Pazar Hayallerinin peşinde bir yargıç

Hayallerinin peşinde bir yargıç

23.02.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin yeni Türk yargıcı seçilen ve kurumda görev yapan 16 kadından biri olan Prof. Dr. Işıl Karakaş: "İnsan hakları ve özgürlüklerle ilgilenen hukukçular, bilimkurgu yazarı Ursula K. LeGuin'in 'Mülksüzler'indeki gibi ideal bir dünya hayalinin peşindedir. Ne yapalım, biz de kaçışı oradan buluyoruz biraz"

Hayallerinin peşinde bir yargıç

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ndeki oylamaya katılan 178 parlamenterden 135'i Prof. Dr. Işıl Karakaş için oy kullandı. Diğer Türk "rakiplerinden" biri 27, diğeri 15 oyda kaldı. Nisan ayında Strasbourg'a yerleşecek ve AİHM'deki yargıçlık görevine mayıs ayı itibarıyla başlayacak. 2014'e kadar bu görevini sürdürecek. Bu haliyle 47 üyeli mahkemedeki 16 kadın yargıçtan biri olacak. Prof. Karakaş, 1979'da girdiği İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü 1983 yılında bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden de 1990 yılında mezun oldu. Biri Fransa'da Nancy II Üniversitesi'nde, diğeri İstanbul Üniversitesi'nde olmak üzere iki ayrı yüksek lisans tezinin konusu doğrudan AB hukuku ile ilgili: İstanbul Üniversitesi'ndeki 1986 tarihini taşıyan, İlhan Akın ile birlikte verdiği yüksek lisans tezi "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve 1982 Anayasası" başlığını taşıyor. Nancy II'deki ise 1988 tarihli ve Avrupa Parlamentosu ve Adalet Divanı üzerine.Prof. Karakaş'ın 1992 tarihinde verdiği doktora tezi ise ona "akademik ün" de getirdi: Avrupa Birliği Hukuk Düzeni ve Egemenlik... İki üniversite, iki yüksek lisans Prof. Karakaş bu tezinde Avrupa Birliği'nden sonra "egemenlik" kavramının "aldığı yeni içerik" üstünde teknik bakımdan irdelemelerde bulunuyordu.Bu iddialı doktora tezindeki danışmanı ise kamuoyunun Galatasaray Üniversitesi rektörlüğünden ve büyük ölçüde bir önceki YÖK başkanlığından tanıdığı anayasa hukuku profesörü Erdoğan Teziç. Prof. Teziç'in doktora tezine danışmanı olması, Karakaş'ın ricası üzerine. Onun asistanı olmamasına karşın tezini beğendirmesi ve kolay kolay "kabul etmeyen" Prof. Teziç'i razı etmesi onun için hâlâ bir "övünç" kaynağı...Nitekim, Strasbourg'a seçildiği açıklanır açıklanmaz sabah gelen tebrik telefonlarının ilklerinden biri alanında "inanılmaz iyi" diye nitelediği Erdoğan Teziç'ten... "Öğrencisi" için aynen şunları söylüyor:"Temayüz etmiş, kendisini kanıtlamış bir öğrencimdi. Hem siyaset hem hukuk tahsil etmiştir. Siyaset biliminde öğrendiklerini hukuk zeminine oturtmak için sonradan hukuka yönelmesi takdir edilmesi gereken bir cesarettir. Galatasaray Üniversitesi'ne gelmesini de ben önermiştim. Galatasaray'a öğretim üyesi olarak önemli katkıları olmuştur." İlk kutlama Prof. Erdoğan Teziç'ten Prof. Işıl Karakaş daha önceden tanıdığı Hrant Dink'in cenaze törenine "onu tanıyor olmasa da katılacağını" açıkça söyleyebilecek bir duruşun sahibi. Kendisini "liberal demokrat" olarak tarif ediyor. Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Gazeteci ve Yazarlar Vakfı'nın düzenlediği Abant Platformu toplantılarına katılması konusuna "akademik toplantılara tabii ki katıldığını" söyleyerek açıklık getiriyor.Üniversitelerde türban serbestliğini ya da yasağını savunduğu yolunda hiçbir beyanın sahibi olmadığının altını özellikle çiziyor.Prof. Karakaş hükümetin gösterdiği üç adaydan biri. Ancak ona göre göz ardı edilen bir nokta var:AİHM'in adaylardan en az birinin kadın olarak gösterilmesi yönünde tavsiyesi var. Nitekim daha önce de iki erkek, bir kadın aday gösterilmiş. Ve bu görev için Prof. Karakaş kimsenin işaretini, önerisini beklemeden kendisi başvurmuş. Çünkü bu, başından beri istediği bir görev. Daha önce bazı adayların "yetersiz" olduğu, bazı adayların "dil bilmediği" için geri çevrildiği zorlu bir mülakattan başarıyla çıkması, Avrupalı parlamenterlerin çoğunluğunun desteğini kazanması, "öyle hükümet desteği ile olacak işlerden" değil. Kendi deyimiyle "çok yoğun teknik soruların da sorulduğu" mülakatta konuya hakim olmasa seçilmesi asla mümkün değil. Kadın aday gösterilmesi tavsiye edildi Işıl Karakaş doğma büyüme İstanbullu ve "göbekten Galatasaraylı", yani okullu. Nişantaşı'ndaki Nilüfer Hatun İlkokulu'ndan sonra girdiği Galatasaray'ın, Ortaköy'de şimdi üniversite olan binasının neredeyse her taşını yakından tanıyor. 12 yaşındayken hazırlık sınıfını okuduğu salon, öğretim üyeliği sırasında onun çalışma ofisi olmuş. Galatasaray Üniversitesi'nin koridorlarında hep bu duygularla geziyor. Strasbourg'da özleyeceğini belirtiyor. Üstelik rektör adayı olmasına karşın YÖK tarafından önerilmeyen Köksal Bayraktar hocanın üniversiteden ayrılmasından sonra, tam Hukuk Fakültesi'ne dekan olmaya hazırlanırken..."Tabii ki Galatasaraylı"... Futbol maçlarına gitmese de seyrediyor, öğrenciliğinde basketbol maçlarının devamlı bir izleyicisi. Eşi Prof. Eser Karakaş ise "sıkı" bir Fenerbahçeli. Üstelik "2. Cumhuriyetçi ve liberal demokratların" önde gelenlerinden biri olarak, bu bağlamda bir ün sahibi. Ama bu durum onun Galatasaraylılığını etkilemediği kadar, başka konularda da pek etkileyeceğe benzemiyor. Eğer eşiyle benzer düşündüğü konular varsa, bunun eşi öyle düşündüğü için değil, kendisi öyle düşündüğü için öyle olduğunu çevresindekiler ziyadesiyle hissedebiliyor. Ama eşinin Avrupa Birliği hukuku konusunda veya birtakım teknik konularda kendisine zaman zaman danıştığı bir "sır" değil. Okulun içindeki aslan heykelinin, ünlü kapının önünde objektiflere bakarken ya da ABD?Başkanı Bush'un Türkiye'yi ziyaretinde Boğaz Köprüsü'nü arkasına alarak durduğu yerde dururken, öğrencilerini ayrı ayrı selamlarken insana "İşte İstanbul" dedirten bu mekandan kopmak ve Strasbourg'a yerleşmek ona biraz zor geliyor olsa gerek. Işıl Karakaş, İstanbul Üniversitesi'nden, Prof. Kemal Alemdaroğlu'nun rektörlüğü döneminde kopmuş. Kendisini biraz da Prof. Tarık Zafer Tunaya ile başlayan akademik mecranın içindeki bir üye olarak görüyor. Ancak bugün Galatasaraylı hukuk öğrencilerinin de "çok iyi yetiştikleri" görüşünde. Ona göre, az sayıda öğrencinin girebildiği Fransızca hukuk okuyan "Galatasaraylılar" Avrupa Birliği hukuku ve ilişkiler açısından önemli işlevleri yerine getirebilecekler. Işıl Karakaş bir bilimkurgu tutkunu ve başucunda mutlaka bir bilimkurgu kitabı tutuyor.Karakaş çiftinin bir kızları var. Robert Kolej mezunu, Amerika'da Virginia Üniversitesi'nde ekonomi / finans okuyor. Anlattığına göre o da hukuku seviyor. Bir ihtimal; mastırını hukuk alanında yapacak. Göbekten Galatasaraylı "Türkiye'nin türban meselesinden daha öncelikli işleri var" Ben türban meselesinin gündeme bu derece oturtulmasını doğru bulmuyorum. Bulmuyorum çünkü Türkiye'nin öncelikli olarak yapması gereken çok başka işler var. Bence Türkiye'nin öncelikli ve gündemde olan bir meselesi değildir. Türkiye'de hak ve özgürlük ihlali iddiasında olan insanlar başvurmuşlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kararını vermiştir. Tabii sonuçta demiştir ki iç hukuk bunu düzenler. Şimdi yeni düzenleme yapılır. Ve bu yeni düzenleme doğrultusunda, muhtemelen mağdur olduğunu söyleyen başı açık birisinin iç hukuk yolları tükendikten sonra mahkemeye gitmesi durumunda mahkeme önceki kararlarıyla uygun bir karar verir. Bunu da unutmayalım. Yani Leyla Şahin içtihadı geçerli. Tamamen teknik bazda soruyorum. Yine yanlış mı yapıyoruz; türban meselesine kilitlenip kalıyoruz. Tabii içtihat oluşturuyor. Şimdi Leyla Şahin içtihadı var. Dolayısıyla yeni duruma bakacaktır, içtihada bakacaktır. Yeni duruma göre mahkeme elbette ki bir karar verecektir. Ama dediğim gibi benim için önemli olan, ki üniversitede bir öğretim üyesi olarak 2001'den bu yana reform sürecini yakından izledim, Türkiye'nin temel sorunu ifade özgürlüğüdür. Yargı bağımsızlığı, adil yargılanmanın tam olarak uygulanması gibi meselelerdir. İçtihat oluşturuyor öyle mi? En çok bilimkurgu kitapları okumayı seviyor Stanislaw Lem. Sevdiğiniz bilimkurgu yazarı var mı? Evet tabii, çok okudum onu da. Hugo veya Nebula ödülü alanların da hemen hepsini okudum. Filme çekilenleri, "Blade Runner"lar (Ridley Scott) falan hep seyrettim, okudum. Eskileri, klasikleri seviyorsunuz o zaman, Philip K. Dick falan da sever misiniz? Beğenirim. Hatta çok diyebilirim. En son "Yerdeniz" -ki beşleme oldu sanırım, onun çizgi filmini de seyrettim. Miyazaki'nin (Japon anime ve manga ustası Hayao Miyazaki)... Üçlemeydi, dördüncüsü ve beşincisi de çıktı. Ama en beğendiğim kitabı "Mülksüzler"... "Karanlığın Sol Eli"ni de beğenirim ama "Mülksüzler" ile "Yerdeniz" başka benim için. Başkaları; mesela Ursula K. LeGuin'i beğenir misiniz? Ne yapalım, biraz kaçışı oradan buluyoruz. "Mülksüzler" biraz dediğiniz gibi. Hak ve özgürlüklerle ilgilenen hukukçular biraz da bu hayalin peşindedir. İnsan hakları hukukçuları biraz da bu hayallerin peşinden koşar. İlginç, aslında sözünü ettiğiniz kitaplar fantastik ve ütopik bazı toplumlardan söz ediyor. Özellikle "Mülksüzler" kendince ideal bir dünyayı kurar, onu tasvir eder. Genelde tabii onun yazılarını daha göndermeden önce okuyorum. Ama her gün dört gazeteyi düzenli olarak okuyoruz. Özellikle okuduğum köşe yazarı gerçekten yok. Günlük basında özellikle takip ettiğiniz köşe yazarları, "Acaba ne yazmış?" dedikleriniz var mı? Eşiniz dışında tabii. Onu mutlaka okuyorsunuzdur herhalde. Kaan Sezyum'u (Radikal gazetesinin Cumartesi ekindeki esprili, eleştirel yazılarıyla tanınıyor) gerçekten okuyorum. Haftayı eleştiriyor. Eskiden Hakan Gülseven'i de okuyordum. Şimdi Red'de yazıyor herhalde. Semih Kaplanoğlu'nu (Radikal'de sinema üzerine yazdı) eskiden hep okurdum, hemen bütün yazılarını... Ama okumadan yapamadığınız biri mutlaka vardır... "Adaylığımı kendim koydum" Şimdi şöyle düşünün. Ceza Yasası Avrupa Birliği'ne uyum süreci çerçevesinde hazırlanan bir metin olarak sunuldu. Ama öyle olmadığı görüldü. Sadece 301 değil, tam rakamını söyleyemeyeceğim ama daha 10-15 tane bunun gibi madde var. Şu anda gündeme gelmemiş ama zaman içinde gelebilirler. Başka Pandora kutuları var orada. 301. maddenin bunlardan biri olduğu çok açık. Bu ara gündemde arka plana attığımız 301. madde ne kadar önemli? Bir hukuki düzenleme yapıyorsunuz; yazılı bir hukuk... Mühim olan bunun uygulanması. Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye söylediği şey de bu; sorun uygulamada... Yargıçlarımızın da Avrupa hukukunu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, mahkemenin oluşturduğu içtihadı bilmeleri, uygulamaları gerekiyor. Yani bütününün uygulanması gerekiyor. Sorun daha başka nerelerde? Çünkü Türkiye her yerde "kendi bir adamım olsun" diye düşünüyor. Buna alışık. Şimdi bakın; beni Türkiye seçmedi. Avrupa Parlamenterler Meclisi seçti. Türkiye'den oraya 12 milletvekili gidiyor. Ben 135 oy aldım. Hepsi bana vermemiştir muhtemelen. Sizin kişiliğinizle, hukuk bilginizle, sizi aday göstermekle, Türkiye bu işi ciddiye aldığını da ortaya koymuş olmuyor mu? Ben kendim aday oldum. Bana hükümet cenahından ya da başka bir yerden "aday ol" demediler. Kendim adaylığımı koydum. Tabii onlar da kabul ettiler, beni aday olarak seçtiler. Ama ondan sonra Avrupa'da ciddi bir mülakata girildi. İşte ilk gidenlerin yetersiz bulunduğu o mülakat. Ama aday gösterildiniz... Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, içtihatlar, mahkemeye ne katkınız olur diye düşünüyorlar tabii.. Neler soruluyor o mülakatta? Tabii kesinlikle. Uygulamaya baktığınız zaman, resepsiyonmuş gibi durur ama öyle bir görüntünün altında, hak ve özgürlüğün değil, sınırlamanın esas olduğu bir anayasa olduğu ortaya çıkar. Onun için bu kadar değiştirilmeye çalışılıyor. Kaç defa değişti, hâlâ eksiklikler var. Uzun yılların ardından ilk önemli değişiklik 2001'de yapıldı. 1982'den 2001'e kadar bir şey yapılmadı. Bu yıllarda da hep askeri yönetim yoktu herhalde Türkiye'de. 2001 ve 2004 değişiklikleri gerçekten 82 Anayasası'nın yüzünü önemli ölçüde değiştirdi. Yüksek lisans tezinize de geçersek, 12 Eylül Anayasası ve insan hakları... Türkiye'nin sorunları burada mı başladı acaba? Ama neden olmuyor? Bakın yazdan beri türban konuşuyoruz. Önce Irak'a müdahale olup olmayacağı konuşuldu. Amerika açtı sahayı, "haydi buyurun" dedi. O bitti, konu tekrar türbana döndü. Hani anayasa değişiyordu? Komisyon kuruldu. Ne oldu, 301 meselesi; açık bir şekilde bu maddenin ifade özgürlüğü önünde engel olduğu ortada. Şu anda mahkemelerde 900 küsur dava var açılmış. Tabii yine de değiştirilebilir. Ama müthiş bir zaman kaybı var Türkiye için...