumhuriyet kızı: Sabiha Olça

Cumhuriyet kızı: Sabiha Olça

26.10.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Radyo günleri

Cumhuriyet kızı: Sabiha Olça







Bin dokuz yüz yirmi yedi yılında Mudanya'da doğdum. Babamın vazifesi dolayısıyla oradaydık ve oradaki hayatımız çok güzel geçti. Evimizde gramofon hiç susmazdı. Özellikle ben çalardım okul dönüşü. Çok güzel Arjantin tangoları vardır annemin, babamın. Kaymakamlar filan gelir, yemekli, akşam eğlenceleri olurdu, çok güzel valsler dinlerdim. Müziğe karşı alışkanlığım, zevkim o çağlarda başladı. Bugün müzisyen miyim, hayır değilim. Ama içimde hâlâ bir şeyler kıpırdar. Kendime göre çok güzel mandolin çaldım. İşte böyle bir çocukluk çağından sonra harp patladı. '39 harbi. O harpte yokluğu hissettim, yaşadım. '40'lı senelerde ekmek ve Sümerbank'tan basma vesikayla verilirdi. Zengin de fakir de aynı hayatı yaşardı. Sonra İstanbul'a, evimize döndük." Çok disiplinli bir okul olarak anımsadığı Fatih Kız Ortaokulu'na başlar Sabiha Olça. "Ortaokul çağında biraz hastalıkla uğraştım, mesela bir zafiyet geçirdim. 1940 yılında Çamlıca'daki Validebağı Prevantoryumu'nda yattım. 1941 yılında sağlığıma kavuşmuş olarak çıktım oradan. Çocukluğumun en güzel devresi Validebağı Prevantoryumu'nda geçti diyebilirim." Okuluna döner, başarılı bir öğrencidir. Ancak bir süre sonra da sarılık olur. Annesi bu kez kızının okula gitmesine izin vermez. "Belki şimdiki aklım olsaydı ısrar ederdim veyahut bugünkü tedaviler olsaydı, bunlarla mücadele etmezdik. Takdirle tedbir hayatı, insanı yönlendiriyor."

Yoklukta varlık
"Evimiz büyüktü. Annem çok güzel dikiş dikerdi ve ben de dikerdim. Evimizde küçücük bir patiska parçası bile atılmazdı. Onun etrafına, iğneyle, tığla oya yapılır, kapak altı yapılırdı. Yokluktan bir varlık yaratırdı büyüklerimiz... Emirgan'da çok güzel iskelemiz ve vapurlarımız vardı; muayyen saatlerde köprüden kalkar, sonra tekrar Emirgan'a gelirdi. Vapurdan çıkan insanların ayak sesiyle saatimizi ayarlayabilirdik. Gayet saygılı, usturuplu bir aile gibiydi Emirgan'da yaşayanlar. Hiç unutmadığım bir çöpçümüz vardı. Kürt, Yusuf ağa isminde. O zaman at arabasıyla çöpler toplanırdı. Gelir bahçe kapımıza, kapımızı vurur, 'Hanımefendimiz, çöpünüz var mı?' diye çöp alırdı... Emirgan'ın çevresi, Arnavutköy'den itibaren İstinye'ye kadar çilek tarlasıydı. Sabahleyin Karadenizliler çilekleri toplar, sepetlere koyar, rıhtıma inerlerdi ve Emirgan mis gibi çilek kokardı. Bunlar unutulacak şeyler değil. Sabah ezanına gelelim, çocukluğumda, ben Türkçe ezanla büyüdüm. 'Tanrı uludur' diye başlardı müezzin ve şerefenin etrafında döndükçe ses bir gider, bir gelir, bir müzik gibi onu böyle şevkle, huşu içinde dinlerdim. Şimdiki müezzinlere bakıyorum da, ne usul var, ne kaide var, hiçbir şey yok... Balıkçılar Boğaz'a ağ atarlardı. Son vapur geçerken balıkçı bağırırdı, "Kaptan iskele, kaptan sancak, ağ var çekil" diyerek. Ve o sesi karşı sahilden duyardım, böyle huşu içinde bunlar hep kulağımda. '50 senesinden sonra bozulduk diyebilirim.
'50 senesinde iktidar değişikliğiyle insanların yaşam şartları değişti, her mahallede milyoner felsefesiyle hareket edenler belirdi... Velhasıl, '50 senesinde zaten ben de evlendim. Eşim benim arkadaşımdı Mudanya'da. Biz İstanbul'a geldik. Bu arada o da Bursa Askeri Lisesi'nde okuyor. Abisi Nezih, İstanbul'da okuyordu, buluşurduk. Denize gireriz, kürek çekeriz, yelkenle açılırız, böyle bir arkadaşlığımız vardı. Ama katiyen bir flört, bir anlaşma zinhar yoktu aramızda. Ama Süha gençliğinde beni düşünmüş, 'İleride hayat arkadaşım olur mu, karım olur mu?' diye. Ancak meslek sahibi olduktan sonra bunu bize intikal ettirdiler. Ben katiyetle istemedim. '48 senesinde oluyor bu hadise. Annem, babam zevkle, iftiharla beni Süha'ya verdiler. Ben 'hayır' dedim. İki sene sonra bir gece (bir 29 Ağustos gecesi, unutmuyorum tarihini) Süha, üsteğmen olarak bize geldi, kapımızı çaldı. Ve o zaman aileler tekrar buluştular ve tekrar beni istediler. Ben nedense itiraz edemedim, demek ki kısmetimmiş. Ve sonra mutlu da oldum, olmadım değil. Kocam iyi bir insandı, evlendikten sonra onunla dört sene bir gurbette yaşadık." Evliliğin ilk yılında Gelibolu'ya tayin olur Süha bey, iki sene sonra da Bursa'ya taşınırlar. "Kıdemli yüzbaşı olduktan sonra, '58'de askerlikten ayrıldı. Ben hiç istemedim askerlikten ayrılmasını ama kendisi Menderes'in bazı hataları yüzünden ayrıldı. Irak ihtilali oldu o sırada, Bursa'daki taburu, motorize alayı şarka sürdüler. Kızım da çok küçüktü, üç-dört aylıktı henüz ve (eşim) istifa etti, memuriyet değiştirdi. Sonra eşim bankaya intisap etti, bankada çalıştı ve oradan emekli oldu. Bu arada evimize, İstanbul'a döndük. Ondan sonra çocukların okul çağları başladı. Sonra '60 ihtilali oldu. Size şunu söyleyeyim, bir insanın hayatında muayyen günler vardır, çok mutludur, unutulmaz, hayatının dönüm noktalarıdır. Mesela evlilik, bir nişanlılık, bir anne olma, bunlar unutulacak günler değil. '60 ihtilalini onun için hiç unutmam, benim mutlu günlerimden bir tanesidir."

Yorgo korktu
"1964'te filan bir Kıbrıs harekatı oldu. Bitişik ev boşaldı, tabii ablam kiraya verdi. Yorgo diye bir Rum, kiracı olarak talip oldu eve. Kuaför salonu oldu böylece yanımızdaki ev. Emirgan'da da ilk defa böyle bir salon açıldı. Biz küçükken Boyacıköy'e götürürlerdi saç kestirmeye. Berber Hasan efendi vardı, alagarson saç kestirirdik orada. Sonra büyüyüp yetiştik de Beyoğlu'na saç yaptırmaya gittik. Dediğim gibi Kıbrıs'ta harekat oldu, Rumlara karşı muazzam bir tepki oluştu o sırada. Ve Yorgo korktu. Devretmeye karar verdi salonu. Biz devraldık Yorgo'dan. Salonum güzel işliyor, iyi para kazanıyorduk. Fakat ani olarak 1964 sonunda aralık ayında ablam öldü. Ve ben de kuaförü devrettim." Bir süre sonra eşi rahatsızlanan Sabiha hanım 1972 yılında yeniden çalışmaya başlar: "Vakko'nun bir ilanını gördüm. Gittim, müracaat ettim, mösyö Vitali, başka birileri daha vardı. Mülakata aldılar beni ve kabul ettiler. Hanımların reyonunda çalışacaktım. Eğitim verdiler, maaşım da bin liraydı. Ev işlerine yetişemiyordum. Kadın tutmaya başladım bu sefer. Eşim de pek istemedi. İşi bıraktım."
Sabiha hanım 1960 yılında babasını kaybeder. Mısır'daki mallarıyla ilgili veraset işlemleri için iki kardeşiyle birlikte önce Atina'ya, oradan da Kahire'ye giderler. "Kahire'de altı ay kaldığınızda insanlarla temasınız olmasa da görüyorsunuz, çöplerin arasında yiyecek arayan çocukları. Mısır İngilizlerin nezaretindeydi ama yolları af buyurun idrardan kirlenmiş, koku ve sinek içindeydi. O insanları gördüm, çok büyük sınıf farkları vardı. Halk fakir, pislik içindeydi; otobüse binemezsiniz, yankesiciler doluydu. 'Hi' dedim 'vatanıma bir gitsem, insanlarımın değerini anlasam.' Böyle bir hisle ben Türkiye'ye geldim. Çok geçmedi aradan. Sirkeci garının çevresinde aynı kokuyu hissettim. O pisliği burada da yaşadım ve öyle üzüldüm ki, Türkiye böyle mi olucaktı diye."
1994 yılında lenf kanserine yakalanan eşini kaybeder Sabiha hanım. Kızı ve oğlu bu süre içinde kendisine destek olurlar. Hala kızıyla oturan Sabiha hanım Emirgan'da kendi evinde yaşıyor: "Geçen senelerde, huzurevine yatayım diye düşündüm. Müracaat ettim. Etiler'deki huzurevine beni kabul ettiler. Bir arkadaşım bana orayı gezdirdi, yatak problemlerini gördüm. Leyli okullardaki gibiydi. Tuvaletin, banyon, hepsi o bir metrekarelik bir mesafe içinde. O zaman bir duraladım. Bazı bağlantılarım var, müziğim var, çayım var, geceleyin uyanmalarım var. Bunları yapamayacağım çünkü yanımdaki arkadaşımı rahatsız edeceğim, ben daha çok sıkıntıda kalacağım. Vazgeçtim. Çocuklarım sevindi, tekrardan eski yaşantıma döndüm."

"Radyo (yayınları) eğiticiydi. Philips marka, şöyle dikdörtgen bir radyomuz vardı. Onun başında temsil saatlerini dört gözle bekler, temsil dinlerdik... Behçet Kemal Çağlar, şair, onun şiirleriyle sabahtan akşama kadar, radyo hep kulağımdadır. O ahenkli sesi... Çok güzel saatler vardı, programlar, mesela Mesut Cemil Tel vardı, marş öğretirdi, biliyor musunuz? Marşları dinlerdik, öğrenirdik. Radyonun başında beklerdik. Muzaffer Sarısözen vardı, halk sanatkarı, büyük sanatkar. Onun halk türkülerini öğrenirdik. Marş diye bir şey yok şimdi. Karşımızdaki ilkokulda, zil yerine Amerikan müziği çalıyor. Niçin bir Türk marşı çalmıyor? Amerikan kovboyları diye bir melodi tutturmuşlar. Sonra gazeteci Nurettin Altan'ın 'Radyo Gazetesi' diye bir programı vardı, analiz ederdi bütün haberleri. Radyodan çok istifade ettik. Mesela Rusların tanklarla Macarları nasıl ezdiğini gazetelerden üzülerek okur, radyodan dinlerdik."

"Emirgan Çınaraltı... '50'den evvelki seneleri söylüyorum. Faruk Nafiz Çamlıbel'in, Yahya Kemal'in arkadaşları gelip Çınaraltı'nda oturur, nargile içerler, sohbet ederlerdi. Çınaraltı'ndaki mal sahibi Halil efendi ('Efendi' büyük bir lütuftur yani herkes 'Efendi' olamaz) bize çocukken çayın yanında halka yedirmezdi. Zaten halkadan başka bir şey de satılmazdı Emirgan'da. Ayıptı bir kere, yağlanır, kirlenir bardaklar diye. Her cumartesi, pazar sabunlu sularla yıkanır, temizlenirdi her akşam. Yine de yedirmezdi titizliğinden, temizliğinden. Geçen gün baktım Çınaraltı'nda koymuşlar bir müzik, çalıyorlar dangır, dangır, dangır... Halbuki asude bir yer, ağaçların altında oturmak, bir yudum çay içmek, denizin sesini dinlemek çok daha güzel değil mi?"



TARİH VAKFI
Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliği'ne, İnşaat Mühendisleri Odası'na ve Kayseri Ticaret Odası'na maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58
Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

  • Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
  • Proje koordinatörü: Gülay Kayacan
  • Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak
  • Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
  • Görüntü kaydı: Tamer Üstel
  • Yayına hazırlayan: Tuba Çameli


  • Projeye katkılarınızı bekliyoruz:
    Telefon: (0212) 327 86 58
    Faks: (0212) 227 37 32
    e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr

    www.tarihvakfi.org.tr