Pazar Şehitler yaşamaz!

Şehitler yaşamaz!

28.01.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ölmekten tükenmiş, silahla çeliklenmiş ülkenin mühim kişileri, "Şehit olmak için sırada bekleyen milyonlarca insan var" diye bağırıyor. Yanlış anlaşılıyor: Diyarbakır "şehit" verdiği için değil, ölüme karşı yürüyor! Bu yüzden bir komiser mektubunda, öldürmekten değil, sevgilisine sarılmaktan bahsediyor.

Şehitler yaşamaz

Ölmek yada ölmemek! İşte bütün mesele bu!
Şehitler yaşamaz!

Ölmekten tükenmiş, silahla çeliklenmiş ülkenin mühim kişileri, "Şehit olmak için sırada bekleyen milyonlarca insan var" diye bağırıyor. Yanlış anlaşılıyor: Diyarbakır "şehit" verdiği için değil, ölüme karşı yürüyor! Bu yüzden bir komiser mektubunda, öldürmekten değil, sevgilisine sarılmaktan bahsediyor.

Ankara’da deniz yok ya, denizden gelen çocuklar, geceleri rakılarını şehrin aydınlatılmamış alanlarını deniz farz ederek, o karanlıklara karşı içerler. Ne de olsa toprakla denizin karanlığı birdir geceleri. "Keçiören Körfezi", "Etlik Sahili" bile icat edilir hasretten, kıtlıktan. Geceleri deniz gibi görünen bu karanlık alanlardan belki de en büyüğü GATA’nın Güneydoğu’dan dönen askerlerin rehabilitasyonu için ayırdığı alandır. O yokdeniz karaltısı, "gazi" olmuş askerlerin ruhlarına yapılan pansumanların alanıdır. Kolunu, bacağını, kalp sevincini kaybedenlere, bunu ne yüce bir amaç için yaptıkları, boşu boşuna kayıp vermedikleri anlatılır. Kaybolan kalp sevinci için şeref madalyaları verilir; uvertür şarkıcılarla, eşofmanlı ve acıklı "bayram eğlenceleri" düzenlenir; "Siz çok şerefli bir görev yaptınız" diyerek onların ellerini tutan komutanlar onlara galiba bir baba duygusuyla dokunur. Ölümün, bir anlamı olması gerekir, yoksa herhalde katlanılmaz bir şeydir bir kadınla doğru dürüst sevişemeden elini yitirmiş olmak.
Nihayetinde işte, onlar yine de "kurtulmuştur". Bir de kurtulamayanlar vardır. Tabutunun ardından tören adımıyla yürünüp, "Şehitler ölmez!" diye bağırılanlar, çoğunun annesinin "Daha çok gençti!" diyebildiği sadece. Şehitler ölür çünkü! İşte o vakit, geride kalanların ruhlarına pansuman yapmak, bu ölümün boşuna olmadığını anlatmak gerekir.

Bir yanlış anlaşılma
İçişleri Bakanı Saadettin Tantan Diyarbakır’da, Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın cenaze töreninde, acıdan çizik çizik olmuş yüzüyle halka hitap ediyor:
"Daha milyonlarca kişi şehit olmak için sırada bekliyor!"
Kim ölmek ister ki? En fazlası korkuya rağmen göze alınacak şeydir ölüm. Alnınızda bir namlu varken "şehitlik mertebesi" sizi hakikaten sevindirir mi? Geride kalanlar hakikaten de huzur bulur mu bu ölüm yüceltmesiyle? Peki o zaman bu alkışlar niye?
Bir yanlış anlaşılma var kanaatimce. Diyarbakırlılar "şanlı şehitleri" için değil "Gaffar Baba" için, "devleti sevebileceğini" göstermek için değil, düzgün bir adamın kendileri için bulunmaz bir şey olduğunu bildikleri için sokaktaydı. Yaşlı adamlar ağlıyordu; yüzleri bir krallık gibi çöküyordu paldır küldür... Ağıtları tükenmiş kadınlar, en acısından bir susmak susuyordu.
Eski bir inanışa göre iyi insanlar ölünce aniden bir yağmur başlar. Yıllardır tümen tümen ölümlerle kupkuru bir kışa kestiği için Diyarbakır’da hava, Gaffar Okkan öldüğü gün Diyarbakır’da yağan, insanın yanağında, içinde hissettiği bir yağmurdu galiba. Belli ki gök, tüketmişti varını yoğunu...
Ama başka bir şey daha oldu bu sırada. Gaffar Okkan’ın cenazesinden sonra bir devlet görevlisini, dolayısıyla devleti sevebileceklerini gösterdikleri için Diyarbakırlılar bir nev’i "aklandılar", sanki "suçlu" olmadıklarını kanıtladılar. Gazetelerin manşetlerinde sanki böyle bir sosyolojik tahlil aroması vardı. Diyarbakırlıların böyle acı bir günde, bir şey göstermek, toplum ya da devlet nezdinde aklanmak gibi bir amaçları olduğunu sanmam. Amaçlı olarak değil, kendini tutamayarak toplanmış bir kalabalıktı o. İnsan gibi bir insanın gidişine ağlayan Diyarbakır, silahla çeliklenmiş* bu halk, "şehit olmak için sırada bekleyen milyonlar" değildi; zira önümüzdeki yüzyıla yetecek kadar ölüm görmüşlerdi zaten. Onlar, yüceltemeyecek kadar çok, yüceltenlere katılamayacak kadar yakından tanıyorlar ölümü. Ölüm kötü şey, ölüm berbat şey, ölüm saçma bir haksızlık, çok iyi biliyorlar. Bu yüzden, iyi bir adamın artık olmamasına bağıra bağıra ağlayamadıkları için alkışlıyorlar.

Komiserin mektubu
Almaktan övündüğüm üç mektup var. Birincisi yazdığım bir Deniz Gezmiş yazısını okuyup "İlk kez bu adamı sevdim" diyen bir ülkücüye, ikincisi ülkücülerle ilgili bir yazımdan sonra "okurum" olduğunu "itiraf eden" MHP’deki önemli bir yetkiliye aitti. Üçüncüsü ise polisler ve faşizmle ilgili bu köşedeki bir yazımdan sonra "haklı bulduğunu, günde 16 saat çalışmanın yükünü, polis olma ruh halini " anlatan bir komiserdendi. Komiser D., Gaffar Okkan’ın öldürüldüğü gün yeni bir mektup daha göndermiş:
"Basbayağı ağladım. Genzime
bir şeyler tıkanıyor. Bunun açıklamasını yapamıyorum, bir aidiyet duygusu mu bilemiyorum. Bu cinayetin bende intikam duygusu oluşturmasından korkuyorum. Şimdiye kadar kendimi bundan korudum, ama daha uzun yıllar bu meslekteyim, değişmekten korkuyorum, gittikçe bu kalıba mı gireceğim acaba? Kız arkadaşım da bir psikolog, ama ayrı şehirlerdeyiz, zaman bulup konuşamıyoruz bu tür şeyleri. Kısa zamanlar ancak sarılmaya yetiyor. Size yazmak beni rahatlatıyor."
"Şehit olmak için sırada bekleyen milyonlar" mı? Bana sorarsanız sağlıklı kalabilmiş her ruh, kendini ölümden, ölümün yüceltildiği bir hayattan korumaya çalışıyor. Şehit olmak değil, sevgililerine sarılıp iki kişilik, ılık uykular uyumak istiyor insanlar. Hani olur ya, uykuda iki kişi olduğunuzu düşünüp neşelenirsiniz kendi kendinize, neşenizden uyanırsınız, onu da uyandırmak istersiniz:
"Ne güzel değil mi? Bak birlikte uyuyoruz işte!"
Bu ülkedeki bütün ölümler birikiyor içimizde. Bu ölüm havası yüzümüzü bozkır soğuğu gibi kesiyor. İzi kalıyor bütün ölümlerin içimizde, yol yol açılıyor etimiz. Etimiz ki, ta en başından beri adı ne olursa olsun ölüme değil, yaşamaya ayarlı.

* Çeliklemek: Doğu’da yeni doğan bebekler sağlıklı olmaları için doğur doğmaz kara sokulurlar. Bu geleneğe, "çelikleme" adı verilir.



PAZAR