Pazar "Hiçbir eksiğimiz yok, neden ikinci ligde oynayalım ki?"

"Hiçbir eksiğimiz yok, neden ikinci ligde oynayalım ki?"

20.11.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

24 Kasım'da açılacak "Picasso İstanbul'da" sergisinin düzenleyicilerinden Nazan Ölçer, Sakıp Sabancı'nın hayalinden yola çıkılan bu büyük serginin oluşum sürecini "Sabancı için hayallerin sınırı yoktu, benim için de... İnatçı iki kişinin kararlılığı birleşince, ki Sakıp beyden sonra da Güler hanımın misyonu üstlendiğini gördüm; bu hayali gerçekleştirdik" diye anlatıyor

Hiçbir eksiğimiz yok, neden ikinci ligde oynayalım ki

Nazan Ölçer: "Sakıp bey 'Günün birinde bu müzede Picasso'yu bile sergileyeceğiz' demişti" Türkiye'de bir ilk olarak değerlendirilen sergi, dünya resim sanatının dehalarından Pablo Picasso'nun 51 yağlıboya, 47 çizim, 13 seramik, 12 heykel, 8 gravür, 2 taşbaskı ve 2 duvar halısından oluşan ve sanatçının tüm dönemlerini kapsayan 135 parçalık koleksiyonu izleyiciyle buluşturuyor. Batı sanatı geleneğine yeni bir soluk getiren, gerçekliğin sanattaki kodlarıyla ömrü boyunca oynayan, "Avignon'lu Kadınlar" adlı tablosuyla kübizmi başlatan, iki cümleyle özetlenemeyecek yoğunluktaki 92 yıllık yaşamında, sanatın sınırlarını ve tekniğini değişik türlerde verdiği eserlerle alabildiğine zorlayan Picasso, bu sergi sayesinde, Türkiye'deki hayranlarıyla buluşacak ve izleyiciler Picasso'ya doyacak. Müzeciliğin duayenlerinden Nazan Ölçer ile, Sabancı'nın hayalinden yola çıkarak gerçekleştirdikleri ve "dünya sanat takvimi"nde yerini alan bu büyük serginin oluşum sürecini konuştuk. Yıllarca ailesiyle birlikte yaşadığı Emirgan'daki Atlı Köşk'ten, köşkü müzeye dönüştürme kararıyla, "bir tek ceketini alıp" çıkmıştı Sakıp Sabancı. "Öyle bir müze yapalım ki" diyordu, "Picasso'nun eserlerini bile getirebilelim." Bu bir anlamda, Nisan 2004'te ölen Sabancı'nın vasiyetiydi. Ve vasiyeti yerine getirildi. Sakıp Sabancı Müzesi bugünlerde, 24 Kasım'da açılacak "Picasso İstanbul'da" sergisinin son hazırlıklarını yapıyor. Picasso, Sabancı için bir semboldü gibi geliyor bana. Picasso sergisi, hiç yapılmamış, hayal bile edemeyeceği bir işi yapmaktı onun için. Kendisiyle bu hayalini paylaşmaktan keyif duydum. Sakıp Sabancı neden bu kadar çok istedi Picasso sergisini? Ben buraya 2003 yılında geldim. Onun sağlığının bozuk olduğu bir dönemdi. Tedavi için Amerika'daydı ve oradan sık sık telefon edip buradaki gidişatı soruyordu. Hasta yatağından müzeyle ilgili çalışmaları takip ediyordu. Saat farkını hesaplayıp burada beni bulabileceği zamanlarda telefon eder ve sorardı "Nazan hanım nasıl gidiyor?" diye. "İyi gidiyor, merak etmeyin, her şey güzel olacak" dediğimde "Günün birinde orada Picasso'yu bile sergileyebileceğiz, ona göre yapıyorsunuz, değil mi?" diyerek onay almak isterdi. Doğrusu Sakıp Sabancı ile pek çok düşüncemizin buluştuğunu görmek beni mutlu ediyor. Mesela o da inşaatı çok severmiş, ben de öyleyim. Ne evlerimde inşaat biter ne de çalıştığım yerde. Sabancı için hayallerin sınırı yoktu, benim için de... İnatçı iki kişinin kararlılığı birleşince, ki Sakıp beyden sonra da Güler hanımın aynı misyonu üstlendiğini gördüm; bu hayali gerçekleştirdik. Sabancı ile sağlığında, bu konu hakkında neler konuştunuz? O gün, salona ilk onları aldık. Aşağı inmedik ama yukarıdan baktık. Gerçekten gözleri dolarak sarıldılar bana "Başardın" diye... Güler Sabancı yerleştirilen ilk eserleri gördüğünde ağlamış... "Randevu bile zor alındı" Takdir edersiniz ki Picasso getireceğim demekle olmuyor. 2004 yılının sonunda, ilk önce müzelerle temasa geçtim. Eğitimimi dışarıda alıp 35 sene gibi bir zamanı da müzelerde geçirince dünyanın her yerinden büyük bir dost ağına sahip oldum. Birlikte öğrenim gördüğüm pek çok kişi bugün önemli görevlerde. Değişik vesilelerle yurtdışındaki toplantılarda tanıdığım ve ilişkimizin kopmadığı onlarca kişi var müzelerde, kültür bakanlıklarında. Bütün bunların yardımıyla asla varamayacağınız yerlere, makamlara, bir telefonla ulaşabiliyorsunuz. Çalışmalara nasıl başladınız? Sadece müzelere bel bağlayarak Picasso sergisi yapamayacağımızı anladım. Fransa'daki arkadaşlarımın yardımıyla Picasso ailesiyle temasa geçtim. Çünkü hiçbir müze koleksiyonu bu çapta, bütün dönemleri kapsayan bir sergi için eser veremezdi. Belki de kendi salonlarını boşaltmaları gerekecekti. Bunun üzerine, Bernard Ruiz- Picasso'dan randevu aldım. Randevu da öyle kolay verilmedi çünkü aile dışarıya kapalı yaşıyor. İlk başta araya girenlerin hatrına randevu verildiği belliydi. Beni de gayet mesafeli karşıladı doğrusu. Picasso'nun ailesiyle de görüştünüz... Kendime güveniyordum ama tabii ki akıllı davranmak, karşımdakine de güven vermek zorundaydım. Bir de yanlış vaatler yakışmazdı bana. Ama işim zordu; bir kere, Türkiye'nin modern sanat alanında fazla bir şöhreti yok ve ben de tanınmamış bir müzeden geliyorum. Daha önce ne yaptığımızı sorsa, sadece ve sadece Floransa sergisini yapmışız, uluslararası boyutta başka bir sergimiz olmamış. Gerçi Sakıp beyin hat sanatı koleksiyonu Louvre'da, Metropolitan'da sergilenmiş ama bunun da bizim amaçladığımız sergiyle bir ilgisi yok. Dolayısıyla Bernard, Türkiye'yi tanımıyor, Türkiye'ye gelmemiş ve birdenbire bir kadın çıkıyor karşısına ve diyor ki biz Picasso sergisi istiyoruz. "Niye?" Çünkü öyle bir hayalimiz var. "Peki binanız ve müzeniz?" Müzemiz de şu anda yapılıyor. Şimdi bu kadar komik şartlarla bir adamın karşısına çıkıp da sergi isteyen ilk benimdir herhalde. İçeri girdiğinizde kafanıza koymuş muydunuz ben bu işi halledip çıkacağım diye? "Serginin çapını büyüttük" Ne tuhaftır ki öyle... Dedi ki "Düşünmemiz lazım, bu zor bir iş. Resimlerin gideceği yerin tüm altyapısı en yüksek düzeyde olmalı." Tamam dedim kendisine, sizi ikna edeceğiz! Ve onu Türkiye'ye davet ederek şunları söyledim: "Gelin, göreceksiniz ki elimizde çok iyi yetişmiş insanlar var. Ben bütün tecrübemle sizi temin ediyorum, bu sergiyi yapacağız ve çok güzel olacak." Bernard altı ay sonra eşiyle birlikte Türkiye'ye geldi. Ama ikna oldu... Geldikleri zaman kıştı ve biz ona koca bir çukur gösterdik, yapıyoruz dedik. Yani gelmese miydi diye düşünmedim değil. Tabii kendisini üniversiteye götürdüm. Orada işin boyutunu anladı, rektörle tanıştı, üniversiteyi gezdi. Çok ciddi bir kurumla karşı karşıya olduğunu fark etti. Güler hanımla holding binasında görüştüler. Burada onun istediği bütün şartları yerine getireceğimizi belirten planlar, projeler yapıldı; mimarlarla konuştu, sonra da geri döndü. Arkasından sergiler yöneticisi ve dış ilişkilerle meşgul olan Selmin Kangal ile Paris'e gittik. Binanın sonuna gelinmişti. Bütün projelerimizi, maketlerimizi yanımızda götürdük, ilk ciddi görüşme o zaman cereyan etti. Bernard bizi küratör olacağını düşündüğü Marilyn McCully ile tanıştırdı. Katalogla ilgili görüşlerimizi belirttik. Tabii ki bu arada serginin boyutunu değiştirdik. Çünkü Bernard'ın herhalde bizim buradaki bir ilki gerçekleştirecek olmamızdan kaynaklanan tereddütleri vardı, onun için de başlangıçta daha mütevazı bir sergi programı önermişti bize... Müze ne durumdaydı o zaman? Olacaksa en iyisi olmalı, bütün dönemleri kapsamalı dedik ve böylece işin çapı büyüdü, öyle olunca zorluk ve masraf da büyüdü. Ama sonuçta önemli bir yol almış olduk. Kabul etmediniz tabii... "Bu serginin AB ilişkilerine olumlu katkısı olacak" Serginin tanıtımı yurtdışında da çok iyi yapılıyor. Bütün sanat dergilerinde, ciddi gazetelerde, ilan ve röportajlar yoluyla yer alacak. Dünya sanat yayınlarında takvime girdiğiniz zaman, ki hiç olmadı şimdiye kadar, bu sizi bir anda o dünyanın parçası haline getiriyor. Sizce bu serginin AB'ye giriş sürecinde Türkiye'ye bir katkısı olacak mı? Kesinlikle. İşte Fransa'da şu var, Barselona'da bu var, New York'ta, Los Angeles'ta şunlar, İstanbul'da da Picasso sergisi var. Artık birdenbire siz o dünya sanat aleminin bir parçasısınız. Şimdiye kadar sadece Osmanlı sanatının, mimarisinin olduğu şehirken birdenbire bir dünya sanatıyla, bir Batı sanatıyla anılıyorsunuz. Dolayısıyla bu tanıtımın AB ilişkilerinde Türkiye'ye olumlu getirileri olacağını düşünüyorum. Bu sergiyle dünya sanat takvimine de girdik yani... Çıtayı yükseltmenin sınırı yok. Burada bundan sonra çok büyük sanat eserleri sergileyebileceğiz. Bir kere bu bir sınavdı. Genç bir kadromuz var. Bitmiş, bezmiş, "Aman bunu mu yapacağız?" diyen insanlar değiller. Bizimle aynı coşkuyu paylaşıyorlar. Dünyanın neresine giderseniz gidin, metropol müzelerinin ritmi böyledir, böyle olması lazım. Bizim onlardan bir farkımız yok ki. Deneyim deseniz var, eğitim deseniz var, dünyayla temas deseniz var. Yani bütün bunlar varken biz niçin ikinci ligde oynayalım, niçin iddiamızı ortaya koymayalım? Ne farkı var? Paris'te Centre Pompidou'ya Max Beckmann sergisi geliyorsa, bunu burada ben de yaparım. Bu insana müthiş bir özgüven veriyor, bırakın bana özgüven vermesini, ben artık yaşımı almışım, önümde geçmişteki yıllarım kadar yıl yok yaşanacak ama inanıyorum ki; burada, bu coşkuyu genç insanlara yansıttığım sürece en azından bu çekirdek kadro, bütün dünyayla buluşacak eğitime ve bilgiye sahip olacak, benden sonra da. Bu çapta bir sergiden sonra beklentiler de artacak, siz de bu çıtayı biraz daha yükseltme ihtiyacı duyacaksınız tabii.. "Hiçbir erkekle bu kadar yakın olmadım!" Aile çok sergi yapan bir kurum değil. Eserlerinin tamamı da ailede değil. Araştırsanız, dünyanın üç-dört yerinde Picasso sergilerine rastlarsınız. Bunu onlardan ayrıcalıklı kılmayı düşündük. Ailenin gözden kolay kolay çıkarmadığı parçalarının da yer almasını istedik. Göremeden öldüğü son sergisinden de parçalar var sergide. Bir Picasso uzmanı değilim ama en azından onu öğrenmeye gayret ettim. Şunu söyleyebilirim: Hayatımda hiçbir erkekle bu kadar yakın olmamıştım. Sergide Picasso'nun ömrü boyunca kendisine sakladığı, ölümünden bu yana sergilenmeyen eserleri de bulunuyor. Sergide "La Vie"yi, "Guernica"yı, "Avignon'lu Kadınlar"ı görebilecek miyiz? "Edgü'nün metnini Kenter seslendirdi" Gelen herkes kulaklıkla gezecek. Ferit Edgü'nün yazdığı metni izleyiciler, Müşfik Kenter'in sesinden dinleyerek belli eserlere odaklanabilecekler. Üç ayrı film gösterilecek. Biri Clouzot'nun "Le mystere Picasso" filmi. Uzun bir film ve her gün gösterilecek. Diğeri Picasso'yu çalışırken gösteren kısa bir film, sergi boyunca ayrı bir salonda durmaksızın dönecek. Bir belgesel daha olacak. Konferanslar verilecek. İlki ayın 24'ünde; yaşayan en büyük Picasso biyografisti ve Picasso'nun yakın dostu John Richardson, New York'tan geliyor. Katalog çalışmalarını yapan bir diğer Picasso biyografisti Marilyn McCully ile söyleşi tarzında bir konferans verecekler. Ayrıca Picasso'yla iki gün geçirmiş olan Ara Güler'in Doğan Hızlan'la bir söyleşisi de sergi programında yer alacak. Sergi sırasında başka ne gibi etkinlikler olacak? "Türkiye'de böyle bir sigorta primi ödenmedi" Tabii, tabii. Hatta bütün nem, ısı, hava filtrasyonu değerlerini de günü gününe gönderdik. Bernard buraya geldiği zaman, koruma uzmanı olan Claire Guerin de onunla birlikteydi. Claire üç gün didik didik müzenin değerlerini inceledi. Bütün vitrinlere baktı, salonları gezdi. Notlar, ölçüler aldı. "Vitrinlerin altlarında ağırlıklar bulunacak, yerinden oynamayacak; Türkiye deprem kuşağında, vitrinlerin kırılmaması lazım" dedi. Ama zaten biz yeni binamızı yaptırırken gelecekteki bütün hedeflerimize göre hazırlamıştık her şeyi. Binanın içindeki bütün fiziki kontrol ve alarm sistemleri, merkeze bağlı veriler, ışık verileri zaten inşaat safhasında planlanmıştı ve yürütülüyordu. Bütün bu şartları yerine getirmemiz; işte, duvarın badanasının muhakkak yanmayan ve su bazlı, kimyevi madde içermeyen, gaz neşretmeyen biçimde olması lazımdı. Aynı şekilde vitrinlerin ahşabının, içinde asla ve asla böcek barındırmayan türden yapılması gerekliliği... O kadar ki bunun için Uzakdoğu'dan ağaçlar getirildi, onlarla yapıldı vitrinler. Sergi için duvardaki badana örneklerine kadar almışlar... Kesinlikle. Ama rakam veremem. Sadece çok yüksek olduğunu, bugüne kadar Türkiye'de böyle bir sigorta primi ödenmediğini söyleyebilirim. Epey ağır koşullar. Bu çapta bir serginin sigorta masrafı da çok ağır olmalı. Buradaki bütün güvenlik ekibi çok üst düzeyde, ayrıca eğitim aldı. Mevcut sayı artırıldı. Her köşede güvenlik kameraları var. Bütün personel yangın eğitimi gördü. Tabii bunun sonu yok. Devlette de terör birimleri var ama yine bazı olaylar oluyor. Yani özetle, gerekli bütün altyapıyı sağlayacak hazırlıklar yapıldı. Bütün bunların zaten olması gerekiyordu. Picasso hayatının son günlerinde hafızasında yer alan imgelere, gençliğinde yaptığı resimlere, onların temalarına geri dönüşler yapmış. Yaşamının son yıllarında "Avignon'lu Kadınlar"ı dokuma haline getirtmiş. O dokuma ve "Avingnon'lu Kadınlar"ın eskizleri sergide var. "Guernica"nın gelmesi mümkün değil. Picasso vasiyetinde "Ülkem hürriyetine kavuşana dek vermeyin" diyor. İspanya'da Franco ölüp demokrasi geldikten sonra sanatçının vasiyeti gereği "Guernica" Madrid'e gönderildi; şu an Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia'da. "Avignon'lu Kadınlar"ın ise New York'tan verilmesi zor. Zaten gelecek resimlere serginin küratörleri karar verdiler, seçimi onlara bıraktık. Peki güvenlik? "Görevimizi yaptık ama jandarma değiliz" Picasso para eden bir isim. İzinsiz veya kötüye kullanılması çok kolay. Bir sürü üründe Picasso'nun desenleri kullanılmış geçmişte, eşarpları bile yapılmış. Daha ilk görüşmemizde, resimlerin hediyelik eşya, fotoğraf, kitap gibi alanlarda kullanımını önleyip önleyemeyeceğimizi sordular. Bunun için sıkı kriterler var. Biz bunu ilk defa Picasso olayında yaşıyoruz ama aslında dünyada geçerli olan kriterler bunlar. Chagall, Picasso, Matisse gibi tanınan, bilinen ve marka olmuş isimler söz konusu olduğunda telif hakları son derece titiz bir şekilde takip ediliyor. Tabii bu Türkiye'nin yeni yeni tanıdığı bir olay. Bu sergiyle birlikte "Picasso kriterleri"yle tanıştık. Biraz bunlardan söz eder misiniz? Mahkemeye verirler. Zaten takip ediyorlar. Bernard'a Türk basınında çıkan her şey çevrilip bildiriliyor. Biz gerekli uyarıları yaptık. Basın toplantısında dile geldi, yazılı halde bildirildi. Fotoğraf çekmek zaten yasak. Yalnızca bizim verdiğimiz fotoğraflar, referans bildirilerek kullanılabilecek. Biz görevimizi yaptık ama jandarma değiliz ki her gazeteyi takip edelim. Pek çok kişi şüpheyle bakıyor bu olaya, Türk basınını terbiye etmek size mi düştü diye serzenişler duymuyor değilim. Ama bunlar beynelmilel standartlar. Esas kaygı sanat eserinin zarar görmemesi. Mesela basından biri çıkıp da poster gibi açarsa sergiden bir resmi? Paris ve Barselona'daki Picasso müzelerinden, Musee d'Art Moderne Lille Metropole'den, FABA'dan (Fundacion Almine Bernard Ruiz-Picasso para el Arte) ve aile koleksiyonlarından Picasso'nun torunu Bernard Ruiz-Picasso tarafından seçilen eserlerin kronolojik olarak sergileneceği "Picasso İstanbul'da" sergisi, Sabancı Holding'in desteği, FABA ile İstanbul Fransız Kültür Enstitüsü'nün katkılarıyla düzenleniyor.Serginin küratörlüğünü Picasso'nun torunu ve Malaga'daki Picasso Müzesi'nin Başkanı Bernard Ruiz-Picasso, FABA Başkanı Almine Ruiz Picasso ve Images Modernes temsilcisi Marta-Volga Guezala'nın yanı sıra, Sakıp Sabancı Üniversitesi Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer ile Sergiler ve Dış İlişkiler Yöneticisi Selmin Kangal yürütüyor.Serginin katalog çalışmalarını, Picasso biyografisti Marilyn McCully yaptı. Katalogda, dünyaca ünlü Picasso biyografisti John Richardson ve Michel Leiris gibi uzmanlar tarafından kaleme alınan makalelere yer verildi. Ayrıca, ünlü ressamlarımızdan Abidin Dino'nun Picasso ile ilgili anıları da katalogda bulunuyor. Katalogda Dino'nun Picasso anıları da var