Pazar "Düşünsene, uğruna ağladığım Zico beni sahnede izlemeye gelmiş"

"Düşünsene, uğruna ağladığım Zico beni sahnede izlemeye gelmiş"

01.04.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

100'üncü yıla "Fenerbahçe Senfonisi" besteleyen Fazıl Say, eserin birinci bölümü için "Taraftarın tribünde söylediği şarkılardan daha zor değil" diyor

Düşünsene, uğruna ağladığım Zico beni sahnede izlemeye gelmiş

Meğer bu merak daha da derinmiş. 17 yaşına kadar futbol oynayan -ve kendi deyimiyle hiç de fena bir forvet olmayan- sanatçı bulduğu her fırsatta takımını statta izleyen, bağıran çağıran bir Fenerbahçe taraftarıymış. Üstelik sadece kulüp tutkusu değil bu. 2002 Dünya Kupası'nda Türkiye'nin Japonya ve Senegal ile yaptığı maçlarda tribündeki yerini almış. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı almasını "Hayatımın en önemli anlarından biri" olarak anıyor. Ve 25 yıldır Zico hayranı.Yani, Fenerbahçe futbol takımının kaptanı Ümit Özat'ın "Fazıl Say üstadın ellerine sağlık" diye övdüğü bu eser bana ve benim gibilere sürpriz olabilir ama yıllardır onun içinde birikiyormuş. Fazıl Say'ın bir Fenerbahçe senfonisi yazacağı haberini gördüğümde şaşırmıştım. Onun bir taraftar olabileceği, mesela futbolla ilgileneceği hiç aklıma gelmemişti. O da bunun farkında. Kendisiyle ilgili böyle şeylerin pek yazılıp çizilmediğini, kulübe de yakın olmadığını söylüyor, "Ama Aziz Yıldırım duymuş demek ki" diyor. Çok memnun kaldım. Bir kere bu, Fenerbahçe'yle ilgisi olmayan bir konser programında da çalınabilecek tip bir eser. Yani sadece Fenerbahçe organizasyonu gerekmiyor. Farz edelim; Bursa Senfoni Orkestrası, İzmir Senfoni Orkestrası veya herhangi bir yabancı orkestra rahatlıkla korosuyla beraber yıllık programında bir değişiklik olsun diye bunu yapabilir. 13 Mart akşamı sizin için herhangi yeni bir bestenizi seslendirdiğiniz, herhangi bir konserden farklı mıydı? "Karar vermeden önce altı ay düşündüm" Aman iyi ki değildi. Değişiklik olsun, başka insanlar da dinlesin. Mesela futbol takımının gelmesine çok sevindim. 1982'deki Dünya Kupası'nda 12 yaşındaydım ve büyük bir Brezilya hayranıydım. Üstelik Zico fanatiğiydim, Zico deyince neredeyse ağlamaklı oluyordum. O zamanlar Zico tişörtü falan yoktu Türkiye'de ama olsaydı herhalde giyerdim. Şimdi o adam 25 yıl sonra, Fenerbahçe'nin antrenörü olarak önlerde sizin bestenizi dinliyor. Hayatında klasik müziğin önemi var mı bilmiyorum, belki vardır. Ama güzel yani, kendiliğinden böyle şeyler bağlanıyor. Oraya gelenlerin önemli bir bölümü klasik müzik dinleyicisi değildi. Evet. Bundan bir buçuk sene kadar önceydi. "Fazıl Fenerbahçe'nin 100'üncü yılında değişik bir şeyler yapmayı düşünür müsün?" dedi. Ben de "Düşünürüm" dedim. Size bu senfoni teklifini kim yaptı? Aziz Yıldırım mı aradı? Hayır, altı ay kadar gözden geçirdim. Çünkü Fenerbahçe temalı bir eser için çok iyi bir tekst lazım. Ya da "iç tekst" lazım yani sadece duygulardan yola çıkarak yapmak lazım. Sonuçta galiba ikincisi oldu. Şöyle söyleyeyim. Fenerbahçe'yle ilgili örneğin büyük şairlerin falan yazdıkları şeyler yok. Onun için biraz malzeme sıkıntısı vardı. Böyle durumlarda bunu Fenerbahçe'nin tarihi görüntüleriyle falan kapatmak iyi bir kaçış yoludur. Ama onun dışında her şey müziğe kalıyor bence. Müziğin o duyguları yansıtması. O da fena değildi yani o bakımdan. Hemen kabul ettiniz mi? Zor bir iş aslında. Çünkü hangi temadan yola çıkılacak, ne yapılacak? Fenerbahçe'ye tribün şarkısı mı yazılacak? Bir marş mı yazılacak? Yoksa hakikaten Fenerbahçe senfoni müziği mi yazılacak? Bunu kitlelerin sevmesi mi lazım yoksa kendim için mi bir şey yapayım? Onun hesaplaması bayağı zordu. Zor bir iş miydi peki? "Çok para da verseler başka takıma yapmam" Evet. Şimdi şöyle, müzisyenin hayatında her şey hayattan geliyor diyoruz ya. Aslında Fenerbahçe'nin benim hayatımda kapladığı bir yer var: Maçları seyrediyorum, futbolla mutsuz oluyorum, seviniyorum, bağırıyorum, küfrediyorum vs. Benim hayatımın içinde yer alan bir olay futbol ve Fenerbahçe. Heyecan duyduğum ve sevdiğim de bir şey. Dolayısıyla bana ait olduğu için benim müziğime de ait. Böyle bir samimiyet ve gerçeklik var. Sonuçta ne oldu? Kendiniz için mi bir şey yazmış oldunuz? Yani şimdi şöyle... Ben Beşiktaş veya Galatasaray şeyi yapmazdım hayatta. Çok büyük para karşılığında da yapmazdım. Çünkü para benim hayatımın çok önemli bir unsuru değil. Müzik önemli bir unsuru ama. Yani oradaki gerçeklik ve içtenlik önemli. Bir şeyin yapılırken samimi olması önemli benim hayatımda artık bu yaşta. Dolayısıyla Fenerbahçelilik yaptırdı bunu bana. Ve bir taraftarın eseri çıktı. Orada Ömer Hayyam'ın bir şiirini kullandık. Kendiyle hesaplaşma üzerine bir şiir. Bunun içine futbol da girer, penaltı atan futbolcunun kendiyle hesaplaşması da girer, kırmızı kart gösteren hakemin hali de girer. Senfonideki bir bölümün adı "Akılla Konuşmam Oldu". Taraftarlık biraz da aklın yitirildiği bir hal değil mi? "Galatasaray senfonisi sırasında kavga çıkmış" Doğrudur. Bir televizyon programında provadan bir sahne gördüm. Şefiniz İbrahim Yazıcı ve orkestradan birkaç kişi daha Fenerbahçe forması giyiyordu. Provaların normalden daha eğlenceli geçtiğini söyleyebilir miyiz? Yok, öyle bir şey olmadı. Peki böyle atışmalar, sataşmalar falan var mıydı? Yok, sıfır. Zaten daha önce Kâmran İnce'nin bir Galatasaray senfonisi vardı. O da aynı kadroyla çaldı. Yani Bilkent Senfoni Orkestrası ve Devlet Çoksesli Korosu. Onlar çalışırken birisi Fenerbahçe bayrağı asmış, sonra kavga çıkmış... Orada biraz olay olmuş. Bizde olmadı ama. Orkestrada ve koroda Galatasaraylıların olma ihtimali sizi hiç tedirgin etti mi? "Senfoninin birinci bölümü tribünde söylenebilir" Tribün severse daha memnun olurum. Çünkü aslında eserin tamamı değil ama birinci bölümü tribünün söyleyebileceği bir şey. Şimdi bu eseri artık sık sık duyacağız. Tribün severse mi daha memnun olursunuz yoksa mesela klasik müzik dinleyicileri severse mi daha memnun eder sizi? Evet, olmayacak iş değil. Hüseyni makamında, kolay bir melodi. Onların söylediği tribün şarkılarından daha zor değil. İlk dinleyişte orkestra, koro derken kafaları karışabilir. Ama o basite indirgenebilir. Diğer hiçbir bölüm için bunu söyleyemem ama o başka. Bu biraz da kitle genişletme eseri benim için. Bu da sanatın her türüyle uğraşan sanatçılar için oldum olası hayli zor bir konudur. "Fenerbahçe, ışık sensin" dizesinin olduğu bölümden söz ediyorsunuz. Bazı tezahüratlar hep aynı . Zaten 60-70 bin kişinin müzikalitesi diye bir şey kalmıyor. Ses bir klas işi, orada öyle bir şey yok. Şükrü Saracoğlu Stadı'ndaki Fenerbahçe seyircisi mümkün mertebe en iyi organize olmuşlar arasında. Top rakibe geçtiği an herkes ıslıklar falan. Güzel, organize, rakibi bozucu bir ses çıkıyor. Bir müzik adamı olarak tezahüratları nasıl buluyorsunuz? Coşturucu geliyor mu size? Yazdıkları tekst ya da şiir vs. yaratıcısıysa, espriliyse vs. hoş oluyor. Öyle şeyler de arada sırada çıkıyor. Beşiktaşlılardan da Fenerbahçelilerden de. O yüzden onlar eğlenceli. Onlar da yeni bir tezahürat bulduklarında "yeni beste" derler. "Fenerbahçe-Galatasaray maçı vardı, hangisi kazanırsa onu tutmaya karar verdim" Ben sekiz yıl Almanya'da, altı-yedi yıl da New York'ta yaşadım. 15 yıl yurtdışında yaşayan insanlar, biraz da benim gibi ulusalcılık varsa, Türk takımlarının Avrupa'daki başarılarıyla ilgileniyor. Lig devreden çıkıyor, zaten takip edemez hale geliyorsun. Benim için de öyleydi. Mesela Galatasaray'ın UEFA şampiyonluğu benim hayatımda çok önemli bir şeydir. 2002'de Japonya'daki Dünya Kupası'nda Türkiye'nin Japonya ve Senegal maçlarına gittim. Turnedeydim, o bitince orada kalışımı uzattım. Siz nasıl bir taraftarsınız? Galiba altı yaşındaydım. Bir gün evde tek başınaydım. Fenerbahçe-Galatasaray maçı vardı televizyonda. O maçı kazananı tutacağım diye karar verdim. Ve o maçı 2-0 Fenerbahçe kazanmıştı. Peki ne zaman Fenerbahçeli oldunuz? Evet. O hatta Kadıköy doğumlu, yani hakiki bir Fenerbahçeli. Bizim aile Fenerbahçeliydi zaten, o maçtan sonra ben de onlara katılmış oldum. Babanız Fenerbahçeli miydi? Biliyorsunuz, ben yılda 100 gün kadar yurtdışındayım. Ben buradaysam, Fenerbahçe de İstanbul'da oynuyorsa gidiyorum. Bu da yılda üç-dört kez falan oluyor. Bir tanıdığımın locasına ya da bir tribüne gidiyorum. Maçlara gider misiniz? Evet. Tezahürat yapar mısınız? "Galiba Daum'dan vazgeçilmemeliydi" Türkiye ligi Fenerbahçe için de diğer takımlar için de tam bir anlaşılırlık kazandırmıyor. Şampiyonlar Ligi'nde anlıyoruz hem takımın hem teknik direktörün ne olduğunu. Fenerbahçe de Dinamo Kiev'e elenirken kötü değildi, sadece talihsizdi. Kadrosunu kuramamıştı vs. Zico bir dünya futbolcusuydu. Teknik direktörlüğünü ise biliyoruz... Japon milli takımıyla Dünya Kupası'nda başarısız oldu ama hiç yetenekli adam yoktu o takımda. Ben bir-iki maçını seyrettim, valla yapacak bir şey yok. Christoph Daum teknisyendi. Onu Almanya'da diğer takımları çalıştırırken, çok küçüklüğümden biliyorum. Daum kafasında çağdaş futbolla ilgili bir formatı olan bir adam. Bu yüzden onun oynattığı futbol daha oturmuş bir olaydı. Genele vurduğumuzda geçen senelerdeki Fenerbahçe aslında bu senekinden daha başarılı. Yani kazanılan maç sayısı, Avrupa'da ilerleme vaziyeti vs. Yani sanki Daum'dan vazgeçilmemeliydi. Zico'yu üçüncü yılda falan görürüz, acaba gerçekten teknisyen mi? Bir Fenerbahçe taraftarı olarak 100'üncü yılda takımın performansından memnun musunuz? Tuncay, Rüştü. Rüştü bence dünyanın en iyi kalecilerinden biri. En sevmediklerimi boş ver. Yabancılar içinde de Appiah'ı beğeniyorum. Yeni alınan forvetlerden emin değilim, A sınıfı mı bilmiyorum. Sanki Anelka daha tehlikeli, yırtıcı bir forvetti. Bilmiyorum bir de insanın canı hep şey istiyor. Takımda sekiz tane yabancı var. Bir tane Türk forvet yetişecek mi Fenerbahçe'de? Fenerbahçe iyi kazansın tamam da böyle yetiştirmek falan mı lazım yetenekleri... Ama yani yırtıcı forvet olur mu bilemiyorum. En büyük, en fantastik futbolcular Türkiye'ye gelmiyor. Öyle olunca mecburen B sınıfına bakıyoruz. En akıllıca davranış 1990'larda Galatasaray'ın yaptığı oldu. İki-üç Romen getirdiler. Hagi, Popescu'nun yanına Brezilya milli takımının kalecisini de koyunca A sınıfı oldu. Parası A sınıfı değildi ama takımı sınıf A yaptılar. Fenerbahçe bunu bugün sürekli Brezilyalılarla deniyor. Brezilyalılar da koşmuyor çok. Rahat insanlar. Müzisyenleri de öyledir. Sizin en takdir ettiğiniz, en güvendiğiniz futbolcular kim takımda? "Hande futbolla ilgilenmiyor, onu Fenerbahçeli yapacağız" Hayır yapamıyorum. Ama maç seyrediyorum hep. Dünya Kupası olduğu zaman da hepsini seyrediyorum. Şimdilerde spor yapıyor musunuz? Vaktiniz oluyor mu? Kumru'yu Fenerbahçeli yaptık. Kızınız Kumru herhangi bir takım tutuyor mu? Evet, maça giderken taktığımız şeyler, bayrak, şapkalar falan var. Evde var mıdır bayrağınız, şapkanız, formanız falan? O takım tutmuyor. Futbolla ilgilenmiyor. Hande hanım (Ataizi) hangi takımı tutuyor? Onu da Fenerbahçeli yapacağız artık. Yani aranızda böyle bir futbol muhabbeti olmuyor, öyle mi? "25 yıl oldu, hâlâ öyle bir maç seyretmedim" Yok, yok mümkün değil. Ama hep sevdim futbolu. "17 yaşına kadar futbol oynadım. Forvet mevkiindeydim ve fena da değildim" demişsiniz. Müzikteki başarınızı futbolda yakalayacağınızı bilseydiniz 17 yaşınızda, böyle bir tercih yapar mıydınız? Sanatçı yerine futbolcu olmayı düşünür müydünüz? Yok, hayır. Benim hayalim işte o yıllardaki yani 1982-86 Dünya kupalarındaki Brezilya milli takımı gibi, Zico gibi oynamak falandı yani. Estetik olacak, topun üzerinden atlayacak, öbürü gelecek kıçıyla gol atacak falan... Öyle oynarlardı ya onlar. Seyir zevki son noktadaydı. Şimdi hiçbir takım öyle oynayamaz. Çünkü 2007'deyiz ve futbol başkalaştı. Ama o işte benim hayalimdi. Fantastik şeyler düşünme, şaşırtma. Ve dolayısıyla o futbolun iyisidir bence. Mahalle futbolunun iyisidir. Nasıl bir forvettiniz? Anelka gibi mi Kezman gibi mi? Ben o Brezilya 3-2 İtalya'ya yenilip elendiğinde ağlamıştım. 25 yıl oldu, ben hâlâ böyle bir maç seyretmedim. Brezilya çok iyi gidiyordu o dönemde. Yani Harlem basketbol takımının şovları gibi gidiyordu. Belki 60 atak yaptılar İtalya kalesine. İtalya üç atak yapıp üç gol attı ve kazandı. Belki de iyi ki de olmadı. Futbolun güzelliği bu. Buradan futbola bakış açınız da biraz ortaya çıkıyor sanki. Çünkü o dönemin Brezilya takımı çok beğenilirdi, evet şahane oynuyorlardı ama uzun süre kupa kazanamadı mesela. Siz kupayı kaldırmaktan çok, o oyunu oynamayı önemsiyorsunuz sanki.