Pazar Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

17.07.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Sultanahmet Adliyesi son haftasına giriyor. Yakında Çağlayan’da yeni inşa edilen devasa Adliye Sarayı’na taşınacak. 56 yıllık Sultanahmet Adliyesi de tarihe karışacak böylece...

Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

Sultanahmet her zamanki gibi... Sokakta yürüyenlerin yarısı Türkiye pasaportu taşımıyor. Çoğu şortlu-sandaletli, sırt çantalarını almış, oradan oraya salınıyorlar. Meydanın tam arkasında bu renkli kalabalığa koyu takım elbiseli, bond çantalı adamlar; tayyörlü kadınlar karışıyor. Diğerlerine göre yüzleri asık, aceleleri var. Onlar ya hukukçu ya da yolu adliyeye düşmüş olanlar.
Sultanahmet Adliyesi, son haftasına giriyor. İstanbul’a dağılan adliyeler, Çağlayan’da yeni inşa edilen devasa Adliye Sarayı’na taşınacak. 56 yıllık Sultanahmet Adliyesi de tarihe karışacak böylece... Adliyenin gediklileri pek memnun değil bu değişimden. “Daha iyisi”ne bile gitseler, düzenlerinin bozulması hoşlarına gitmiyor.
Bina eski. Bugünün ihtiyaçlarını karşılamıyor. Çok bakımsız. Elinizde kalacak gibi görünen kapılar, dolaplara çamaşır ipiyle tutturulmuş; pencere pervazları böcek yuvası gibi, tuvaletlerden hiç bahsetmeyelim bile... Yeni bina çok sayıdaki odasıyla, havalandırmadan teknolojiye yeni donanımlarıyla pırıl pırıl bir adliye sarayı...
Ama bazen “yeni” o kadar da cazip olmuyor işte. İnsan hatırası olanı, kendisinde iz bırakanı istiyor.
Hele ki gününüzü İstanbul’un kalbinde geçirmeye alışmışsanız... İşyerinizin penceresinden İstanbul’un alameti farikası yapıları görüyorsanız... Öğle tatillerinde dışarı çıkıp sokağın şenliğine katılabiliyorsanız... Pencereden elinizi uzatıp yüz yıllık ağaçlara dokunabiliyorsanız...

Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

Adliye binası iki önemli mimar Emin Onal ve
Sedad Hakkı Eldem’in imzasını taşıyor.


Kimileri Çağlayan’a taşınıyor, kimileri de evlerine

Yine de mecburen toplanmaya başlamışlar. Devlet dairelerinin olmazsa olmazı iki renge boyanmış koridorlara pembe ve bej rankler hakim. Koca koca bej koliler ve meşhur pembe karton dosyalar dizilmiş dört bir yana. Kimi çalışanlar hâlâ paket yapıyor kimileri de hatıra fotoğrafı çektiriyor. 24 Temmuz’a kadar taşınma işlemleri tamamlanacak.
Bir de Sultanahmet’ten taşınan ama yeni adliyeye gitmeye imkan bulmayanlar var. Onlar, “eve taşınanlar”. 20 yıldır adliyenin çay ocağını işleten Şakir Özkan, buradan ayrılacağı için üzgün. Yeni adliye sarayının çay ocağı işletmesi başkasına verildiği için onun adliye defteri tamamen kapanıyor. Ocakta çalışan garsonlar da mutsuz, “İşsiz kaldık” deyip duruyorlar.


Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

20 yıldır adliyenin çay ocağını işleten Şakir Özkan,
buradan ayrılacağı için üzgün.


“Oflu İsmail 400 dolar atar, milleti sula derdi”

Şakir Özkan’a göre zaten “hiçbir şey eskisi gibi değil”. Milat olarak da 2004’te ticaret mahkemelerinin buradan taşınmasını gösteriyor. “Renkli” davalar onlarla birlikte gitti çünkü...
“Oflu İsmail gelirdi, yanında 300 kişi... Ortaya 400 dolar atar, ‘Milleti sula’ derdi. Bardak bardak çay dağıtırdık”.
Çay ocağında oturmuş konuşuyoruz. İçeri mübaşirler de giriyor polis memurları da... Çaycılar dahil herkeste aynı tedirginlik. “İsmimi yazma”, “Bunu anlatmayayım”... Sanki devlet sırlarını döküyoruz masaya... Hakim-savcı devlet memuru diye konuşmuyor; avukatlar “topa girmiyor”, Çağlayan’a taşınacaklar rahatı bozulacak diye çekiniyor, taşınamayanlar diğer seçeneklerinin engellenmesinden korkuyor.
Ülkenin geneline yayılan “Başıma bir iş gelmesin” paranoyası, hukukun kalbinde de sürüyor. Bir çaycının anlattığı hikaye gayet sembolik: “Hakimlerden birine çay götürüyordum. Tam odaya girdiğimde radyo parazit yaptı. Hakim bey bana döndü: Üzerinde cihaz mı var?”
Aralarında en rahatları Şakir Özkan. Eski hikayeleri anlatmaya bayılıyor; geçmiş kabadayıları da “hayırla yad ediyor”: “Kürt İdris’in ya da Dündar Kılıç’ın davalarında çok para kazandırdık. Hanımağalar da gördük. Uğur Kılıç bir gün geldi, bir kahve içti, masaya 100 dolar attı. Allah rahmet eylesin”.
Bugün işleri eskiye göre zayıf, günde iki bin bardak çay satıyorlar. Çay, adliye çalışanlarına 40 kuruş, onların tabiriyle “sivil”e 1 TL. Yeni adliyede çayın çalışanlara 75 kuruşa çıkacağını duymuşlar.


Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

Fuat Yıldırım’ın ayakkabılarını parlattığı hakimlerle
savcılar olunca Çağlayan iznini koparması kolay olmuş.


Dışarıdaki boyacı gidiyor, içerdeki vestiyer belirsiz

Avukatların cüppelerini bıraktıkları vestiyerlerin durumu ise belirsiz. Dört vestiyerin de işletmecisi Kalender Koyunpınar şikayetçi: “Baro bizimle konuşmadı. Taşınma başladı, bizim iş netleşmedi”. Her vestiyerin aylık kirası 500 TL. Cüppe başına da 1 TL alıyorlar. 1976’dan beri adliyede çalışan Koyunpınar da son yıllardaki sakinlikten şikayetçi. “Burası zaten bitmişti. Beş senedir sinek avlıyoruz. Günde ancak 25-30 kişi geliyor. Çağlayan’a gidince işler artar diye umuyorduk. Bakalım...”
Gideceği kesin olanların başında mutfakta çalışanlar geliyor. Şu anda 600 kişiye tabldot çıkaran mutfak, orada üç bin kişilik yemek yapacak. Çok daha büyük ve çağdaş bir mutfakta çalışacaklar. Aşçılar da bulaşıkçılar da durumdan çok memnun. Hakimler diğer personelden ayrı ve biraz daha “lüks” bir ortamda yemek yiyor. Şimdi yemekhane içinde bir oda olan hakimler salonu, Çağlayan’da ayrı bir kata yerleşecek.
On yıldır adliyenin kapısında ayakkabı boyayan Fuat Yıldırım da “gidecekler”den. Ayakkabılarını parlattığı hakimler ve savcılar olunca izni koparması da kolay olmuş tabii. Buradaki gibi Çağlayan’da da kapının önüne kuracak dükkanını. Burada günde iki müşterisi de oluyor 20 de. Bir çift ayakkabıyı 2 TL’ye boyuyor; umudu Çağlayan’da 100 TL ciro yapmak.
Sultanahmet adliyesinin “dışarıdan” kıdemlilerinden biri de Arzuhalci Hayrettin. Yaz kış demede çalıştığı dükkanını adliyenin 50 metre ilerisine kurmuş. Dükkan dediğim; parkın kenarında bir masa, bir sandalye, bir de daktilo. Hiç boş anı yok, dilekçe yazıp duruyor. O da başvurusunu yapmış, Çağlayan’a taşınacak. Bu değişiklikten memnun olup olmadığı sordum; ama itiraf etmek gerekir ki kendisi bir miktar huysuz bir şahsiyet, “Beni meşgul etme” diyor yekten.
İmren Öktem caddesinden geçerken “Burada eskiden adliye vardı” dememize bir hafta kaldı. Tıpkı gazetelerin Babıali’den İkitelli’deki plazalara taşınması gibi, adliye de hayatın tam içindeki binasından çıkıp Çağlayan’daki izole Adliye Sarayı’na taşınacak.
Acaba basının hayatındaki değişimleri hukukçular da yaşayacak mı? Bilmiyoruz. Dört bir yana yayılmış mahkemelerin tek çatı altında toplanması hayatı kolaylaştıracak mı? Muhtemelen.Tebdil-i mekan hukuka ferahlık getirecek mi? İnşallah. n



Uğruna Pargalı’nın sarayı feda edildi


Sultanahmet Adliyesi deyip duruyoruz ya, aslında resmi adı İstanbul Adliye Sarayı. “Saray” lafı biraz komik ama binanın nelerin üzerinde yükseldiğini öğrenince o kadar da garip gelmiyor. Eski adliye sarayı 1933’te çıkan yangında yok oluyor. 1949’da devlet yeni bina için bir yarışma açıyor, yarışmayı Cumhuriyetin önde gelen mimarları Emin Onat ve Sedad Hakkı Eldem’in projesi kazanıyor.
1951’de inşaat başlıyor, fakat proje düşünüldüğünden daha hacimli çıkıyor. Ve hangi akla hizmetse inşaatın devamı için Pargalı İbrahim Paşa’nın sarayının bir bölümü yıkılıyor. Kısacası, 1955’te hizmete açılan bina gerçek bir sarayın üzerinde yükseliyor.
Arazinin tarihini daha da geriye taşırsak, altında Bizans’a ait Azize Eufemia Kilisesi, Lausos Sarayı ve Hipodrom’un tribünlerinin bir bölümü bulunuyor.
Altında binlerce yıllık tarihi gizleyen adliyenin Sultanahmet’ten taşınması 2004’ten beri gündemde. Sultanahmet Arkeolojik Sit Alanı yedi yıldır yeniden düzenleniyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, taşınma işlemleri bittikten sonra burada arkeolojik kazılara başlayacak. Binanın müze olması gündemde, kimileri de yıkılacağını söylüyor. Cumhuriyetin iki önemli mimarına ait olduğu için yapının yıkımına karşı çıkanlara, uğruna koskoca Pargalı İbrahim Paşa’nın sarayının yıkıldığını hatırlatırım. Sultan Süleyman’ın can dostuna kalmayan saray, kime kalır ki?


Çağlayan’a gidemeyen esnaf şikayetçi

GÖKHAN KARAKAŞ

Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

Haberin Devamı

HACI KAYAKALE /
Kale Kıraathanesi işletmecisi

“Buraya gelenlerin hepsi adliyeye gelenler ya da adliye personeli. Günde sadece 8-10 müşteri adliyeden ilgisiz olarak gelir. Buradaki 4 kişi, 31 yıldır adliyeye hizmet veriyoruz. Adliyeye erken gelenler için içeceği sıcak bir çay ya da hakime vereceği ifadeyi kafasında tasarlayanlar için sığınacak bir yuva gibiydik. Sabah 6.00’da dükkanımızı açıp hizmet ettik. Adliye içinden küçük bir çay ocağı için bize yardımcı olmalarını beklerdik ama kimse kapımızı çalmadı.”

Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler


MUHAMMED YOĞURTÇU/
Saray Büfe’nin sahibi

“Hakiminden mübaşirine kadar 24 yıldır soğuk kış günlerinde sıcak bir yuva, sıcak yaz günlerinde ise serinleyecek bir mekan olduk. Taşınmaya başladıklarında birilerinin gelip bizimle konuşmalarını bekledik. Karşımıza gelip halimizi tek soran kişi bir gazeteci yani sizsiniz.”

Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler


İBRAHİM ÇINAR/
Çınar Lokantası’nın sahibi

“35 yıldır adliyeye gelenlerin karnını doyurduğu, hukuk arayanların ihtiyaçlarını giderdiği iş yerimizi kapatmak zorunda kalacağız. Burayı açtığımızda çevresinde hiçbir ev olmadığı için yakınlarımız bizi eleştirdi. En azından taşınırken Çağlayan’da bize de bir imkan sağlayabilirlerdi.”

Ne eski kabadayılar var ne de eski adliyeler

Haberin Devamı

MUSTAFA ALTINOK/
İstanbul Adliyesi’nin fotokopicisi

“21 yıldır adliyenin fotokopicisiyim. Tüm avukat ve hakimleri tanıyorum; hatta birçoğunun dert ortağı oldum. Adliye içinden ekmek yiyenlere öncelik tanınarak yeni adliyede daha düşük ücretlerle dükkan verilebilirdi. Fakat kiralar çok yüksek olduğu için hiçbir esnaf arkadaşımız ihaleye bile giremedi.”