Kültür Sanat "E hadi, yeter artık!"

"E hadi, yeter artık!"

02.05.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hülya Koçyiğit, 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde onur ödülü aldı. O, sadece güzelliyle değil güçlü bir oyuncu olduğu için de her dem taze kalacak.

E hadi, yeter artık

"E hadi, yeter artık!"

Hülya Koçyiğit, 21. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde onur ödülü aldı. O, sadece güzelliyle değil güçlü bir oyuncu olduğu için de her dem taze kalacak.

ILGIN SÖNMEZ

E hadi, yeter artık
Bir ödül daha almak’ size neler yaşattı?
Bu ödül bir uyarı. Hatırlatma. Çünkü sanatçı zaman zaman duraklama dönemleri geçirebilir. Ne kadar biriktirirsen o kadarını verebilirsin. Ben de bir duraklama döneminden geçtiğimi kabul ediyorum. Üretemediğimi kabul ediyorum. Bu ödül de bana ‘e hadi yeter artık’ dedi.

Gerçi "Şellale" önemli bir dönüş filmiydi ...
"Şellale"nin çok güzel bir hikayesi, özel bir kadrosu vardı. Bu yarı otobiyografik hikayenin yaratıcısı olan yönetmen çok heyecanlıydı. Ve seyirciyle de buluştu. Bu nedenle mutluyum.

Şimdi elinizde senaryo var mı?
Uzun senelerdir üstünde çalıştığım senaryolar var fakat bir tanesinde çok takıldım. Son yıllarda demokrasi konusunda çok fazla düşünmeye başladım. Bazı kesimler tarafından bir araç olarak kullanılmasından, sürekli kesintiye uğratılmasından büyük rahatsızlık duyuyorum. Tarihten ders alalım diye yola çıktığım, 1960 ihtilalini anlatan bir senaryo bu ama henüz motor diyecek duruma gelmedik.

Siz mi yöneteceksiniz?
Yönetmen olarak mutlaka o dönemi yaşamış, hem içerden hem dışarıdan görebilecek kadar entellektüel, dünya siyasetini tanıyan birini tercih ederdim. Dolayısıyla Halit Refiğ’i aradım ve araştırmalarımı ona devrettim. Kendisi de bunun üzerine yeni bir senaryo yazdı.

Selim İleri, sizi ‘Kerime Nadir - Muazzez Tahsin Berkant melodramının tipik yüzü’ olarak görüyor. Melodramı yaratan jestleri, mimikleri, o size mal olmuş masumiyeti, unutulmaz koşu stilinizi önceden çalışır mıydınız?
Belki Hindistan sineması hariç, hiçbir dünya sineması seyircisiyle bu derece birebir ilişki kuramamıştır. Çok talep vardı. Kaldı ki ben bir süre sonra çok sıkıldım. Çünkü derdim oyunculuktu ve ilerlemek istiyordum. Bir üniversite hocası benim melodram oyunculuğum üzerine bir araştırma çalışması yürütüyor. Başkalarını olduğu kadar kendimi de gözlemişim. Duygusal olaylara verdiğim reaksiyonları belleğime kaydettiğim için bir süre sonra o anlardaki doğal tepkimi oyunculuğuma çağırarak bu işi yürütmeye başladım. Yani bir tür his belleği geliştirdim kendime.

Sizin perdede geçirdiğiniz bir metamorfoz var. Ediz Hun’a doğru koşmaktan "Karılar Koğuşu" ve benzerlerindeki Hülya Koçyiğit’e...
Yönetmenlere ve yapımcılara karşı sürekli mücadele halindeydim. Benden beklenilen hep aynı türdü çünkü alıcısı çoktu. Oysa ben sokakta rastladığım insanların hikâyesini anlatmak istiyordum. Dediğiniz geçişi bir anda yapamazdım ancak zaman içinde elde edebildim. Özellikle Gülşah Yapım’ı kurduktan sonra.

Süreç içinde eleştirmenlerden kaynaklanan kırgınlıklarınız oldu mu?
Oldu. Oyunculuğum hiç izlenmiyor diye vehme kapılmıştım kendi kendime.

‘Bu bir melodramdır’ın bilincinde miydiniz? Senaryo elinize geldiğinde araştırma yapar mıydınız? Yoksa direkt çekilir miydi?
Ortaokul döneminde adamakıllı roman okumuştum. Özellikle de Muazzez Tahsin Berkant, Peride Celal, Esat Mahmut Karakurt, Kerime Nadir. Kız çocuğunun en duygusal çağı. O romanları okurken ben zaten onların filmini seyrederdim. Roman kişilerinden biri gibi hissederdim kendimi. Okuduğum romanların senaryosuyla karşılaştığım zaman da zaten onlardan biri gibiydim. Karakterlere ‘sahiden o’ yorumunu getirdiğim için de melodram benimle farklılaştı.

Kirişi kırdığınız, sivri filmler hangileri?
Başta çok denemelerim var ama Lütfi Akad’tan sonra sonuç almaya başladım. Kariyerimin toplumsallaşan sürecidir. Anadolu tipi karakterleri canlandırdım. Toplumda sırtına basılan, ezilen kadın tipleriyle, farklı kadın portreleriyle kamera karşısına geçtiğim "Diet", "Gelin", "Düğün", "Almanya Acı Vatan", "Firar", "Derman" var. O yıllarda filmlerim kadın cinselliğini tema olarak ele alan yapımlara alternatif oluşturdu.

Cinsellik sizin filmlerinizde yok mudur?
Benim kendi anlayışım oranında var. Mesela "Firaröda çok bariz hissedilir. Bacaklarını sıvamış yerleri silerken, kadının cinselliği bir erkek gözüyle aktarılır. O duyguyu seyirciye geçirebilmek önemli olan, birebir göstermek değil. Neyi vermek istiyorsunuz, neyle veriyorsunuz? Kadının erkeği arzu ettiğini gösterebileceğiniz bin türlü yol var.

Dönemin dublaj mağdurlarından birisiniz.
Aşağı yukarı on yıl sonra kendimi konuşmaya başladım ama en başından beri direndim, mücadele ettim. Dublaj stüdyolarına gidip dublajımı yapanlarla beraber yaşıyordum. Filmler sessiz çekiliyordu zaten. Hoş resim vermek oyunculuk için yeterliydi. ‘Seslendirme tiyatro sanatçılarının işi’ diyorlardı. Bana göre ise başarı ya da başarısızlığın daha çok konuşana geçmesi katlanılmaz birşeydi.

Yöneticilik ve politika dönemleriniz oldu. O günlerden geriye ne kaldı?
Politikayı isteyerek seçmedim. Ancak olan bitenden rahatsız bir sanatçı olmam ve ve susmayan mizacım nedeniyle zaman içinde bu teklif bana Turgut Özal tarafından bizzat getirildi. Sinemada yöneticilik dönemimin en büyük getirisi ise, tabii ki arkadaşlarımın desteği ve emeğiyle, sinema emekçisini sosyal sigortalar kanunu kapsamına aldırmak oldu. Ayrıca sansür içinde çok mücadele ettik. Ancak sansür bu yönetimlerle çözülemeyecek bir sorun. Dünyada sansür ağırlıklı olarak cinsellik için uygulanıyor, bizde ise polis ve siyasi düşünce için ki bu bir utanç kaynağıdır.







KÜLTÜR & SANAT











































Yazarlar