Pazar Şarabın cennetinde...

Şarabın cennetinde...

03.07.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Dünyanın en büyük şarap fuarı Vinexpo, 19-23 Haziran günleri arasında Bordo'da yapıldı. İki yılda bir yapılan fuarda son yenilikleri gözlemledim. Bir cümlelik bir özet gerekirse, Fransızlar "modern" şaraplarla gümbür gümbür geliyor

Şarabın cennetinde...

myalcin@turk.net Siyah tişörtlerin üzerine sevimli harflerle basılmış, dev reklam panolarında neşe içinde şarap içen genç insan resimlerinin üzerine konulmuş bu slogan, Vinexpo'daki en büyük standın sahibi, Fransa'nın en büyük şarap holdingi Castel'in sloganıydı. Ve sanki tek bir cümleyle tüm Vinexpo'yu özetliyordu...Her iki yılda bir yapılan dünyanın en büyük şarap fuarının 13'üncüsünde, dünya şarapçılığının ne durumda olduğu ve nereye doğru gittiği görülebiliyordu. Ama bu nabzı tutmak da kolay değildi, çünkü beş günlük fuarı tam dört gün boyunca izlediğim halde yine de yetişemediğim çok şey oldu. Yüzlerce standdaki binlerce katılımcının, 41 bin metrekarelik alanda şarap dünyasının diğer profesyonelleriyle buluştuğu fuar, sadece bir ticari ilişkiler platformu olmadı, aynı zamanda birçok önemli etkinliğe de sahne oldu. Porto şaraplarıyla peynir eşleşmeleri hakkında bir atölye çalışması mı istersiniz, Burgonya Grand Cru'lerinin son 20 rekoltesinin görkemli bir degüstasyonu mu, içki ve sağlık ilişkisi hakkındaki son araştırmaların sunulduğu bir konferans mı, pahalı şarapların sahtelerinin nasıl anlaşılabileceğine dair teknik bir toplantı mı? Bunlardan birine yetişeyim derken öbürünü kaçırıyorsunuz, gün boyu kilometrelerce yürümekten ayaklarınız ağrıyor, yoğunluktan başınız dönüyor... Nitekim zaman zaman tecrübeli ve tedbirli katılımcılara da rastlıyorsunuz, üstlerinde lâcivert bir takım elbise olduğu halde tek ayaklarıyla sürdükleri bir tornetle bir yerden bir yere gidiyorlar... Reklam sloganında "French without fuss!" deniyor ama bunu "fuss" kelimesinin en yaygın lûgat anlamına bakarak "Telâşsız Fransız" diye mi çevirmeli? Yoksa fuss'un diğer anlamları olan titiz, kılı kırk yaran gibi karşılıkları da dikkate alarak aslında bir parça "Kibirsiz, canayakın Fransız" denmek istendiğini mi düşünmeli? Kim bilir, belki de sloganı üreten firma da birden çok anlamı olan "lastikli" bir kelime kullanarak kafaları biraz karıştırmayı istemiş olabilir... Geçtiğimiz yıllardaki kötü organizasyonlar yüzünden Yeni Dünya ülkelerinin az katıldığı bu yılki fuarda, Fransız şarapçılığındaki yön değişikliği çok dikkat çekiciydi. 2004'te ucuz fiyatlı sofra şaraplarının satılamayıp alkole damıtılmasının ardından, bu yıl bu alçakgönüllü şaraplar birbirinden albenili şişelere, renkli etiketlere bürünmüşler, Yeni Dünya şaraplarının neşeli ve sofistikasyondan uzak tarzlarını beğenen yeni kuşak şarapseverlere sunulmaya hazırlanıyorlardı. Mantar yerine kolay açılan metal kapaklar, bu tip şaraplarda daha yaygın kullanılmaya başlanmıştı. Üzerlerinde üzüm isimleri yazan Fransız şaraplarında da artış vardı. Genç şaraplarda meyvemsi özellikler öne çıkarılmış, Calvet'nin "XF"i (Extra Fruit) ve Cordier'nin "Sensual Fruit"i gibi meyveyi öne çıkaran isimlerle ve sevimli etiketlerle pazarlamaya ağırlık verilmişti.Fransa dışında ise, Şili ve İspanya büyük ataktaydı. Onları bir adım geriden, ünlü tatlı şaraplarının yanında sek kırmızı şaraplara da yönelen Portekiz izliyordu. Tüm ülkeler ve Fransa'nın alt bölgeleri, ülke ve bölge bazında standların içinde temsil ediliyordu. Tek başına stand almak, ancak az sayıdaki çok güçlü şarap üreticisine özgüydü. Türkiye'nin bir bölümü olmamasına rağmen yıllardır olduğu gibi bu yıl da tek başına katılan Kavaklıdere ise farklı bir görüntüdeydi. Hiçbir görsel malzemenin kullanılmadığı, çok sönük bir standda temsil ediliyor ve fazla da ilgi görmüyordu. Bu da şaşırtıcı değildi, zira Türk görevliler bırakın yabancı ziyaretçilere, orada ağırlamaktan mutluluk duymaları gereken kendi vatandaşlarına karşı bile asgari bir güleryüzü çok görüyorlardı.Bir başka dikkat çeken görüntü, Fransa'nın önde gelen şarap üreticilerinin diğer ülkelerdeki yatırımlarında görülen artıştı. Şili, Portekiz ve Arjantin, bunların başında geliyordu. Bunlar uygun fiyatları ve yüksek kaliteleriyle göz dolduruyorlardı. Nitekim tüm fuar boyunca tattığım yüzlerce şarabın belki de en ilginci, Lafite Rothschild grubunun Portekiz'de yaptığı Quinta do Carmo şarabıydı. Yabansı tatlarına rağmen tanenleri çok zarifti, çok kendine özgü bir "kişiliğe" sahipti. "Yeni Dünya" stili Fransızlar Sert içki dünyası da Vinexpo'da temsil ediliyordu, orada da konyak, votka ve egzotik meyve sularıyla hazırlanmış mavimsi renkli karışım içkiler hayli sükse yaptı. Düşük alkollü ama yoğun lezzetli bu içkilerde hedef kitle gençler ve kadınlar olarak gözüküyordu. Konyaklarda da sofistikasyondan uzak, viski şişesine benzer ambalajlar artmıştı, hatta Frapin konyakları İskoçları örnek alarak tıpkı bir malt viski gibi 12 yıllık fıçı sertliğinde bir konyak üretmiş, onu da viski şişesine koymuştu!Vinexpo sadece gündüzleriyle kente damgasını vurmadı. Dünyada şarabın başkenti olan bu 2 bin yıllık bağ bölgesinde, şehrin dışındaki şatolar da davet üzerine davet verdiler. Fuara doğrudan katılmayan aristokrat imajlı şatolar, şarap tüccarlarını ve şarap yazarlarını kimi zaman danslı, eğlenceli bir akşam yemeği davetinde, kimi zaman da bir caz brunch'ında ağırladılar. Katıldıklarım arasında en neşeli olanı, aynı ırmağın iki ayrı ülkedeki kollarının etrafındaki bağların şarapçılarının havuzbaşı davetiydi. Irmağın Portekiz'deki ismi Douro ile İspanya'daki ismi Duero'nun beraber kullanıldığı Douro-Duero partisinde hem iki komşu ülkenin en nefis şaraplarını tattık hem de 42 derecelik Bordo sıcağında havuzda serinledik. Bu keyifli ortamda, "Ege'nin iki yakasındaki Türk ve Yunan şarapçıları da böyle bir beraberlikle dünyaya açılsalar ne büyük sükse yapardı?" diye düşünmekten kendimi alamadım.Vinexpo olağanüstü hacmi ve sergilediği ekonomik canlılıkla da, anlayana çok önemli mesajlar veriyordu. Bağ alanı büyüklüğünde dünyanın beşincisi olan ülkemizin dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen de keşke bu fuara gelebilseydi ve şarapçılık potansiyelini önemsemeyen Türkiye'nin neler kaçırdığını görebilseydi... Şatolar da davetler verdi Bugün dünya kalitesinde bazı Türk şaraplarını yudumlayabiliyorsak, bunu büyük ölçüde Tekel'e borçluyuz. Zira bağcılığı yürüten gayrımüslimlerin büyük kitleler halinde ülkeden göçtükleri cumhuriyetin ilk yıllarında, devletin kurduğu Tekel bağcılık ile şarapçılığı ayakta tutmuş, hatta Fransız uzmanları devreye sokarak daha da ileri ve bilimsel bir çizgiye oturtmuştu. Trakya, Buzbağ, Güneybağ, Narbağ gibi şaraplar ülkenin en iyi şarapları olmakla kalmadılar, Tekel rakibi gibi görmediği özel sektörün de önünü açtı, uluslararası boyutta şarap yarışmaları düzenleyerek onları kaliteye teşvik etti. Tekel'in şaraptaki bu prestijli mirası, son yıllarda ise pek beslenmedi ve Tekel şarapları çok sıradanlaştı. Doluca ve Kavaklıdere en iyi bağların seçme üzümlerine yüksek ücretler verirken, Tekel en kötü üzümleri alır hale geldi ve Tekel şarapları çaptan düştü.Tekel'in özelleştirilmesiyle oluşan Mey İçki, işte bu inişi durdurma, hatta tersine çevirme iddiasında. Bu çerçevede Tekel'in Güzel Marmara'lar dışındaki tüm şarapları yenilendi, "Kayra" adıyla bir marka etrafında toplandı, eskilerden sadece Buzbağ'ın ismi korunarak Terra, Tılsım ve Cumartesi gibi yeni alt markalar oluşturuldu. Mey'in tepe yöneticisi Galip Yorgancıoğlu, bu şarapları "Dünyanın en iyi şaraplarını üretmeyi hedefliyoruz. Türkiye'de yeni bir şarap kültürü doğuyor..." gibi çok iddialı cümlelerle lanse etti.Doğrusu şarapların şişelerinden ve etiketlerinden ben de çok etkilendim. Şarapların ambalajları ve sunumları, Türk şarapseverlerinin hiç alışık olmadıkları kadar şık, zevkli ve estetikti. Bu konuda Mey'i tebrik etmek lâzım. Zira şarap, adı, etiketi ve şişesiyle de insana mutluluk, yaşama sevinci aşılayan bir ürün olmalı ve Mey bunu başaracak gözüküyor.Tatlarına gelince... Burunda narenciyemsi izler taşıyan Terra Sultaniye ile nisbeten yumuşak ve dengeli içimli Terra Öküzgözü dışında önemli bir yenilik yok. Şarapların tümü de 2004 rekoltesi ve haliyle bu kadar genç olan bir Boğazkere veya harmanı, çok sert tanenli oluyor. Beyazlarda ise genellikle asidite düşük, dengeli ve canlı bir tadı yakalamak zor. Genel olarak, Tekel'in bildiğimiz şarapları, yeni ambalajlara bürünmüş gibiler. Buna karşılık fiyatlar çok yüksek değil, 7 ile 17 YTL aralığındalar.Dünyada atılım yapan şarap üreticileri, kalite atağına bağlarda başlar, bunu şaraba yansıtır, son olarak da ambalajları güzelleştirip yenilerler. Bizde ise tersi olmuş, kaliteye dönük hamle şişe ve etiketten başlamış... Şişeler yeni, şaraplar aynı...