Pazar İznik Gölü’nde akşam (3)

İznik Gölü’nde akşam (3)

12.10.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Osmanlı’nın ilk başkenti olan İznik’te erken Osmanlı sanatının tüm özelliklerini taşıyan cami, medrese, imaret ve hamamların eski mimari dokuya katkıları ilk bakışta göze çarpıyor

İznik Gölü’nde akşam (3)

Bizans ne tarihi ne de kültürüyle yakın bize. Onu yok sayan Osmanlı mı yoksa cumhuriyet Türkiye’si mi bilemeyeceğim. Belki her ikisi de. Yine de şunu söyleyebilirim: İznik’in fethinden sonra Ayasofya’ya minare ekleyen Osmanlı, Yeşil Cami’nin yapımında da eski Bizans sütunlarını kullanmıştı. Bununla da yetinmemiş, özellikle İstanbul’un fethinden sonra kiliseleri cami yaparken Bizans kurumlarından ve mimarisinden de bir ölçüde etkilenmişti.
Sonra, ne olduysa oldu, bu topraklarda 1000 yıldan fazla yaşamış bir emperyal kültürü yok saydık, Selçuk ve Osmanlı’yla başlattık Anadolu tarihini. Hatta, diyebilirim ki, yalnızca Bizans’a değil, hepi topu 13 yüzyıldır üzerinde yaşadığımız bu topraklarda tarih boyunca yeşermiş kültürlerin hemen tümüne yabancı kaldık.
Sonunda ayrık otlarıyla kaplı boş arsada, yıkılmış bir sur ya da kilise duvarının dibinden geçilerek inilen merdivenin dibinde buldum Ayazma’yı. Girişindeki demir parmaklıklı kapının üzerinde bir asma kilit vardı, içeriye göz attığımda ıslak tavanın altındaki sunak taşını gördüm. Her yer pislik içindeydi.
Osmanlı’nın ilk başkenti olmuş İznik (1331), bu nedenle erken Osmanlı sanatının tüm özelliklerini taşıyan cami, medrese, imaret ve hamamların eski mimari dokuya katkıları ilk bakışta göze çarpıyor. Ne var ki sonradan önemlerini yitirince, yıllarca Osmanlı sarayı için çalışan seramik fırınları gibi onlar da ihmal edilip bir köşede unutulmuş.
Gerçi bugün Nilüfer Hatun İmareti bahçesinde antikçağ eserlerinin sergilendiği bir müze; tek minaresinde renkli tuğlalar parıldayan, turkuaz halkalar boy gösteren Yeşil Cami, küçük ve büyük kubbeleri, Bizans sütunları, mihrabındaki eşsiz taş işçiliğiyle erken Osmanlı mimarisinin hiç kuşkusuz  en özgün camilerinden biri olan bu yapı, ziyaret ve ibadete açık. 

Keşke daha önce gelseydim
Günümüzde İznik adının Londra, Paris, New York gibi kültür başkentlerinde yapılan açık artırmalarda oldukça sık geçtiğini çünkü üzerlerinde mavi, yeşil, kırmızı güllerle laleler açan, çayırlar göveren, serviler salınan ünlü çinilerinin çok yüksek fiyatlara alıcı bulduğunu da belirtmeliyim.
“Boğazkesen”in Çandarlı Halil bölümünü yazarken gelmek istemiştim buraya, hem Fatih’e hem de babası II.Murat’a sadrazamlık etmiş bu büyük devlet adamının türbesini görmek için. İznik yolculuğumu roman yayımlanmadan önce gerçekleştirebilseydim türbe ve çevresini daha ayrıntılı biçimde anlatırdım.
Çinileri betimlerken de kırmızıya yer vermezdim. Kırmızı o devirde kullanılmıyordu çünkü, dolayısıyla Bizans’dan rüşvet aldığı için değil, kuşatma sırasındaki barışçı siyaseti nedeniyle katledilen Çandarlı’nın türbesindeki çiniler romanda yazdığım gibi kan ve şiddeti çağrıştıramazdı. Oysa bana tam da bu çağrışıma yol açacak simgeler gerekiyordu.
Vezir-i azam Çandarlı Halil İbrahim Paşa, Lefke Kapısı’na varmadan surların hemen dibindeki türbesinde son uykusunu uyuyor şimdi. Mermer taşın altında, savaştan, sarayda olup bitenlerden, dünyanın “hay-ı huy”undan uzak. Onu rahat bırakmalıyım artık, yanlışımı düzeltmek içinse çok geç. Kitap birçok dile çevrildi, hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaştı. Hem kırmızı, Çandarlı zamanında değilse bile daha sonraki yıllarda İznik çinilerinin en albenili renklerinden biri oldu. Hatta minyatür sanatını ve sanatçılarını anlatan bir tarihsel romanın adıyla birlikte anılmaya başlandı.
Demek ki okunmak için bazı yaşları bekleyen kitaplar gibi bazı renkler de belli dönemleri bekliyor.
Göl kıyısındaki bir lokantada karşıladık akşamı. Günbatımında kırmızının bütün tonları manzaraya hakimdi. Kuzeyde Samanlı güneyde Katırlı Dağları ile çevrili İznik Gölü’nde sular kararırken kedehimizde rakı, soframızda derin sularda avlanmış bir yayın balığının ızgara şişi vardı.
Bu balıkların gölden çıkıp kedi ve köpekleri, kimi zaman da sahipsiz çocukları yuttukları anlatılıyordu  yan masada. Onlara yerli halkın “bıyıklı” dediğini, haklarında çeşitli efsaneler uydurulduğunu biliyordum. 
İznik yolculuğunun başında bana eşlik eden Haşim’in dizeleri  gün biterken de aklımdaydı... “Akşam, yine akşam, yine akşam / Göllerde bu dem bir kamış olsam” dizelerini mırıldanırken İznik Gölü’nde gün artık akşam oldu.

Yazarlar