Kültür Sanat Şöhret virüsü ülkeyi sardı

Şöhret virüsü ülkeyi sardı

30.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yoksullar, varlıklı olma umuduyla kuyrukta. Varlıklılar ise bir de varolma isteğiyle... Varolmanın yolu, 'görünmek'ten geçiyor bu zamanda. "Camekanda olmak istiyorum" diyor bir genç... Bir diğeri, "Türkiye beni tanısın istiyorum. Kıskanıyorum televizyondakileri" diyor

Şöhret virüsü ülkeyi sardı



Şöhret virüsü ülkeyi sardı



Show TV'nin düzenlediği Türkiye'nin Yıldızları yarışmasının Ankara Büyük Sürmeli Oteli'nde geçen hafta sonu gerçekleşen ön elemeleri... Otelin dış kapısından itibaren tüm lobiyi dolaşıp alt kata inen uzun kuyrukta her yaştan ve cinsten 2000'e yakın insan, Türkiye'yi etkisi altına alan 'realite-şov' salgınının en son çağrısına cevap veriyor.
Bu yarışma ile bir 'sabun köpüğü' (orijinal adı Soap Stars çünkü) gibi parlama umudu içindeki insanlar, heyecanlı ve gergin, ağır ağır devinmekte. Çoğunluk 20-30 yaş arası gençlerden oluşsa da aykırı tipler de yok değil. Kucağındaki 1,5 yaşında çocuğunu yarışmaya aday yapan anneler mi istersiniz; yoksa elinden tuttuğu üç yaşındaki kızıyla kuyrukta bekleyen, kendisi yarışmaya katılacak anneler mi? Veya 72 yaşında emekli olmuş adamlar mı?!.. Türkiye yaş, cinsiyet, toplumsal statü, sosyo-ekonomik konum bakımından farklılıklarını eriten bir 'virüs'ün etkisiyle buluşmuş, orada… Adı 'şöhret', bu virüsün!..
Bu virüs, buluştursa da birleştirmiyor ama... Herkes birbirine rakip olarak orada. "Kimse diğerinin kazanmasını istemiyor; kimse kimseyi sevmiyor burada" diye açıklıyor bir aday, ortamın ruh halini…

Benim üniversitelerim!
Şöhret hevesi yaş, cinsiyet, sınıf dinlemediği gibi, eğitim de dinlemiyor. İlkokul mezunları, liseden terk gençler gibi, belki onlardan daha fazla, üniversiteliler var. Ankara SBF Uluslararası İlişkiler dördüncü sınıf öğrencisi bir genç kız, annesiyle birlikte ve annesinin teşvikiyle kuyrukta. Kıbrıs Lefke Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği'nde okuyan oğlunun adaylık kaydını yaptırmak isteyen bir baba da orada… Hacettepe Kamu Yönetimi'nden, Bolu İzzet Baysal İşletme'den, Konya Selçuk Biyoloji'den, Gazi Kimya'dan mezun ya da halen okuyan öğrenciler, hepsi starlık kuyruğunda… Hacettepe Psikoloji'den eski öğrencilerimle bile karşılaşıyorum! Kendileri yarışmaya katılmadıklarını söylüyorlar. Biraz meraktan, biraz eğlence olsun diye, ama daha çok Ege Üniversitesi mezunu bir arkadaşlarını desteklemek amacıyla oradalarmış. İnanıyorum onlara. İnanmak, kurtuluş çünkü!..
Üniversitelerin hem ekonomik hem de kültürel olarak toplum nezdinde çekiciliğini yitirdiğini bu ortam da doğruluyor. "Türkiye'de üniversite mezunu olmak, artık ilkokul mezunu olmakla aynı seviyede" diyen Gazi Üniversitesi mezunu bir 'star' adayı şunları ekliyor sözlerine: "Televizyonun cazibesi ise kesinlikle çok fazla. En azından şöhret ve para..."
Bu ifadeler, söz konusu tablonun ekonomik yoksulluk ile psikolojik yoksunluğun sarmaşığı olduğunu düşündürüyor. Yoksul, varlıklı olma umuduyla kuyrukta. Varlıklı olan ise bir de varolma isteğiyle... Varolmanın yolu, 'görünmek'ten geçiyor bu zamanda. Gençler son derece açık-seçik ve dolambaçsız biçimde beyan ediyor bunu. "Camekanda olmak istiyorum" diyor biri örneğin... Bir diğeri, "Türkiye beni tanısın istiyorum. Kıskanıyorum televizyondakileri" diyor.
Yine de en çarpıcı ve düşündürücü nokta şu: İlkokul mezunu inşaat ustası da, Kırıkkale İktisat mezunu da, Siverek'in Drejan aşireti mensubu da içinde bulundukları halin sorunlu yanlarını bilmiyor değil. Tamamen 'lümpen' bir ruh haliyle ve safça bir starlık hayaliyle kuyrukta değil insanlar. Öyle laflar ediliyor ki magazinel bir yarışma kuyruğunda değil de ciddi-ateşli siyasal tartışmaların yürütüldüğü bir üniversite kantininde olduğunuzu sanıyorsunuz. Yılmaz Güney'in filmlerini ezbere sayanlar da, "Ben Şiwan Perver'e sanatçı derim" diyenler de, "Ahmet Kaya ölmedi, öldürüldü" iddiasında bulunanlar da starlık kuyruğunda karşımıza çıkıyor. Ayrıca şu saptamalar dikkat çekiyor: "Türkiye'de namuslu yollardan gittiğin zaman, 60'ına geldiğinde ancak bir daire alabilirsin; toplum dejenere olmuş durumda; biz Türk toplumu olarak üretken değiliz; kolay yoldan para kazanmak isteyenler, bu aptal kutuda görünmek için her şeyi yapabiliyor..."

Meşhur olmak istiyorum!
Fakat bu saptamaların ardından bunlarla mücadele arzusu değil, kişisel selamet arayışları işitiyorsunuz: "Türkiye'de yaşam standartları çok düşük; çalışarak hiçbir yere gelinmiyor" değerlendirmesini yapan biri, hemen ardından, "Türkiye kolay para cenneti; bize de kolay para lazım" diyebiliyor.
Hem bir toplumsal bilinçliliği, hem de bireysel bir fırsatçılık halini yansıtan çelişkili ifadeler belki bunlar. Ama, meslek sahibi olmanın hiçbir anlamının kalmadığı 'meşhuriyet çağı'nın gerekleriyle uyarlılık içindeler. "İnsanlar beğenilmeyi severler, beğenilme duygusu vardır insanın içinde" diyen bir gence "Bir doktor veya öğretim üyesi olarak da beğenilebilirsin" dediğimde şu dramatik cevabı alıyorum: "Mesela diyelim büyük bir doktoru 10 bin, bilemedin 20 bin kişi tanır. Ama sen bir ünlü kişi olduğunda seni milyonlar, belki de dünya tanıyacak."

Allah Show'a zeval vermesin!
Hal böyle olunca medya, bu coğrafyada asırların efendisi olan 'devlet'in tahtını da zorluyor. Önceki kuşakların, özellikle babasının devletten bir şey beklemekle çok büyük hata yaptığını belirten aday, "Devletten hiçbir şey beklemiyorum. Show TV'den bekliyorum" diyor. Dahası medyayı büyük bir 'canavar' olarak tanımlamaktan da geri kalmıyor. Ama bu sinema filmi Shrek'te olduğu gibi 'sevgili bir canavar' ona göre! "İçine girdiğin zaman seni bırakmıyor; zaten sen de çıkmak istemiyorsun. Midesi kaldırmadığı zaman atıyor. O yüzden canavarın öyle bir organında kalacaksın ki (mesela bu, kalp olabilir), seni hiç atmasın!"
Bir 'celladına gülümseme', hatta tapma hali gibi! Televizyon adeta 'teolojik' bir değer ve anlam kazanıyor hayatın içinde. 'Yaradana kurban olma'yı erdem kılmış bir toplumun torunları, 'ekrana kurban olma' yolunda kıyasıya bir yarışa koyuluyorlar böylece…




POPULER KÜLTÜR