Pazar ‘Keşanlı için arabamızı verip bankadan kredi almıştık’

‘Keşanlı için arabamızı verip bankadan kredi almıştık’

18.12.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Gülriz Sururi 2,5 sene önce beynindeki damar tıkanıklığı nedeniyle felç geçiren eşi Engin Cezzar ile yeni hayatlarını anlattı: “Hastalıktan sonra Engin ile yeniden aşk yaşıyoruz sanki. Hayalim onunla 51’inci yıldönümümüzde dans etmek”

‘Keşanlı için arabamızı verip bankadan kredi almıştık’

Kızıl renk küt saçlar, düzgün bir perçem, çıkık elmacık kemikleri ve sürmeli kocaman, kapkara gözler... Gülriz Sururi ile Gümüşsuyu’ndaki evinde oturmuş kahve içiyoruz. Karşımda yıllardır değişmeyen fiziği ile çok güzel ve bakımlı bir kadın oturuyor. Çok da neşeli, o gün bizimle buluşacağı için rejime ara vermiş. Menüde çikolatalı pasta var. Çok severmiş. Bir yandan yiyor bir yandan anlatıyor.
Dizi olarak yayımlanmaya başlayan “Keşanlı Ali Destanı”ndan bahsediyoruz bir süre. Malum, “Keşanlı Ali Destanı” denilince akla gelen ilk isim hâlâ o. Eşi Engin Cezzar ile karşılıklı canlandırdıkları Zilha ve Ali’nin aşkı akıllardan hiç silinmedi. Sururi oyunun dizi olarak televizyonda yayımlanmasından dolayı mutlu ancak durmak bilmeyen telefonlardan biraz bunalmış: “Günlerim dizinin reklamını yaparak geçiyor. Her gün ‘Sizinki şöyleydi, böyleydi’ diye arayan insanlar var. Onlara önyargılı olmamalarını söylüyorum. Neticede bu bir dizi, tiyatro ile kıyaslanamaz” diyor.
Bu arada Sururi ciddi bir dizi izleyicisi. “Ezel”in hiçbir bölümünü kaçırmamış. Kıvanç Tatlıtuğ’u çok beğeniyor. “Aşk-ı Memnu”dan beri takip ediyorum. Bence Kıvanç, “Kuzey Güney”de kendini aştı.
En yakın zamanda onu bir sinema filminde izlemek istiyorum” diyor.


Malum, “Keşanlı Ali Destanı” dizi olarak yayımlanmaya başladı. İlk bölümü nasıl buldunuz?
Haldun Taner’i kaybettikten sonra eşi Demet Taner ile aramızda sıkı bir dostluk oluştu. Benim fikirlerime değer verir, bu proje ona ilk geldiği zaman da arayıp “Ne dersin?” dedi. Ben de içime doğmuş gibi “Çağan Irmak yönetirse ortaya güzel bir şey çıkar” dedim. Çağan beğendiğim yönetmenlerden biri. Hal böyle olunca ilk bölümü heyecanla bekledim. Nasıl bulduğuma gelince: Bu, dizi olduğu için arada tabii ki epey fark var. “Keşanlı Ali Destanı”nda tiplemeler vardır, olaylar ve karakterler karikatürize bir şekilde aktarılır. Haldun Taner’in çok kuvvetli bir mizah anlayışı vardı. Oyun başlar, daha ikinci sahneye geçmeden seyirci kahkahalar atardı. Burada öyle bir durum yok. Sanki gereğinden fazla ciddiye alınmış ve bu nedenle de Taner’in üslubu yok olmuş. Bir de Sineklidağ olmamış. Dizide normal bir köy dekoru var, besili tavuklar koşuşturuyor etrafta... Nerede şırıl şırıl lağımların aktığı mahalle?

Oysa set için çok çaba sarf edildi. Ben gördüm, evler gerçek ev. Damı bile akmıyor, her detay düşünülmüş.
Dediğim gibi köy olarak bakarsak güzel bir köy yaratmışlar ama tenekeden damları olan, takunyalı ve yırtık çoraplı insanların koşuşturduğu o yoksul yer yok. Evler kocaman bir kere, hep sofralar kuruluyor, yiyecekleri, içecekleri var. Sineklidağ’ın
en büyük özelliği olan açlık, sefalet nerede? Şöyle söyleyeyim “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde nasıl ihtişam varsa, saray hayatının şatafatı gözümüze sokuluyorsa burada da sefalet olmalıydı, fakirlik olmalıydı. Sonra kıyafetler de stilize edilmiş. Bu bir dönem dizisi diyorlar
ama kıyafetler o dönemdekileri yansıtmıyor bence.

Peki, “Muhteşem Yüzyıl”ın dekorunu beğeniyor musunuz?
İddialı bir iş, cesur bir yapım. Sonuçta ilk kez bir dönem dizisi bu kadar ciddi bir şekilde yapılıyor Türkiye’de. O nedenle takdir ediyorum ama dekor başarılı değil. Yabancı dizilere bakın, orada sarayları ve yaşananları ne kadar gerçekçi yansıtabiliyorlar. Bizde ise iki hafta öncesine kadar yemez içmez sultanlar vardı. Koskoca Osmanlı mutfağı yok. Adamlar yemeden, içmeden yaşıyorlar.

Hangi diziyi beğeniyorsunuz?
Valla “Kuzey Güney”i beğeniyorum. Kıvanç Tatlıtuğ çok başarılı. “Aşk-ı Memnu”da da takip ediyordum şimdi de ediyorum. Kendini aştı, yakında bir sinema filminde görmeyi çok isterim. Brad Pitt de benim için öyledir. Geçenlerde filmine gittim hem güzel bir adam izledim hem de başarılı bir oyuncu.

“Keşanlı Ali Destanı” ile fikrinizi merak eden bir tek biz değilizdir. Ekipten de sizi arayıp soranlar oldu mu?
İnanır mısınız her gün telefondayım. Mütemadiyen dizinin reklamını yapıyorum. Çünkü arıyorlar “Efendim sizinki şöyleydi”, “Sizin Keşanlı’yı şöyle izlerdik” diye dert yanıyorlar. Ben de “Yapmayın, etmeyin bu bir dizi. Tabii ki farklı bir mantıkla ele alacaklar. Önyargılı olmayın, başarılılar” diyorum. Sonuçta bizim oyunu sahneye koymamızın üzerinden 47 yıl geçti. “Aşk-ı Memnu” ve “Yaprak Dökümü” de dizi oldu. Birebir aynı mıydı? Senaryo değişiyor, uzuyor, karakterler ekleniyor. Mesela şu an Keşanlı’nın oyunda görmediğimiz bir haliyle karşı karşıyayız.
Ali hapse girmeden, kabadayı olmadan önce sünepe bir delikanlı. Sonra işyerindeki sarışın kız figürü var. Bunlar hep yeni. Nejat İşler’in çok iyi bir iş çıkardığını söylemem gerek. Zaten onun oynayacağını öğrendiğimde “Banko” demiştim. Belçim’i de tanımıyordum ama başarılı buldum. Bir diğer favori karakterim ise İzmarit Nuri. Hatta bence Haldun Taner’in oyunda yansıtmak istediği mizahı oyunculuğu ile gösteren bir tek o.



“Engin kendini ifade edemiyor, bir tiyatrocu için çok acı tabii”


İki yıldır Engin beyin rahatsızlığı nedeniyle çok zor bir dönem geçiriyorsunuz. Bu konuda konuşmaktan pek hoşlanmadığınızı bilsem de sormadan edemiyorum...
Sanırım artık konuşmak istiyorum. Engin iki buçuk yıl önce bir emboli geçirdi. Kanını sulandıran ilaçları almadığı için bir pıhtı beyindeki bir damarı tıkadı. Sağ tarafı felç oldu. Hastanede bir ara onu kaybetme eşiğine bile geldik. Ama savaştı ve hayatta kaldı. Şu an felç tamamen geçti, biraz parmak uçlarında uyuşma var o kadar. Ama esas hasar beyninin sol tarafında oldu. O bölüm konuşma merkezini kontrol ediyormuş. Algılamasında, zekasında bir sorun yok ama kelimelerini kaybetti. Okuyamıyor, yazamıyor, kendini ifade edemiyor. Bir tiyatrocunun bu durumda olması çok acı tabii.

Morali nasıl? Siz nasılsınız? Böyle hastalıklar karı-koca ilişkisini anne-çocuk ilişkisine çeviriyor...
Engin ilk altı ay yataktaydı, o zamanlar çok sinirliydi. Tabii ki çok zorlandık ama şimdi bambaşka bir boyuta geçtik. Morali iyi, ben onun moralini iyi tutuyorum. O kadar sene sonra yeniden âşık olduk, tekrar flört etmeye başladık. Sinemalara, yemeklere gidiyoruz. Tek sıkıntım 50’inci yılımızı kutlarken dans edememiş olmamız. Benim hep hayalimdi, o yıldönümü özel olsun, dans edelim istiyordum. Bakalım belki de 51’inciyi kutlarken dans edebiliriz. Bana hep güçlüsün derlerdi, bir kere daha anladım ki gerçekten güçlü bir kadınım. Bu olanlara hiç şaşırmadım, olduğu gibi kabullendim. Üstesinden geldim. Bir de konuşturabilseydim harika olurdu..

Sizin “Yıllar önce güzellik alnımdan öptü ve gitti” diye meşhur bir lafınız var. Oysa hâlâ çok güzel bir kadınsınız, çok bakımlısınız...
Güzel değilim bence ama yaşıma göre iyiyim. 20 sene önceki resimlerimdeki halime güzel diyebiliriz bak. Bu halimi de doktorum Hande Bozatlı’ya borçluyum. Önce botoks yapıyordum sonra lifting ile yüzümü gerdirdim şimdi de kök hücre tedavisi uyguluyorum. Kanımı alıyor, ayrıştırıyor ve yeniden yüzüme enjekte ediyor. Çok işe yarayan bir sistem. Ben yüz ifadesini değiştiren estetik ameliyatlara karşıyım. Bazen eski tanıdıklarla karşılaşıyorum ve tanımıyorum. Estetikten ifadesi tamamen değişmiş, yüzünü tef gibi gerdirmiş, o tanıdığım kişiden eser kalmamış oluyor. Hande hem doktorum hem arkadaşım. Engin’in hastalandığı dönem saçlarımı bile boyamıyordum. Beni zorla hayata döndürdü.




“Son yirmi yıldır tiyatro sahnesinde yıldızlaşan biri olmadı. Zuhal Olcay’da kaldık”


- “Üçüncü anı kitabımı yazıyorum. Çoktan baskıya girmiş olması gerekiyordu ama Engin’in rahatsızlığı nedeniyle ertelendi. O dönemde yaşadıklarımı da ekledim. Anı yazmak tam bir terapi, insan kendine uzaktan bakabiliyor ama çok da zor. Okuyucunun önünde çırılçıplak durabilmek gerek.”
-“Bugünün starları dizi starları. Son yirmi yılda tiyatro sahnesinde yıldızlaşan birini hatırlıyor musunuz? Bence Zuhal Olcay’da kaldık. Yetenekli gençler var ama başarının yolu diziler. Mesela Ayça Bingöl. Ben tiyatro sahnesinde izleyip hayran kalmıştım, insanlar ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ ile tanıdılar.“
-“Bugün Zilha’yı oynasam ve günümüze uyarlasam bambaşka bir şey çıkar ortaya. Mesela zamanında file çorapla Sokak Kızı İrma’yı oynamıştım. Şimdi
olsa dövmeli, orasından burasından zincirler sallanan, deri giyen serseri bir kız olurdu İrma.”
-Saçlarımı artık kendim kesiyor ve boyuyorum.
O meşhur modeli de keyfim yerindeyken yapıyorum. Sonuçta görüntümü önemseyen biriyim. Sahneye çıkan herkes öyledir. Haftada birkaç gün mutlaka bacak egzersizlerimi yaparım, varisim falan yok. Yememe içmeme de dikkat ederim.




“Bu kadın ukalalık yapar diye dizi teklif etmemiş olabilirler”


Sizi neden hiçbir televizyon projesinde görmüyoruz?
Teklif gelmiyor da ondan. Aslında haklılar, ben “Asla dizide oynamam” diye çok konuştum. Bir de şu var: Ne oynayacağım? Genç değilim ki. Hanımağa mı olacağım? Ayrıca o korkunç çalışma şartlarına nasıl dayanırım bilemiyorum. Ama tabii çok güzel bir rol gelseydi olabilirdi de. Ama ben çok titizimdir. Her şeye karışırım, “A La Luna” programındaki ışığımı bile kendim yapıyordum. O yüzden bu kadın ukalalık eder diyerek de teklif getirmemiş olabilirler.

“A La Luna” sohbetli yemek programlarının ilkiydi sanırım..
Evet, şimdi benzerleri var. “A La Luna” için özel anlaşma yapmıştım yönetmenimle. 15 dakika yemek, 15 dakika sohbet diye. Çok özel bir projeydi. Beş sene sürmüştü.

Sonra neden devam etmediniz? İllâ başka program teklifleri gelmiştir...
Geldi ama hep yemek programı. Ben sadece yemekle anılmak istemiyordum. Bir de “Bundan daha iyisini yapamam” durumu vardı, o yüzden kabul etmedim. Şimdi bir projem var. Yönetmenliğini yaptığım “Fosforlu Cevriye” oyununu müzikal olarak televizyona aktarmak istiyorum. Oyunumuz Ankara Devlet Tiyatroları’nda beş yıldır oynuyor. İnşallah bu sene İstanbul’da da sahneye koyacağız.

Dizi olursa yönetmen koltuğunda yine siz mi oturmak istersiniz?
Hayır, ben haddimi biliyorum. Dizi mantığından anlamam ama senaryo ekibinde mutlaka yer almak isterim. Hem çok iyi genç yönetmenler var. “Ezel” dizisinin yönetmeni mesela bence çok başarılıydı. Eleştirdiler ama ben bayılıyordum o diziye.




“Keşanlı Ali’yi yıllarca oynadık. Haldun bey (Taner) ‘Çocuklar bu oyunu uçururuz dediler ve sözlerinde durdular’ demişti”


Haldun Taner’in size bu oyunu ilk getirişini anı kitabınızda anlatmıştınız.
Tiyatroyu kuralı üç sene falan olmuştu sanırım, ben o dönem Haldun Taner’e hayranım, o da beni oyuncu olarak çok beğeniyor. Her gördüğümde “Bize ne zaman oyun vereceksiniz?” diyorum. Sonunda bana “Bir oyun var, aylardır TRT’nin çekmecelerinde bekledi, kimse bakmadı, onu size vereceğim. Ama metni vermem, gelir ben okurum” diyor. Şimdi, koskoca Haldun Taner var karşımda. “Aman gelmeyin biz okuruz” mu diyeceğim? Kabul ettim. Engin (Cezzar) ve Genco (Erkal) ile birlikte oturduk karşısına. Bütün oyunu okudu, karakterleri canlandırdı, şiveleriyle, mimikleriyle falan.. Bizde bir stres var tabii. Beğenmezsek, adama nasıl söyleyeceğiz diye içimiz içimizi yiyor. Ama neyse ki oyuna vurulduk. Bittiğinde Engin (Cezzar), ayağa kalıp “Biz bunu uçururuz” dedi. O lafı Haldun bey çok beğenmişti. Hep “Uçururuz dediler ve sözlerini tuttular” derdi.

Kitapta oyunun sahneye konması için çekilen sıkıntıları da anlattınız. Çok komik bir kredi alma hikayeniz var...
Sorma. Biz oyuna hemen “yaparız, ederiz” dedik ama tiyatro 10 kişi, oyunda var 40 kişi. Sonra ne dekor var ne bir şey. Para bulmamız lazım. Düşündük taşındık bankaya gittik. Bankadan bize “Bunca zaman çalışıyorsunuz hiç mi para biriktirmediniz?” demezler mi? Dedik ki: “Kazanıyoruz ama kazandığımızı tiyatroya yatırıyoruz”. Sonra müdür son çare olarak “Arabanız var mı?” diye sordu. Böylece ilk arabamızı verip kredi aldık. Üç ay içinde ödeme sözüyle tabii. Arabayla gidip taksiyle döndük bankadan kös kös. Ama ne oldu biliyor musun? “Keşanlı” borcunu bir ayda ödedi. Yıllarca kapalı gişe oynadı, yüzümüzü kara çıkarmadı.



“Oyuna çağırmadıklarına göre herhalde benim izlememi istemiyorlardır”

Bu sezon “Keşanlı Ali Destanı” özel bir tiyatroda da oynanıyor. Sizinle telefonda görüştüğümüzde galaya davet edilmediğinizden bahsetmiştiniz. Sonradan izlediniz mi oyunu?
Bu yıl Demet Taner’in yılı galiba. İki işin aynı anda olması güzel, birbirlerini besleyeceklerdir. İzleyici sayısı daha artacaktır. Oyunu hâlâ izlemedim, izlemeyi de düşünmüyorum. Çağırmadılarsa izlememi de istemiyorlardır diye düşünüyorum. Galada dikkat bizim üzerimizde olur, ilgi dağılır diye endişelenmiş olabilirler. Çolpan İlhan “Şurada kaç kişi kaldı yahu” diyecek kadar eski bir dost. Kerem Alışık ile de bir sorunumuz yok. O nedenle anlayışla karşılıyorum, vardır illâ bir bildikleri! Bu arada oyunda görüntülerimin kullanıldığını da öğrendim. Girişte
ve çıkışta bizim Keşanlı’nın görüntüleri varmış.
TRT’de dizi olarak yayımlanan dönemdense
TRT’nin izin vermiş olması gerek. Yok, tiyatro dönemindense benden izin almaları gerekirdi.