Pazar "İçkinin tadını merak ettim ama içemedim"

"İçkinin tadını merak ettim ama içemedim"

23.01.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Adı Latifken nasıl Abdüllatif oldu? Hayatını neden Marksizmle tanışmadan önceki ve sonraki dönem diye ikiye ayırıyor? İçki masalarında sigaraya nasıl başladı? Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener yaşamının bilinmeyen yönlerini anlattı...

İçkinin tadını merak ettim ama içemedim

axpaz011.jpg Başbakan yardımcılığı, ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı gibi ağır ve de kulağa çok sıkıcı gelen sıfatların arkasında o kadar renkli bir insan var ki, Şenerle daldan dala atladık. Üniversite yıllarında Marksizmle tanıştıktan sonra yıllarca inancını sorguladığından gerçek adının ne olduğuna kadar hiç bilmediğimiz hikayelerini dinledik. Siz biliyor muydunuz "Abdüllatif Şener"in, aslında "Latif Şener" olduğunu! Bütün ailesi ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dahil tüm yakınları ona "Latif" diye hitap ediyor. Şener de bundan sonra kendisine "Latif" denmesini istiyor. Ve bu da Abdüllatif Şenerin "Latif Şener" olarak ilk röportajı oluyor... Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener bir sohbetimizde hayatında dönüm noktası olan ve pek çok kişinin bilmediği bir anısından söz etmiş ve bunu bir gün röportajımızda anlatacağına söz vermişti. İşte o sohbetten bir yıl sonra Şener sözünü tuttu ve o ilginç olayı konuşmak üzere bir araya geldik. Evlendiğim gün! 6 Şubat 1982... Ne yapıyorsunuz? Ölüme en yakın olduğum gündür o. Çok kişi bilmez bunu. Evliliğimizin ikinci günüydü galiba. Demetevlerde bir ev tutmuştuk. Asansörsüz altıncı kat. Ucuz olsun diye sobalı daire bulmuştuk. Gece saat 12.00yi geçti. Sobanın kovasını çıkardım, doldurayım diye. Baktım sönmüş. Nasıl olsa yatıyoruz diye vazgeçtim. Meğer kova açık havaya çıkınca tekrar tutuşurmuş. Yattık. Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Hanım "Başım ağrıyor" dedi. Benim de ağrıyor! Biraz sonra "Hadi doktora gidelim" dedi. "Eyvah, çattık. Daha ilk günden doktora gidelim diyor. Nazlı gelin almışız. Bu işin sonu ne olacak" diye geçirdim içimden. "Gece yarısı ne doktoru, geçer" dedim. Ama çok önemli bir gün sizin için. İki açıdan: Evleniyorsunuz ve bir olay daha yaşıyorsunuz. Çoğu kişi bilmiyordur... Biraz sonra ağlamaya başladı. O zaman ben doğrulayım istedim. Doğrulamıyorum. Hafızam da iyi değil. Hanım da doğrulamıyor. Çok ciddi bir şey var diye konuştuk. Konuşma kabiliyetimiz devam ediyor. Zorladım, zorladım, kalkamıyorum. Yuvarlanarak karyoladan yere attım kendimi. Sürüne sürüne pantolonuma uzanıp yerde giydim. Gömlek filan yok üzerimde. Öylece bulduğum ceketi de üzerime geçirdim. Sürüne sürüne çıkış kapısına gittik. Ayağa kalkamıyoruz. Zorla uzanarak çıktık. Apartman boşluğuna varınca biraz oksijen aldık, kendimize gelmeye başladık. İyice toparlanıp ayağa kalkabilir hale gelince Hacettepeye gittik. Bize serum taktılar. Eğer beş dakika daha kalmış olsaydık, ölmüştük. Siz de acıklı şeyleri anlattırıyorsunuz bana... Sonra? "Artık yeniden Latif olmak istiyorum. Latif desinler bana" Evet, benim ailedeki adım Latiftir. Doğduğumda ismimi Latif koymuşlar. Abdüllatifin nereden çıktığını uzun süre ben de anlayamadım. Küçükken Latiften başka da bir isimle çağrılmıyordum. Okula başladım. Birkaç hafta sonra öğretmen "Senin adın ne?" diye sordu. "Latif" dedim. "Bir yanlışlık var, senin adın Abdüllatif" dedi. Eve gittim. "Öğretmen benim adımı değiştirdi" dedim. Annem bilmiyor, abilerim, hiçbir amcamız, akrabamız bilmiyor. O gün akşam babam işten geldi. Benden önce evdekiler, "Öğretmen Latifin adını değiştirmiş" diye anlattılar. O zaman babam dedi ki, "Onun nüfus cüzdanındaki ismi Abdüllatiftir". Ama ben her zaman Latif olarak kaldım. Artık yeniden Latif olmak istiyorum. Latif desinler bana. Abdüllatif bey, yakınlarınız size "Latif" diyor bildiğim kadarıyla, değil mi? Evet. Babam Devlet Demiryollarında Sivasta kısım şefiydi. Demiryolu atmosferi benim kişiliğim üzerinde büyük etki yaratmıştır. Benim için demiryolu, rayların bilmediğim yerlerden gelip bilmediğim yerlere gittiği bir gizemli yol... Bazen binip onlara gitmek istemişimdir. Babamı da bir tren kazasında kaybettim. 1965 yılıydı, ben orta 1e yeni başlamıştım. O yüzden hayatımda demiryolu çok önemlidir, iyi taraflarıyla, acı taraflarıyla... Adınızı babanız mı koymuş? Ailede herkes babama çok özel bir ilgiyle bakardı. Benimle de çok ilgilenirdi. Babamın vefatı büyük boşluk yarattı tabii. Babanızı erken yaşta kaybetmiş olmak nasıl duygular yaşattı size? Onun burukluğunu devamlı hissettim. Hiçbir zaman dolmadı yeri. Ben yıllarca kimseye "Başın sağolsun" diyemedim. Babam öldüğünde aylarca "Başın sağolsun" dediler. Çok yormuştu bu sözler beni. "Başın sağolsun" lafını artık zorunluluktan dolayı, siyasete atıldıktan sonra söylemeye başladım. Bunu söylemek çok ağır geliyor bana. Nasıl kapattınız o açığı? Ekonomik olarak zaten çok iyi durumda değildik ama çok kötü durumda da değildik. Ortaokul yıllarında simit, çakmak, çakmak taşı, benzin sattım, doğru. Geçenlerde Ali Kösedağ isminde bir işadamı geldi, bir ara kendisi Sivaslı İşadamları Vakfının başkanıydı. "Sayın bakanım, bir şey soracağım da ayıp olur mu? Siz Sivasta 1960lı yıllarda Hükümet Meydanının orada simit satar mıydınız?" dedi. Evet, satardım. "Ya biz bu işi beraber yapardık" deyince bir düşündüm, gerçekten beraber simit sattığım arkadaşlarımdan biri. "Kaderin cilvesine bak" dedim, "sen büyük bir işadamı oldun. Biz de siyasete atıldık." O yüzden sokaktaki simitçi çocuklara geleceğin işadamları olabilirler diye bakarım ben. Yani o yaşlarda para kazanmaya başlamıştım. Ama aklım fikrim kitaplardaydı. Kazandığım bütün parayla kitap alıyordum. Ekonomik olarak nasıl etkiledi bu sizi? O yıllarda simit satmaya başlamışsınız sanırım... Evet. Derslerim çok iyiydi. Eve postayla takdirler gelirdi ama annem okuma yazma bilmezdi, gösteremezdim. Ben daha o zaman demiştim "Üniversitede öğretim üyesi olacağım" diye. Önce gelirler kontrolörü oldum. O kadar idealisttim ki, işten ayrılarak, kazandığım maaşın üçte birine üniversiteye asistan olarak girdim. Doktora bitti, dekan yardımcılığı yaptım... Ama çok sıkıntı çektim. Onun için mi akademisyen oldunuz? Doğru. Evim olmadığı için devamlı taşınıyordum. Yine bir taşınma sırasında artık canıma tak etti. Böyle bir ortamda siyasete girme teklifi alınca da bıraktım hocalığı. Akademisyen arkadaşlarım "Yahu seni bu kiracılık bakan yaptı" diyorlar. Hakikaten öyle. Kaderin cilvesi mi, küçük yaşta atıldığınız ticareti akademisyen olmak için bırakıyorsunuz ve akademisyenliği bırakma nedeniniz de parasızlıktan bıkmanız, para kazanmak istemeniz? "Hayatımın en güzel saatlerini içki masalarında geçirdim" Maalesef. Bira dahi içmedim hayatımda ve tadını bilmiyorum. Latif bey, hiç içki içtiniz mi? (Gülüyoruz) Yani... Merak etmez olur muyum, merak ettim ama içemedim. Bakın ben hayatımın en güzel saatlerini içki masalarında geçirdim. Şimdi bunu üst başlık yapmayın. Niye maalesef diyorsunuz. İçmiş olmayı mı tercih ederdiniz? Olur. Bu içki masalarında içmiyordum. Ama oturuyorduk, sohbet ediyorduk. Boluda öğretim elemanı olarak çalışırken hoca arkadaşlarla beraber akşam vakti lokantaya gidiyorduk. Benim dışımda herkesin tercihi içkili bir lokanta oluyordu. Bir-iki kadehten sonra sohbet koyulaşıyordu. O çakırkeyiflikle çok güzel sohbetler yapılıyordu. Hoşuma gidiyordu. Sol ve entelektüel bir kadroydu. Ben de su içiyordum. İçki yok, sigara yok. Genel eğilimin dışında biriydim. Sohbetlere intibak edebilmek için o masalarda sigara yakmaya başladım. Sonunda tiryaki oldum. Tamam, alt başlık yaparız. "Yıllarca Müslümanlıkla inançsızlık arasında düşündüm. Marksizm inançlarımı sorgulamama neden oldu" Şunu söyleyebilirim. Üniversiteye başladığımda Marksizmle tanıştım ve çok etkilendim. Çocukluğumda dindar yetiştirilmiştim. Ben dinsizliği de bir din sayıyorum. O yıllarda Müslümanlıkla dinsizlik arasındaki çizgide çok yoğun düşündüm. Marksizm inançlarımı sorgulamama neden oldu. Ama sonra ben yine inançlarım çerçevesinde düşünce biçimimi oluşturdum. İnanç bağlantılı hayatımı ikiye ayırmak lazım: Marksizmle karşılaşmadan önceki dönem ve sonraki dönem. Beraber yemeğe gittiğiniz arkadaşlarınızın sol kadrodan olduğunu söylediniz. Ya siz? Önceki dönemde ben dini metinlerdeki tüm düşüncelere tereddütsüz inanan, kabul eden, sorgulamadan benimseyen biriydim. Buna taklidi iman derler. Ve ilk kez Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde Marksizmle tanıştım. "Din halkın afyonudur" temel bir cümledir biliyorsunuz. Bunlar beni düşünmeye sevk etti. O etkiyle ben bu sefer taklidi imandan, tahkiki imana geçtim. Sorgulama dönemi uzun sürmüştür. Beş, altı yıl belki. Benim için o kadar sancılı bir süreçti ki beş kez mide kanaması geçirdim. Bu mide kanamaları hep Marksizmle karşılaşıp İslamiyet konusunda kendi kendime sorgulama yaptığım dönemlerde oldu. Bu, hayatım boyunca yaşadığım en sıkıntılı dönemdir. Sabahlara kadar düşünmekten yatamadığımı biliyorum. Sonunda da mide ameliyatı geçirdim. Eğer gençlik yıllarımda elimde Kuran-ı Kerim yerine, Kitab-ı Mukaddes olsaydı, Marksizmle tanıştıktan sonra öbür tarafa geçmiş olurdum. Bunları ilk kez anlatıyorum. Ne fark var? Bir şey anlatacağım: Beş-altı sene önce birkaç milletvekili bir aradayız. Melih Gökçek de bizimle. O sırada, bir solist Kanal Ada istek üzerine sanat müziği parçaları okuyor. Melih bir şarkı istedi. Sonra "Abdüllatif Şenere veriyorum" diye telefonu elime tutuşturdu. Ben de "Bu Gece Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbulun" şarkısını istedim. Kapatır kapatmaz "İsteyecek başka parça bulamadın mı, şimdi mahvolduk" tepkileriyle karşılaştım. Melih "Yarın bana sorarlarsa ben diyeceğim" diyor. Bir de canlı yayına bir izleyici bağlanıp beni eleştirmesin mi! Solist "Bu sizin bildiğiniz anlamda meyhane değil" diye beni savundu. Melih ve diğer milletvekilleri "Sorarlarsa böyle diyelim" diyorlar. "Hayır" dedim, "bu bildiğiniz meyhane. Bu sanattır." Niye çekinecekmişim! Bunları anlatmak cesaret ister...