30.11.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:
ÇİĞDEM HIZKAN BAĞRIAÇIK milliyet1@aol.com
Almanya doğumlu 43 yaşındaki bu genç adam, Alman siyaseti içindeki klişelere hiç uymuyordu. İşçi ailesinden gelen bir geçmişe, “Anadolu kökenli Müslüman bir Türk göçmeniyim” diyen bir yüreğe sahipti. 16 yaşında üye olduğu Yeşiller Partisi’ne bir gün eşbaşkan seçilme hayalini kurmamıştı bile. İdealleri için yaşayan, savaş karşıtı, çevreci, kimi zaman kulağı küpeli, kimi zaman bakanların karşısında yüreği öfkeli, haksızlıklara karşı direnen, bazen de hiç ummadık noktalarda, çok insanca hatalar da yapabilen biriydi.
Cem Özdemir Berlin’deki Yeşiller Partisi Merkez Binası’nın üçüncü katındaki mütevazı odasında bizi beklerken; biz de kış ayında bulmanın imkansızlığı içinde, partinin sembolü olan günebakan çiçeği peşindeydik. Gezmediğimiz dükkan kalmamıştı. Bindiğimiz taksinin şoförüne “Yeşiller Parti Merkezi” diye istikamet verdiğimizde aldığımız yanıt ilginçti: “Anladım, bizim Cem Özdemir’e gidiyorsunuz. Benden de selam söyleyin. Obama siyahların, Cem de biz Türklerin dünyadaki yeni umudu oldu.”
“Ben Müslüman, karım Hıristiyan, nikah memurumuz Musevi”
Federal Parlamento üyeliğinden Avrupa Parlamentosu’na, şimdi de Yeşillerin Eşbaşkanlığı’na uzanan bir başarı öykünüz var. Kariyerinizdeki bu gelişimi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kariyerim sadece çıkıştan ibaret değildi, inişli çıkışlı bir kariyerim oldu. Başlangıçta, okul hayatımda sorunlar yaşadım. İlkokul dördüncü sınıfa kadar Almancam çok kötüydü. Yetiştiğim bölgenin şivesiyle konuşup yazdığım bir Almancam vardı. Bu nedenle de ilkokul beşte beni en kötü okula gönderdiler. Lisede çok çalışıp tekrar düz liseye geçtim. Ve fark derslerimi verip üniversiteye girdim. Gençler çoğu zaman “Cem Özdemir akademisyen bir aileden geliyordur, liseyi en iyi notla bitirip gidip üniversite okumuştur” diye düşünüyorlar. Sonra benden gerçekleri öğrenince “Vay be o da bizim gibi okulda zorluk çekmiş, onun da anne-babası işçi ailesiymiş, okulu zar zor bitirmiş” diyorlar. Sonra Federal Meclis için Eyalet Meclisi’nde seçilmemem de benim kariyerimde düşüş olmuştur. Bu da insanlara şunu gösteriyor, Cem Özdemir için bütün kapılar onun önünde kendiliğinden açılmıyor. Çok sevdiğim bir deyim vardır: “Önemli olan hayatta kaç kere düştüğün değil, kaç kere kalktığındır.”
Nasıl bir aileniz vardı?
Annem İstanbul’dan, babamsa Tokat-Turhal’daki bir Çerkez köyünden geliyor. Biz aile içinde bile farklı Türkiye’leri yaşadık. Annem liseyi bitirmiş, İstanbul’da Kapalıçarşı’da çalışmış bir hanımefendi, babam ise üç sene ilkokula gitmiş, babası ölünce eğitimini yarıda bırakmış. Dolayısıyla ikisi de Türkiye, ister kırsaldan gelsin ister büyük kentten. Kültürel dokusu, dinsel ve etnik farklılıkları ile, tarihsel ve sınıfsal özellikleriyle çok farklı ve dinamik bir ülke. Ben bu yelpazenin içinde hepsinden bir şeyler öğrendim. Annem bir Cumhuriyet kadını olduğu için onunla Türkiye’nin Cumhuriyet kazanımlarını, insanların eşitlik ilkesini, tarihini öğrendim. Annem bunun içinde, 6-7 Eylül olaylarını canlı yaşayan bir insan olarak, kara lekeleri de anlattı. Babam ise bana hep özgürlüğe ve insanların eşitliğine olan inancını aşıladı. Aynı zamanda bu ülkede doğdum, büyüdüm, öğretmenlerim, arkadaşlarım, gençliğim hep burada şekillendi. Türk kökenli bir Almanım.
Eşiniz Pia ile nasıl tanıştınız?
Klasik gazeteci-siyasetçi ilişkisi olarak başladı. Bir gün ben bir röportaj vermeye onun çalıştığı radyoya gittim. Onun şefi durumundaki kişi benimle görüşecekti. Yanımdaki Yunan asıllı asistanım Yorgo’ya “Şu şefle konuş da bu röportajı o değil, bu gazeteci kız yapsın” dedim, Pia’yı göstererek. Yorgo ilk başta tepki gösterdi, “Ya ben bunu nasıl anlatırım” falan dedi. Ben de “Bul bir yolunu” diye ısrar ettim. Sonunda söyleşiyi Pia’ya yaptırdık.
Seçimin sonuçlarını eşiniz Pia Castro ile nasıl yaşadınız?
Sonuçların açıklanacağı ana kadar Pia ile göz gözeydik. Ardından sonuçlar okundu ve önümde önce bir basın duvarı onun arkasında partili arkadaşlarımın tebrik etmek için oluşturduğu ikinci bir insan grubu vardı. Pia ise uzaktan bana sevgiyle bakıyordu. Salon çok gürültülüydü, herkes Almanya tarihinde bir ilk falan diye çok hoş tepkiler gösterirken, Pia’ya işaret ettim ve “Seni arıyorum, telefonuna bak” dedim. Yani ilk görüşmem karımlaydı ve çok duygusal bir konuşma oldu. Aradaki onlarca insana rağmen Pia ile birbirimize ulaşmış ve bana her zaman destek olan eşimle bu özel anımı paylaşmıştım.
Evlenme teklifini nerede yaptınız?
Pia ile birlikte Arjantin’e gitmiştim. Ailesi orada yaşıyordu, onlarla çok güzel bir eğlence ortamında tanıştım. Ve kendilerine kızlarını sevdiğimi ve onunla evlenmek istediğimi belirterek kızlarını istedim. Yani Almanya’da tanıştık, Arjantin’de evlenme teklif ettim, Amerika’da evlendik.
Neden Amerika’da evlendiniz?
Biz aslında Almanya’da evlenmeyi planlıyorduk ancak çok zorluk çıkarıldı. Pia’nın daha önce evlenip evlenmediğini belgelemesi istendi. Arjantin Konsolosluğu “Almanlara söyleyin, bizde böyle bir kağıt verilmez. Bunu Arjantin’e soracaklarına, Pia Castro’ya sorsunlar. O bilir daha önce evlenip evlenmediğini” diyerek bizi gönderdi. Tabii ki bu durumu Alman tarafına anlatmamız mümkün olmadı. “İki insan birbirini seviyorsa evlenmek neden bu kadar zor?” dedim, çok kızdım. Sonrasında ABD’ye gittik, orada internete bakarken “ABD’de evlenmek ister misiniz?” diye hoş bir soru gördüm ve ümitsizce müracaat ettim. Bana ilk gelen soru “Nerede evlenmek istersiniz?” oldu. Acaba ne demek istiyor falan diye düşünürken memur tekrarladı: “Kilisede mi, ormanda mı, otelde mi? Nerede evlenmek istersiniz?” Böyle deyince, anladım ki hizmet kültürüne geçmiştik işte. Yeşil bir politikacı olarak “Nehir kıyısında evlenebilir miyiz?” dedim. Çok sade ve güzel bir törenle Pia ile birbirimize, kocaman bir ağacın altında evet dedik. Bu nikah adeta dinlerin buluşması gibi oldu. Çünkü ben Müslüman, Pia Hıristiyan, nikahı kıyan memur ise Musevi idi.
Aşk hayatınız nasıl gidiyor?
Ben şuna hep inanmışımdır: Duygusal hayatınız yolunda değilse, işinize mutlaka yansır. O nedenle içinde yaşadığımız şu stresli, yoğun ortamda aile değerleri çok önemli. Çocuğumla ve eşimle birlikte evimizde kapımızı kapatıp birlikte olduğumuz zamanlar, benim için en büyük mutluluk. Ailemle birlikte olmak benim için bir görev değil. Tam tersine onlarla birlikte olduğum anlarda kendimi daha güçlü ve daha farklı bir bilinçte yaşıyorum.
Evdeki iş paylaşımını nasıl yapıyorsunuz?
Mutfakta birimiz yemeği hazırlarken diğerimiz çocukla ilgilenir, masayı hazırlar. Günün sohbetlerini yaparız. Vejetaryen olduğum için Akdeniz mutfağını çok severim, Pia da kısa sürede çok lezzetli yemekler hazırlar. Alışveriş, kızımızın doktor kontrolleri, evin düzeni konusunda ben de aileme her türlü desteği veriyorum. İnsan isterse küçücük zamanlarda bile, aslında karşısındakini mutlu eden büyük işler başarabilir.
Yeni hedef: Kabinede Türk kökenli kadın bakan
“Bir gün kabinede yer alırsam, şov yaparcasına Kur’an üzerine yemin etmeyi şahsım adına doğru bulmuyorum”
Almanya’da kabinede bir Türk kökenli kadın bakan teklifi de ilk sizden geldi.
1994’te Federal Meclis’e seçildiğimde o zaman ilk kez işçi ailesinden gelen göçmen kökenli birisi seçilmişti denilirken, bugün artık CDU partisi de dahil pek çok göçmen kökenli arkadaşımla birlikte meclislere girdik. Bundan sonraki hedef hükümete girecek, kabinede yer alacak bir bakanın çıkması ve bu bakanın bir kadın olmasıdır. Çünkü hem Almanların kafasındaki Türk kadınlarına yönelik önyargıların değişmesi, hem de bu ülkede yaşayan genç kızlarımıza örnek olması açısından bu süreci çok önemsiyorum.
Türkçenin Almanya’da kabul görmesi konusunda yaptığınız açıklama tepkilere neden oldu...
Almanya’nın resmi dili Almancadır. Hiçbir zaman bunun aksini söylemedim, söylemem de mümkün değil. Ama “Burada 3 milyon Türk vatandaşının varlığı da bir esastır ve Fransızca, İngilizce, İspanyolca gibi Türkçe de, Alman okullarına ikinci yabancı dil olarak giremez mi?” diye bir soru sordum. Bu soruyu doğru anlayanların yanı sıra yanlış anlayanlar da çıktı ve kıyametler koptu. Gelen tepkilerde “Cem Özdemir, Almanca yerine Türkçe öğrenilsin istiyor” demeye başladılar. Yanlış anlamak isteyenlerin konuya nasıl baktıklarının bir göstergesidir bu sonuç. Ama aynı zamanda daha da önemlisi topluma bu soruyu sormakta ne kadar geç kaldığımızı da anlatıyor. Alman tarafı “Türkler Almanca öğrenmek istemiyor” derken, Türk tarafı da “Bunlar bizim dilimizi küçümsüyor” şeklinde klişe düşüncelerle ortaya çıkıyorlar. Her iki toplumu da yakından tanıyan biri olarak, köprü kurmak, birbirimizi anlamak ve karşılıklı önyargıları yıkmak zorundayız.
Bir gün hükümette yer alır da kabineye girerseniz, Kur’an üzerine el basıp yemin edip etmeyeceğiniz de gündeme geldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Schröder-Fischer hükümeti iktidar olduğunda ilk defa bir Alman hükümetinde kabinede yer alan bakanların çoğunluğu, İncil üzerine yemin etmedi. Ve Almanya baktı ki dünyanın sonu gelmedi, kıyamet de kopmadı. Buradaki Türk kökenli milletvekillerinin de çoğu sekülerdir. Dolayısıyla gündeme gelen bu sorular da son derece aptalcaydı ve benim için gerçeği anlatmayan bir soruydu. Ama bir gün kabinede yer alacak olursam, kamuoyunun önüne çıkıp da şov yaparcasına Kur’an üzerine yemin etmeyi şahsım adına doğru bulmuyorum. Din insanın vicdanı ile tanrısı arasında yaşanan özel bir duygudur. Vicdanınızda alacağınız her doğru karar, her söz sizi zaten tüm inançların önünde bağlayacaktır. Ben Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaşı Veli felsefe ve inancı içinde yetişmiş bir insan olarak, başkalarını hoşgörüyle karşılıyorum.