Pazar Nazlı gülüm Diyarbekir'im

Nazlı gülüm Diyarbekir'im

28.03.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hayik'in meyhanesi

Nazlı gülüm Diyarbekirim





1934 doğumlu İhsan Biçici. Kunduracı Feyzi bey ile Mihriye hanımın 10 çocuğundan biri olarak Diyarbakır'da doğar ve büyür. 1953 yılında hukuk fakültesinde okumak üzere Ankara'ya gelir. 1964 yılına kadar Ankara'da yaşar. Eşi Gülgün hanım ile burada tanışır ve 1963 yılında evlenir. O yıllarda pek çok gazetede çalışır. Askerlik sonrası 1966 yılında memleketine, Diyarbakır'a döner ve avukatlık yapmaya başlar. Evliliğinden üç çocuğu olur. 1998 yılında eşini kaybetmesinin ardından kızı, damadı ve torunu ile birlikte Diyarbakır'da yaşıyor, halen avukatlık mesleğini sürdürüyor. Kendisiyle adına şiirler yazdığı Diyarbakır'da görüştük. Diyarbakır Sanat Merkezi'nin (DSM) katkılarıyla gerçekleştirdiğimiz sözlü tarih görüşmesinin ikinci ve son bölümünü yayımlıyoruz.

İhsan Biçici 1941 yılında henüz ilkokuldayken babasıyla birlikte İstanbul'a gider. Bu yolculuğun çocukluk anılarında unutulmaz bir yeri vardır:
"O zaman trenler çok güzeldi ama bu kadar süratli değildi. Üç gece, iki günde ulaştık İstanbul'a. O zaman birinci mevkilerin dört kişilik koltukları bordo kadife döşeliydi. Diğer mevkilerin yeşil muşamba gibi örtüsü vardı. İstanbul'a trenin dışında başka türlü ulaşım imkanı da yoktu zaten. Yolculuk boyunca pencereden bakılırdı, gözlerinize kömür tozu kaçardı. İndiğimiz zaman da gözlerimize sürme çekmiş gibi olurduk. Daha önce deniz hakkında pek çok şey duymuştuk. Denizlerin kapağı var, akşam oldu mu denizin kapağını kapatıyorlar diye anlatırlardı. Çocuk aklı biz de inanırdık. Tabii İstanbul'a gidince deniz nedir, gemi nedir hepsini gördük. Hiç unutmam sabah İzmit civarındaydı tren, denizi ilk defa göreceğim, pencerenin önünden ayrılmıyorum hiç." Pencereden denizi ve üzerindeki gemileri seyrederken aklına memleketindeki Dicle Nehri'nde dolaşan büyük kayıklar (kelekler) gelir: "O kelekler, mesela odun taşırlardı. Hatta daha önceleri Dicle üzerinden o keleklerle yolculuk da yapılıyormuş. Kimi gezginlerin seyahatnamelerinde anlatılır bu." Trenden inince babasıyla birlikte İstanbul'u karış karış gezer: "Babamla dolaşırken, ortalıkta ne bulursam topladım. Özellikle sigara kutularını alıyordum böyle temiz, yeni olanlarını. Diyarbakır'a gelirken hiç unutmam, valizin yarısı benim eşyalarımla dolmuştu. Getirdim memlekete. Tabii çocuklar koştular peşimde böyle. Etiketlerden veriyordum onlara. Bir de üç tekerlekli bisiklet almıştık. Mahalleye getirdik, ben artık mahallenin kralı gibi oldum. O çocuklar nasıl, yalvaran yalvarana, işte... Biraz da ben binip gideyim falan diye."

Erkekler hamamı
O yıllarda Diyarbakır kent yaşamının vazgeçilmezlerinden biri de ailece, konu komşu gidilen hamamlar, banyolardır: "Annemle ben hamama geç giderdik. Kalabalık fazla olmasın diye, çünkü erkek çocuklarını almıyorlardı kadınlar bölümüne. Biraz büyüyünce erkekler hamamına gitmeye başladım. Cümbür cemaat gidilirdi. Orada çiğköfte yaparlar, şarkılar, türküler söylenirdi. Ermeniler daha hazırlıklı gelirlerdi... Annemler ise Çardaklı Hamamı'na giderdi, diğer Paşa Hamamı'na genelev kadınları da gelip orada yıkanıyor diye gitmezlerdi. Hıristiyan arkadaşlarımız da hamam gününe geliyorlardı. Aynı kurnada oturur yıkanırdık... Babamla bir de sık sık kahveye giderdik.
O zamanlar kahvelerdeki radyolardan ajansı dinlerdik. Milli piyango çekilişlerini hep radyodan veriyorlardı. Yine kahvelerde cenkler okunurdu, '70'li yıllarda bile, o cenk hikayelerinin okunduğu kahveler vardı burada." İhsan Biçici 1945 yılında ilkokulu bitirir, ortaokula başlar. "Ortaokuldan sonra Diyarbakır Lisesi'ne gittim. Liseden '53'te mezun oldum, mezun olacağım yıl okulun ismi değiştirildi, Ziya Gökalp Lisesi oldu. Aramızda memur çocuğu olan da yerli olan da hatta Siirt, Mardin, Bitlis, Muş, Van'dan gelenler de vardı. Bu illerde lise yoktu o zaman. Okul erkek kız karışıktı. Yalnız teneffüslerde, ön bahçeyi kızlara ayırmışlardı, arka bahçeyi bize. Biz yine kaytarır o bahçeye geçerdik. O zaman şimdiki gibi bir kızla oturup konuşmak, yolda beraber yürümek yoktu. Sonra kızların çoğu bilmezdi, erkek kendine aşık mı değil mi. Bunla ilgili fıkra bile vardı: Diyarbakır'da çocuğun birisi, 'Ben Ayşe'ye aşığım' demiş , öbürü de 'Ayşe'nin bundan haberi var mı?' diye sormuş. O da 'Hiç belli eder miyim' demiş. Bırak okulu akraba kızıyla bile öyle çok rahat konuşamazdık. Ama okulda, mesela kollarda beraber çalışıyorduk. Mektuplaşmalar oluyordu aramızda. Kızı takip edersin, kimsenin görmediği bir sokakta gidersin mektubu vermeye çalışırsın. O da kız kabul ederse mektubu alır."

Süryani şarapları
"Lisedeyken Kent Şekerleme'nin sahibi, Yakup, onların şekerci dükkanları vardı, aynı sınıftaydık. Hatta bana bir İncil getirmişti hediye. Yılbaşlarında ve bayramlarda beraber kiliseye giderdik. O zamanlar Süryani cemaati çok kalabalıktı, kilisenin avlusu dolardı. Ayinden sonra da Süryani Lütfü ustaya gider, orada şarabımızı içerdik. Böyle bakır tencereyle getirirdi şarabı, içinde bir tas, tasla içerdik şarabı. Şarapları gayrimüslimler yapardı. Sonradan gayrimüslim nüfus azaldı. Lisedeyken Dağkapısı'nda dükkanlar vardı, açık şarap satarlardı, şişesi 70 kuruştu o zaman, alır bahçelere gider içerdik arkadaşlarla." Aynı yıllarda İhsan bey ve arkadaşları okul dergisi çıkarmaya başlarlar. Mezuniyetini izleyen yıl vekil öğretmen olarak çalışır. 1953-1954 öğretim yılında A.Ü. Hukuk Fakültesi'ne kaydolur: "Bizim fakültede devam mecburiyeti yoktu. Hatta birinci sınıftayken, 10 bine yakın öğrenci vardı. Çoğu bir yerlerde memur olarak çalışıyordu. Öğrencilik yıllarımda Turgut Uyar, Bilge Karasu, Cemal Süreya ve Muzaffer Erdost'la tanıştım, Ankara'da epey bir muhitim vardı. Fakültenin karşısındaki kahvede bizim Diyarbakırlı arkadaşlarla otururduk çoğu zaman... Ankara'da hiç çekmedim. Ankara rahat bir çevre, İstanbul gibi değil yani o zaman da bu kadar büyümemişti." İhsan beyin öğrencilik yıllarında Diyarbekir Musiki Cemiyeti Ankara'da Diyarbakır geceleri düzenler. "Diyarbakır Halk Musiki Cemiyeti'nde çalışanların çoğu esnaftı. Kimi balıkçı kimi taş ustasıydı. Aslında edebiyata, musikiye ilgi Diyarbakır'ın ruhunda var. Eskiden her Diyarbakır evinde bir kütüphane vardı. Bir de Diyarbakırlı kadınlar musiki ile ilgiliydi. Her evden ut sesleri gelirdi... 1954'te bir gece yapmıştık Ankara'da. Diyarbakır adına şiir okuma görevini de bana verdiler. Hiç unutmam Fevzi Çakmak sokakta bir çatı katında kış soğuğunda bir evde kalıyordum. Yorganım sırtımda oturarak 'Diyarbekir Delilo' şiirimi yazdım." İhsan bey mezuniyetinin ardından Öncü gazetesinde çalışmaya başlar. "Öncü gazetesinde şair Ahmet Arif'le beraber düzeltme servisindeydik. Öncü kapanınca Vatan gazetesine geçtim. Son Baskı gazetesinde iç sayfalar sekreteri olarak çalıştım. Daha sonra askere gittim, stajı takiben Konya'da askeri hakim olarak yedek subaylığımı yaptım." 1963'te bir yılbaşı günü tanıştığı Gülgün hanım ile evlenir. Babasının ısrarına dayanamaz ve Diyarbakır'a döner.

Diyarbakır'da bir avukat
"O zamanlar avukatlık büroları sur içinde, Saraykapı civarındaydı. Orada bir büro tuttum. Gelen davalar daha çok ceza ile ilgiliydi. İlgi alanım daha çok cezaya kaydı.
O dönemde bayağı da ismimiz yayılmıştı. Haftanın yedi günü yollardaydım. Koca Diyarbakır'da 30-40 kadar avukat vardı. Eşin dostun tahliye veya boşanma davaları dışında hep ceza davası takip ettim. Kan davaları da vardı fakat genellikle takip ettiğim davalar arazi itilafında kaynaklanıyordu. 1980'li yıllarda avukatlık mesleğine başlayanlar gözlerini sıkıyönetime açtılar. Adam zaten öğrencilik yıllarında politize olmuş. Bu nedenle camiada hukuk ön plana çıkmadı, ikinci planda kaldı. Politik düşünceler ve tercihler öne çıktı. Sıkıyönetim döneminden önce bana verilen bazı davalar, daha sonra 'siyasi savunma yapmıyorsun' diye benden geri alındı. 'Ben hukukçuyum' dedim, 'davanızı savunurum fikrinizi değil.' İhsan Biçici halen Diyarbakır'da yaşıyor ve avukatlık yapmayı sürdürüyor. Üç çocuğu var. Kızı, damadı ve torunuyla aynı evi paylaşıyor. Son söz yine İhsan beyin: "Ben han hamam sahibi olmadım. Arabam, evim yok ama neyim varsa bu kitaplar işte. Bütün ömrümü ve kazandığımı kitaplara ve dostluklara harcadım. Pişman da değilim."

(*) 1960'larda İhsan beyin yazdığı ve bir bölümünü yayımlayabildiğimiz "Diyarbekir-Şaraban" isimli bu şiir, yazar Şeyhmus Diken'in "Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım" adlı kitabından alınmıştır.

"Yine o yıllarda ünlü meyhane, çarşı içindeki Ökkeş'in meyhanesiydi. Önünden geçerken onun vitrininden mezeleri seyrederdik. Çok güzeldi. Sonra işte bizim ünlü böyle devam ettiğimiz Hayik'in meyhanesi vardı, Hayik de Ermeniydi. Çok güzel cümbüş çalardı, Celal Güzelses'in bütün konserlerinde falan cümbüş çalan oydu. O da yakında rahmetlik oldu, onun meyhanesine giderdik. Küçük bir dükkandı, haftada bir iflas ederdi Hayik çünkü işte saat 22.00'ye, 00.01'e kadar hesap toplanırsa toplanır, zaten ondan sonra kendisi de içmeye başlardı, hesabı mesabı da unuturdu tabii. Yeşil Derik zeytinini evde kendisi terbiyeler, özel meze olarak çıkarırdı. Sonra da gece geç saatte ses çıkarmasın diye tarağı takardı cümbüşün arkasına. Başlardı hem çalmaya hem de içmeye. Sonra o da bizden biri olurdu. Meyhanenin müdavimleri belliydi zaten. Dışarıdan yabancı falan gelmezdi. Küçük bir yerdi, böyle Amerikan bar gibi banko vardı, biz onun etrafında ayakta içerdik."

Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz.
Telefon: (0212) 327 86 58
Faks: (0212) 227 37 32
e-posta:tbct@tarihvakfi.org.tr

Proje danışmanları: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu,
Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
Görüşmeyi gerçekleştiren: Hakan Koçak
Deşifre / redaksiyon: Sevil Üzrek
Görüntü kaydı: Tamer Üstel
Yayına hazırlayan: Tuba Çameli



www.tarihvakfi.org.tr