Pazar “Zamanla unutulur derler, unutulmuyor”

“Zamanla unutulur derler, unutulmuyor”

03.11.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

Geçtiğimiz cuma 125 yaşına giren büyük ozan Aşık Veysel’i kızı Zehra Başer’den dinledik. 85 yaşındaki Başer, “Yaşlanınca çok şey unutulur ya ben çocukluğumu, babamı, sözlerini hiç unutmuyorum” diyor

“Zamanla unutulur derler, unutulmuyor”

Dostlar Beni Hatırlasın”, “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Benim Sadık Yarim Kara Topraktır” ve daha niceleri… Hafızalarımıza kazınan türkülerin yaratıcısı, sazın ve sözün ustası, aşık denilince ilk akla gelen isim; Aşık Veysel.

Kimlikteki adıyla Veysel Şatıroğlu, 25 Ekim 1894’te dünyaya gözlerini açmış. Daha çocuk yaşta çiçek hastalığından bir gözünü ardından diğerini kaybeden Aşık Veysel, görenlerin görmediklerini söylemesiyle, sesiyle sözüyle “halk ozanı” oldu. Aşık Veysel’i bundan 46 yıl önce kaybettik. Ama o yaş almaya devam etti. İçimize işleyen türküleriyle, sözleriyle bugün 125 yaşında. Geçen hafta doğum günüydü; bu vesileyle Aşık Veysel’in 6 çocuğundan en büyüğü Zehra Başer’i Ankara’da kaldığı özel bir bakımevinde ziyaret ettik.

Zehra Başer, 85 yaşında. İki yıl öncesine kadar Sivas’ta köyünde yaşıyordu. Sağlık sorunları başlayınca Ankara’ya özel bir bakımevine gelmiş. İstanbul’dan ondan babasını duymak için geldiğimi söyleyince, heyecanlanıyor önce. Sanki evine gitmişim gibi, ağırlamaya çalışıyor... Ardından başlıyoruz sohbete, babasına yönelik ilk soruda durgunlaşıyor birden, “Düşünüyodum kızım, dünyada eşi benzeri olmayan bir adamı nasıl anlatayım? O benim babam. İnsan yaşlanınca çok şeyi unutur ya, ben çocukluğumu, onun sözlerini hiç unutmuyorum. Gideli 40 yılı geçmiş. Ne zaman bir türküsünü duysam, geçmişi hatırlarım, ağlarım. Özlem bitmez mi, bitmez işte” diyor. İlişkilerinin çok iyi olduğunu söylüyor ardından: “Babam bize karşı hep güleryüzlüydü. Hiç yüzünü asmazdı. Ben doğduğum zaman, ‘Dünya benim oldu’ demiş. İlk çocuğum ya çok severdi ama ayırmazdı. Saçımızı tarar, boylarımızı karış yaparak ölçerdi. ‘Gelin çocuklar halay çekelim’ derdi. Türkü söylerdik biz, o da dönerdi. Hiç sopasını görmedim. Benden iki yaş küçük kardeşimle yaramazlık yaptığımızda, bizi çağırır, elimizden tutardı, ‘Aç mısınız, susadınız mı neyiniz var, neyi paylaşamıyorsunuz?’ derdi.”

“Zamanla unutulur derler, unutulmuyor”



“Allah beni kayırmış derdi”

Annesi Gülizar’ın ailesinin istememesine rağmen Aşık Veysel’le evlenmesini, “Anamın ailesi ‘Çift süremez, ekemez, görmüyor, vermeyiz’ demişler. Ama annem babamın sesinden, sazından, bilgisinden etkilenmiş, evlenmişler. Hep, ‘Aşık Veysel’im var, 6 çocuğum var, evim var, bu dünyada benden mutlu kimse yok’ derdi. Babam da annemi el üstünde tutardı. Bir de o giden karısından dolayı herhal, ‘Cenabı Allah beni kayırmış da ben bilmiyorum. O gidince 6 tane çocuğum oldu. Yetiştirdim, büyüttüm’ derdi. Hiç seslerinin yükseldiğini duymadım. Şimdiki zamanlar zaman mı ki. Eskiden insanlar büyüğü, küçüğü bilirdi. Şimdilerde kıymet bitmiş” sözleriyle anlatıyor Başer.

Tabii, ilk eşi deyince insanın aklına o meşhur “ayakkabısının içine para koyma” hikayesi geliyor. Ama bunun doğru olmadığını söylüyor kızı: “Töbee! Bu hep uydurma. Hiç duymadım ağzından. İnanmam da. O ilk karısı beşiğinde çocuğunu koyup, evin azabıyla kaçmış. Bunu babam da anlatırdı, başkalarından da duymuştum. Çok çekmiş o zaman. Elif diye bacısı vardı. Onun için, ‘Bana analık etti’ derdi. Ben evliyken, o kadın köye geri dönmüştü. Babamın da onu geri alacağını söyleyenler olmuştu. Daha yeni gelindim, yüzümü asıp, yanına gittim. Hemen fark etti. ‘Neyin var, hasta mısın Zöhrem?’ dedi. Ben de duyduklarımı tek tek anlattım. ‘Kim demiş, o altı çocuğumun hiçbirinin tırnağı bile değil, etmez’ dedi.”

Haberin Devamı

“Beni ağlarken görünce türkü yakmıştı” “Beni ağlarken görünce türkü yakmıştı”

Aşık Veysel’in çok çalışkan olduğunu, her zaman örnek olmaya çalıştığını söylüyor Zehra Başer: “Her yıl eker biçerdi. Köylü de yardım ederdi. Ondaki itibar kimsede yoktu. Bir odada iki sıra otururdu millet. Bir dönem de Hasanoğlan’da öğretmenlik yaptı. Bizi özlerdi. Bir keresinde annem mektup yazdırıp babama göndermiş. Ama müdür gitmesi için izin vermiyor. Babam da akşam oturuyor müdüre bir mektup yazıyor, diyor ki: ‘Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan. Gözetme yolları gel diye yazmış. Sivri alan köyünden bizim diyardan. Dağlar mor menevşe gül diye yazmış.’ Bu mektubu müdürün yatağına bıraktırıyor. O da okuyunca, ‘Aşık sabahtan sen git’ diyor.”

14 yaşındayken evlenmiş Zehra Başer. Babası, onu evine yakın olan birine uygun bulmuş. Sevmemiş kocasını ama onun deyimiyle ‘babasının yüzünü yere eğmemiş’: ‘Babamın işleri ağırdı. Onların da erkekleri çoktu. O sebepten beni oraya verdi. İşime yardım ederler dedi. Sonradan da pişman oldu ama iş işten geçti. Beni bir kere ağlarken görmüştü. ‘Yavrum seni kim ağlattı. Derdin nedir, yalan dünya kimler ağlattı bilemem ki” demişti bana. Kocam ölünce de türkü yakmıştı; ‘Gine mi ağladın kirpikler nemli. Düşüncedesin niçin giymişsin karalar. Çiğ düşmüş gül gibi yüzünden belli. Senin derdin bu sinemi yaralar’ diye. Çocuğum yoktu ya benim. O da bilirdi, üzülürdüm.”

“Zamanla unutulur derler, unutulmuyor”


Haberin Devamı

 “Gözleri kapanınca yüreği açılmış”

Aşık Veysel, görememesini hiç dert etmezmiş. Geleni görmez, gideni duymazmış ama bir yabancı olduğu zaman ayağının sesinden bilir, sorarmış: “Babamın en büyük özelliği yüreğinin ışık dolu olmasıydı. Gözleri kapanınca yüreği açılmış. Hiç kimse de onun gibi olamaz ki... Zaten kör gibi değildi. Köyde tek başına elinde değnekle gezerdi. Çok yağmur yağdığında, sen yürüsen ayağın çamurdan kalkmazdı ama onun ayağına çamur hiç bulaşmazdı. Herkes şaşırırdı” İstanbul’da gözünü açtırmak isteyenler olmuş Veysel’in. O zaman da onlara izin vermemiş, bir türkü yakmış:

“Bir küçük dünyam var içimde benim
Mihnetim ziynetim bana kafidir
Görenler dar görür geniştir bana
Sohbetim ülfetim bana kafidir
İstemem dünyanın saltanatını
Süslü giyimini Arap atını
Bilirsem Türklüğün var kıymetini
Vatanım milletim bana kafidir.”

“Babamın böyle sevilmesi havalara uçuruyor beni”

Babası öldükten sonra müze yapılan eve, 25 sene hizmet etmiş Zehra Başer. Kendi evi de tam karşısındaymış: “Gelenler benim kapımı da çalardı. Kimine çay, kimine çörek verirdim. Geleneğimizde geleni boş göndermek yoktur. Babam, ‘Geleni hızır bilin. Adam sıfatında gelir ama hızır da olabilir’ derdi. Şimdi burada da misafirim bitmiyor. Talebeler de geliyor. Babamın böyle sevilmesi, sayılması beni gururlandırıyor, havaya çıkarıyor. O hiçbir zaman unutulmayacak. Türkiye’de değil dış devletlerde de onu hep anacaklar.” Son olarak, babasının türkülerini soruyorum, Başer’e. Hepsini çok sevdiğini söylese de, “Dostlar Beni Hatırlasın”ın yeri ayrıymış. Dudaklarından dizeler, gözlerinden yaşlar dökülürek okuyor. Ellerini öperek ayrıldığım Aşık’ın “Zöhre”sinin de tek isteği, hatırlanmak.

Fotoğraflar: Yavuz Özden

Yazarlar