Pazar Kentler ve heykeller

Kentler ve heykeller

11.02.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Avrupa kentlerinde artık anıt heykeller dikilmiyor. O kentin, o ülkenin tarihine, kültürüne damgasını vurmuş şahsiyetleri anmak için küçük, alçakgönüllü, olağan, yani insani boyutlarda, hatta kendi boylarında heykelleri yapılıyor

Kentler ve heykeller

SEYİR DEFTERİ Hemen arkasında iki çınar ağacıyla bir akçam vardır, kaidesindeyse mermere kazılı şu satırlar: "Prens Otto Bismarck'a Grünewald sakinlerinin şükranlarıyla." Başında fötr şapka, düğmeleri sımsıkı iliklenmiş redingotu ve sol elinde tuttuğu bastonuyla bir eski zaman prensidir sanki, yine de aramızdan biri gibidir. Berlin'de Bismarck'ın bir heykeli var. Belki birkaç tane vardır da ben yalnızca Grünewald'dakini biliyorum. Roseneck'e doğru ormanı kateden Hubertusallee üzerinde, adını ünlü Alman siyasetçisinin adından alan Bismarckolatz'ın küçük parkında bu heykeli görebilirsiniz. Sağ yanında kıçüstü oturmuş, caddeyi süzen kurt köpeğiyle ilk bakışta dikkat çeker. Yolum bir sonbahar günü düştü oraya. Yerde çürümeye yüz tutmuş sarı, kızıl, bakıra çalan yapraklar ıslaktı. Yine yağmur kokusu vardı havada. Bahçe içinde iki ya da üç katlı, dayalı döşeli, insana "Ev dediğin işte böyle olmalı" dedirten yapıların önü sıra yürümüş, savaştan önce zengin Yahudilerin oturduğu Berlin'in bu en gözde semtinde avare dolaşıp caddenin sağında, salkım söğütlerin saçlarını yıkadığı küçük gölün kıyısında oturmuştum bir süre.Az ilerde, ağaçların arasına gizlenmiş Bismarck'ın heykeli ne küçük ne büyük, nasıl olması gerekiyorsa tam da öyleydi. Devlet adamı kişiliğini sadeliği içinde yüceltiyordu, devasa boyutlarıyla değil. Alman birliğini Prusya lehine sağlayan, günümüze dek aksamadan işleyen sosyal güvenlik sistemini kuran şansölye, köpeğini gezintiye çıkarmış bir yurttaş görünümündeydi. Bismarck'ın adını taşıyan ünlü zırhlının savaş sırasında denizin dibini boyladığını düşündüm. III. Reich'ın, yani Nazi Almanya'sının tahrip gücünü cisimleştiren o geminin çelik topları ölüm kustukça, bir başka savaşın, 1870 Alman-Fransız savaşının galibi Bismarck'ın anısı saygınlık kazanıyor muydu dersiniz? Hiç sanmıyorum. Avrupa'yı kasıp kavuracak savaşlar dizisinin ilki olan ve Prusya'nın gücünü tüm kıtaya kabul ettiren bu savaşla son savaş arasındaki zaman diliminde büyük yıkımlar yaşandı.Yenilginin ardından yeni bir Almanya doğdu. Daha doğrusu Batı kapitalizmi elbirliğiyle Stalin'e karşı liberal sistemle uyumlu -o günün deyimiyle "özgür dünyanın ayrılmaz parçası"- bir Almanya'yı yoktan var etti. Sade bir yurttaş gibi Bu var oluşun mimarının heykelini de görebilirsiniz Berlin'de. Adını taşıyan alanın bir köşesinde, bu kente her gelişimde Tegel Havaalanı'ndan bindiğim 109 numaralı otobüsün durağının dibinde, ilk bakışta göze çarpmayacak kadar küçük bir heykeldir. Konrad Adenauer hemen oradaki Graffiti kahvesinden çıkmış bir müşteriyi andırır. Elinde şapkası, sade giyimi, telaşsız yürüyüşüyle her hangi bir yaya gibidir. Sözü şuraya getirmek istiyorum. Bir dönemin simgesi olan devlet adamlarının devasa heykellerinin alanlardan, tepelerden, parklardan kaldırıldığı günümüzde biz cumhuriyetimizin kurucusunun anıt heykellerini dikmeye devam ediyoruz. Oysa at üzerinde, herkesin "Büyük" bizimse nedense "Deli" dediğimiz Çar Petro'nun St. Petersburg'daki heykelini andıran, Puşkin'in "Tunç Süvari" adlı şiirinden tanıdığımız ezici, yurttaşlık haklarını hiçe sayar gibi heybetle yükselen, dolayısıyla ister istemez kişiyi putlaştıran heykeller yerine daha sade, daha vakur, kurtuluş savaşımızın kahramanına daha çok yakışan heykelleri tercih edemez miyiz?"Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil / anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor" diyordu Nâzım Hikmet bir şiirinde. Ne var ki, Lenin'in heykellerine övgü düzen şairimiz nedense Prag üzerine yazdığı o duyarlı, nefis şiirlerinde kentin en yüksek tepesinden kente bakan devasa Stalin heykelinden söz etmemiştir. Heykel, Sovyet Komünist Partisi'nin 20'nci Kongre'sinden sonra bulunduğu tepeden kaldırılınca "Taştandı tunçtandı alçıdandı kâattandı iki santimden yedi metreye kadar" dizesini yazmakla yetinmiştir sadece. Bir dönemin simgeleri Avrupa kentlerinde artık anıt heykeller dikilmiyor. O ülkenin tarihine, kültürüne damgasını vurmuş şahsiyetleri anmak, anımsamak, halkın ortak belleğindeki tartışılmaz yerlerini öne çıkarmak için küçük, alçakgönüllü, olağan, yani insani boyutlarda, hatta kendi boylarında heykelleri yapılıyor. Fransa başkentini süsleyen heykeller arasında Rodin'in elinden çıkma Balzac heykeli, yazarın Fransız edebiyatındaki yeriyle orantılıdır bir bakıma ama yoğun, kütlesel, ezici bir duruşu vardır. Odeon'daki Danton heykeli gibi. Oysa Sorbonne Üniversitesi'nin karşısındaki Montaigne heykeli, gelip geçenlerin arasına karışmış, bir an soluk almak için oracığa oturmuş gibidir. Otururken de düşünmektedir elbet çünkü o bir dönem Bordeaux kentinin belediye başkanı değil, denemeleriyle Fransız edebiyatında çığır açmış, dünyaya bakışımızı değiştirmiş bir yazardır. Bir zamanlar İstanbul Belediyesi, yerinde bir kararla kentin görünür yerlerine ünlü yazar ve sanatçılarımızın heykellerini dikti. Bildiğim kadarıyla hiçbirinin, ne Yaşar Kemal'in ne de Abidin Dino'nun heykellerinin -belki Rumelihisarı'ndaki Orhan Veli'ninki hariç- olağan, insani boyutlarda olduğunu söyleyebiliriz. Bu alanda Avrupa ölçülerini yakalayabilmemiz için ulusal benliğimize kök salmış gurur duygularımıza çağdaş bir ayar yapmamız gerekiyor. Çağdaş bir ayar yapmalıyız