Kültür Sanat Talebe Erman

Talebe Erman

14.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Futbolcu Erman

Talebe Erman






Bir varmış bir yokmuş.
Bir zamanlar Orta Asya'da bir Toroğlu Beyliği varmış. O beylik, zamanla atlara binip Mersin'e gelmiş. Oraya yerleşmiş. Çocuklar, torunlar vermiş. Ve beyliğin soy ağacında yaşama sırası Erman Toroğlu'na gelmiş.
Erman Toroğlu, Orta Asya yiğitlerinin yalınkılıç cengâverliğini günümüz dünyasına taşımış. Atalarının cenkte yaptığını o, sahada, pazarda, stüdyoda, sütunda yapmış.
Stüdyoda yan gelip oturdukça, 'Uğurcuğu' ile 'oynattıkça', ağzına geleni patlattıkça, kendini tutamayıp parladıkça Toroğlu Beyliği'nin günümüzdeki en popüler temsilcisi olarak sivrilmiş.

"Git sor hocana"
Nereden biliyoruz 'Toroğlu Beyliği'ni..?
Büroda buluştuğumuz Erman Toroğlu "Oğlanın tarih kitabında gördüm" diyor. "Git, hocana sor bakalım" demiş, ama hoca da bilmiyormuş.
Toroğlu, Beyliğin son temsilcisini, yani kendisini anlattıkça "Olamaz" diye kıvranmaya başlıyorum:
Çünkü, anlattığı neredeyse bire bir benim hayatım.
Bizimkiler de Orta Asya kökenlidir.
O da, Ankara'da doğmuş.
Benim gibi çocukluğu İsmet Paşa mahallesinde geçmiş.
Babası memurmuş. Benimki gibi...
Sağlık Sokak'a taşınmışlar. Bizim gibi...
İlk ve orta okulu Mimar Kemal'de okumuş. Benim gibi...
Lise için Atatürk Lisesi'ni seçmiş. Benim lisemi...
Orta Asya steplerinden beri aynı yoldan yürüyüp karşılaşmamışız da 'medya' denilen çoktanrılı kavim buluşturmuş bizi...
Ve Ankara'da bir büroda futbolcu, hakem, kabzımal, yazar, televizyoncu, maço Erman Toroğlu'yla konuşmuşuz. O anlattıkça, bir Türkiye portresi çıkmış ortaya; sahalardan, pazarlardan, stüdyolardan, sütunlardan...
Buyrun hepsini gezelim birer birer...

Erman Toroğlu'nun hayatının en büyük dilimini, öğrencilik yaşamı kaplıyor. 1948'de doğmuş ve 1955'ten, 1976'ya kadar, tam 21 sene okumuş.
Lise yıllarında kafasında hep Amerika'ya ya da Avustralya'ya gitmek varmış. Liseyi bitirince cerrah olmak istemiş. 'Hep kesip biçmek' istiyormuş çünkü... Tıbbı kazanamayınca, o işi yıllar sonra gireceği televizyon stüdyolarına ertelemiş.
Ankara Siyasal'a ön kayıt yaptırmış ama devam mecburiyeti olduğu için vazgeçip futbola zaman ayırabileceği bir okula, Gazi İktisat'a gitmiş. Önce futbol tutkusu yüzünden, sonra askere giderse topa ara vermek zorunda kalacağından hep bekletmiş okulu... Bu yüzden son sınıfta 40 dersi birikmiş. Onları iki senede temizleyebilmiş ve böylece dokuz senede mezun olabilmiş.
"Orada teknik bir hata yaptım" diyor Toroğlu, hayatına 'Uğurcuğu'nun gösterdiği bir film gibi bakarak; "Tam boykotların tırmandığı 1968 dönemi... Kimse derse girmiyor. Kopya çeken geçiyor. Hocalar göz yumuyor. Bitir okulu dört yılda, git Dişçilik oku, ikinci bir üniversite bitir, değil mi?"

Lise 2'deyken Gençlerbirliği genç takımına gittim. Orada antrenör beni oynatmadı. Sinirlendim, hırs yaptım. Yaşım 16-17... O sıra beni PTT'nin genç takım antrenörüne götürdüler. Adam beğenmedi. Rahmetli Arman Talay'a götürdüler, beğenmedi; biri daha beğenmedi. Derken 2. ligdeki Güneş Spor'da bir futbolcu simsarı vardı... 'Oğlancı' filan diye laflar geziyor. Adam 'Ben seni çağıracağım' dedi. Aradan bir ay geçti. Beni 19 Mayıs stadında ümit milli takımla maça çağırdı. Şaşırdım: 'Lan beni üç takım beğenmedi. Bu adam ümit milli maçında ilk 11'de oynatıyor.' Çıktım maça... Bayağı iyi oynadım. Millet şaşırdı. Adam maçtan sonra, 'Herkes gitsin Erman kalsın' dedi. Şimdi, korku da var, anlıyor musun? Karanlık... Adam geldi, 'Senin lisansını almam için şu kağıtlara imza atman lazım' dedi. Bana 7-8 kağıt imzalattı. Beni aldı arabasına; Ulus halinin oradan bana eşofman, ayakkabı falan aldı. Bir de 500 lira para verdi. 1966'nın 500 lirası çok büyük para... Geldim sezon başı, hem genç takımda, hem as takımda oynuyorum. İlk maç Samsun'da. Fakat Güneş Spor'a gittiğimi pedere söyleyemiyorum. Üniversite turnuvasına gittiğimi söylüyorum. Maçta ilk yarı, ruh gibiyim. Düşün, mahalleden gelmişim, doğru dürüst sahayı orda görüyorum yani... Neyse ikinci yarı santrforu aldık, 35 metreden bir topa vurduk, kaleci havuza atlar gibi atladı, gitti gol oldu. Ben atmadım yani, o yedi. Maç 1-1 bitti. Çok büyük başarı. Ertesi akşam yemek yiyoruz evde.. Peder 'Dün Samsun'da Erman diye bir futbolcu gol atmış. O sen misin' dedi. Birisi üflemiş pedere. Baktım hiç kımıldayacak halim yok, 'Benim' dedim. Resmi futbol hayatım böyle başladı."

Askerliğini 12 Eylül döneminde, yedek subay olarak Gölcük'te yaptı Toroğlu...
O dönemde, Murat 124 arabasını satmış ve parasını bir bankere yatırmıştı. Ancak bankeri battı. Bunun üzerine, bütün bankerzedelerin yığıldığı kapıdan yedeksubay üniformasıyla girip parasını kurtardı. Askerlik bittiğinde bir arkadaşı "Erman, senin Mersin'de bahçen var. Gel kabzımallık yapalım, iyi para kazanırız" dedi. Ankara toptancı halinde bir dükkan aldılar. Toroğlu, böylece üniversite mezunu bir kabzımal oldu. Ticarete yabancı değildi aslında... Daha ortaokuldayken Samanpazarı'na gider, 'kader-kısmet' alır, hediye damgaları yaldızdan taşmış olanları kazır, en büyük ikramiye çikolatayı mideye indirir, kalan boşları başkalarına kazıtırdı.
Lise 1'de yazın, aile bütçesine katkı için Ankara Oteli'nin inşaatında çalışmıştı. Ancak kabzımallık hepten farklıydı.
"Tam 19 sene sürdü kabzımallık işi... Ama fazla sevmedim. Başkasının yaptığı bir maddi hata yüzünden Maliye'yle başım derde girdi, vergi kaçakçılığından hüküm giydirdiler bana... Çok ağırıma gitti. Bıraktım."

İİki yol kalmıştı: Ya antrenörlük, ya hakemlik... Hakemliği seçti Toroğlu... Bu camia, asker kökenlilerin elindeydi. Futboldan gelenlerin pek şansı yoktu. Kursa yazıldı. Aday hakem oldu. Ama sınavda küme düşürttüler Toroğlu'na... Sınavda gelen soru şuydu:
"Bir serbest vuruştan, kendi kalene gol atıyorsun. Hakemsin. Ne karar verirsin? Neden?"
Şu cevabı yazdı:
"Top benim vuruşumla, kalecime değmeden benim kaleme girerse kornerle başlarım."
Doğru cevap şuydu:
"Serbest vuruştan ancak rakip kaleye gol atılır."
"Ben de 'Gol geçersiz' demek istedim" diye itiraz etti. Dinlemediler. Küme düşürdüler. Sonra şans yüzüne güldü. Onu tutan ekip Merkez Hakem Kurulu'na geldi. Yeni ekip onu A kategorisine, 1. lige çıkardı. Beş sene hakemlik yaptı.Sonra FİFA hakemi oldu. Uluslararası maçlara gitmeye başladı. Dört sene de FİFA hakemliği yaptı. Hayatının bundan sonrasını şöyle özetliyor:
"Ondan sonra da Erman Toroğlu oldum."

"Bir insan niye hakem olur ki?" diye soruyorum Toroğlu'na... Öyle ya, bu kadar lanetlenen, sülalesine stadyumlar dolusu küfredilen bir işe niye talip olur insan? Çok ilginç bir cevabı var:
"Böyle cazip bir meslek yok. Düdüğü çalıyorsun iş bitiyor abi... Bir tek Allah, düdüğü çalarsa iş biter. Ondan başka, hâşâ kimsenin gücü yoktur. Hakimin bile Sayıştay, Danıştay, Yargıtay, bin tane olayı var. Burada öyle değil. Müthiş bir otorite. Ama tabii iyi kullanıldığı zaman... Kötü kullanılırsa da tehlikeli olmaya başlar."
Nasıl iyi kullanır otoritesini, bir hakem?
İki şey lazım: Futbolu bileceksin ve cesaretin olacak. "İstanbul'da üç büyükler aleyhine penaltı çalarsam, acaba gelecek maça çıkabilir miyim?" dersen olmaz.
Peki bütün stat size küfrederken sahada nasıl etkilenirsiniz?
Sen işini yaparsan rahatsız olmazsın. Beş dakika sonra onların takımın lehine bir karar verince de 'Koçum Erman' derler.
Hâlâ çok küfreden oluyor mu?
(Bu soru üzerine, cebine gelen telefon mesajlarından örnekler veriyor Toroğlu... Bir kısmını hâlâ saklıyor. Burada zikredemiyorum, ancak detayları, hayal gücünüze bırakıyorum.)
Ya şike? Bir hakeme nasıl şike teklif edilir?
Bunu yaşamış Toroğlu... FİFA hakemi olarak Gürcistan'a, Gürcistan-İrlanda maçına gitmiş. Öğleyin Belçikalı gözlemci ile yemek yemişler. Sonra otele dinlenmeye gitmek üzere bir Amerikan arabasına binmişler.
"Arabada dört kişiyiz. Ben arka sağda oturuyorum. Giderken, arabayı kullanan herif cebinden dört tane zarf çıkarttı. Baktı, bakarken de arabayı kaldırıma vuruyordu, zor kurtardı. 'Lan n'apıyo bu manyak' derken zarflardan birini arkaya, bana uzattı. Ben hiçbir şey demeden aldım. Sonra 'tık tık tık' diğer üçünü dağıttı. O sırada geldik biz kalacağımız yere. İndik. 'Akşam başarılar' dedi, gitti adam. 'Açın lan şu zarfları' dedim. Açtık, bana beş bin dolar, diğerlerinde de üç bin 500-dört bin dolar gibi bir para...
"Beynimden vurulmuşa döndüm. Çıldırdım, içeri girdim, Şenez Erzik'i arıyorum. Allah'ın terk ettiği yer o zaman Gürcistan, Erzik'i nereden bulacağız. Dedim 'Bu maçı biz yöneteceğiz. Belçikalı bir gözlemci vardı. Çağırdık adamı, paraları koyduk kucağına... Adamın gözü düştü. Dedi ki: 'Bunlar kalsın, konuyu görüşüp size haber vereceğim.' Dedim ki adama, 'Siz maçtan sonra uçağa binip gideceksiniz, sakın bunu yarına ertelemeyin.'
"Maça çıktık. 2-1 yendi Gürcistan. Şevardnadze de maçta... Biz akşam eğlenceye falan gittik, benim surat bir karış. Ertesi gün döndük. Tabii olay UEFA'ya bildirilmiş, zarflar bizde. İrlanda'daki rövanş maçı da 1-1 bitti, Gürcistan tur atlıyor. Ondan bir gün sonra Zürih'te UEFA toplantısı var. Bize biletler geldi. Paraları aldık, Zürih Hilton'a gittik. Toplantıda patır kütür bir itelediler herifleri; 'İki yıl Avrupa kupalarından men...'
Ortalık karıştı. İtiraz ettiler. İtiraz da 'red'.
Rüşveti veren herif beni gösterip dedi ki :
'Karayolundan Gürcistan çok yakın, ama bu hakem karı kızla yatmak için Moskova üzerinden geldi.'
Ben dedim ki, 'Geçen hafta karayoluyla giden işadamlarını öldürdüler.'
İyice bombok oldu herifler... Bunun üzerine dediler ki, 'Biz bu parayı hakemler burada alışveriş yapsın, eğlensin diye verdik.'
Bunun üzerine UEFA'dan birisi çok güzel bir soru sordu:
'İyi güzel de, niye baş hakeme fazla verdiniz, yan hakemlere az?'
Adam dedi ki:
'Baş hakem çok koşuyor o yüzden'...
'Peki dördüncü hakem oturuyor, ona da aynısını vermişsiniz' deyince herkes düştü. Ceza aldılar.
Sonra Gürcistan mafyası beni vurmaya Türkiye'ye geldi. Ve ben silah aldım. Bazı maçlara silahla gidiyordum. Ama silah taşımayı sevmiyorum. Oyuncak değil bu... Silahı çekiyorsan vuracaksın. Vuramazsan, alır o silahı bir yerine sokarlar."

Bir de maço Erman Toroğlu var tabii... Sık sık kadınları kızdıran çıkışlarıyla tanıdığımız... Geçenlerde 'Hakemin bakiresi' başlıklı bir yazıda "Bakirelik yalnız bayanda mı olur, mesela hakemin bakiresi olmaz mı, yani bozulmamış bir hakem" diye yazdı. Bunun üzerine çalıştığı grubun kadınları Toroğlu'na şikayet dilekçesi verdiler.
"Kadın bakire olmayınca değer mi kaybediyor?" diye sordum. İşte cevabı:
"Bugün dünyada bakir orman tabiri vardır. Niye? Balta girmemiş ormana 'bakir orman' denir. Bugün Türkiye'de özellikle iki grup bakir-bakire olmaya mecburdur: Birisi hakimler, birisi hakemler. Yani kadınlar buradaki espriyi anlamayıp, dediğimi başka manâya çekerlerse son derece yanlış... Beni şikayet ettikleri yazının altına imza atarım. Ama benim yazdığım o değil ki... Benim yazdığım, hakemin bakir kalması..."
Bekareti kaybolunca bozulmuş mu oluyor kadın?
"Ben öyle görmüyorum. Ben oğluma bile telkin ederken bakirelik konusunda tam ters telkin ederim. 'Yarın bugün evlilik yapacaksınız, beraber olacağınız kızı, kadını, bakire olmadığı için sakın suçlamayın. Dinleyin bakalım ne olup ne bittiğini' diyen adamım... Onlar yazıyı tam anlamamışlar. Ben orada ahlâki bozulmadan bahsediyorum."
Programda da bazen kadınlar hiç dinlemiyormuş gibi konuşuyorsunuz.
"Ben özel hayatımda da, özellikle araba kullanırken filan, kendi kendime küfreden bir adamım. Belki de kendimi rahatlatıyorum. Ama televizyonda öyle bir şey olmuyor. Hatta Şansal bazen geriliyor ben sinirlendiğim zaman, ağzımdan bir şey çıkacakmış gibi... Mesela bir gün Şansal dedi ki:
'Ya Erman, Fenerbahçe çok hücum etti ama gol atamadı.'
Ben de dedim ki :
'Şansal, her gün seks yaparsan çocuk olmaz.' Şimdi bunun belli günleri var. Aslında onu da açmam lazımdı açamadım. Kadın bir hafta zarfında hamile kalabilir. O haftanın da her günü değil. Bu bir hafta zarfında iki gün kadının derecesi 37,5'tan 38,5'a çıkar. Bu, yumurtlama devridir. Yani 'Kadının ateşini ölçüp sonra iş tutacaksın' demem lazımdı. Diyecekler ki 'Ulan ukala, onu da mı biliyorsun.' Biliyorum çünkü hanım 6 tane düşük yaptı. Yani çok çalıştık bu konuda biz..."
Otoriteniz evde de geçerli midir?
"Aslında evde rahatlarım. Mutfağa girip börekten, kabak tatlısına kadar iyi yemek de yaparım. Öyle sertliğim filan yoktur. Ama ailenin reisi benim. 'Kadınla erkek eşittir' prensibine karşıyım. Aile içinde ben de bir şeyler yapacağım, o da yapacak; ama sonunda bir karar alınacak. Fikrini alırım ama sonunda kararı ben veririm. Bir arabayı iki kişi kullanmaz. Ben direksiyona oturacağım, hanım yanda, 'Erman sen debriyaja basarken, vitesi de ben değiştireyim.' Yok öyle şey...
Arabayı biri kullanacaksa, o niye kadın olmasın?
Onun da kullanacağı yer var. Bir ev alınırken hangi evin alınacağı kararını ben veremem, benim işim, parayı vermek. Araba için ben ne kadar para koyacağıma karar veririm; o markasına karar verir. Bazen kadınlar daha doğru karar veriyor. Biz içine çok girdiğimiz için objektif olamayabiliriz, olaylar tribünden daha iyi görülür."

1992 seçimlerinde, meslekler albümüne politikacılığı da ekledi. Mersin'de hocası Aydın Güven Gürkan'ın karşısında DYP'den aday oldu. Seçilemeyince Cavit Çağlar'ın davetiyle katıldığı politikayı bıraktı. "Yeniden girer misiniz?" diye sordum, "Sen girersen ben de girerim" dedi ve seçime girerse iktidar olacak parti için aklındaki isimleri açıkladı: " Mustafa Denizli, Fatih Terim, Ali Kırca, Uğur Dündar, Tuncay Özkan, Ertuğrul Özkök, Serdar Bilgili, Şansal Büyüka, Murat Birsel (Hıncal'ı da alırdık ama o içeriden yıkar bizi, tartışmaktan iş yapamayız) bu ekip yüzde kırktan az oy alırsa adam değilim."



POPULER KÜLTÜR


Toroğlu Beyliğinin varisi
Ahmet Kaya'nın Evi
Güreş ve aşk birbirine çok benzer
Futbolda 'pislik' prim oldu!
Keloğlan'ın 'star' olma hayalleri
'Vuruldum, hastaneye buyrun
'Ayrı dergilerin insanlarıyız'
Kaçın makineler geliyor!
Modern ruhaniyet: Reiki
Danalar çıktı podyuma!
TÜRKİYE'NİN NABZI
Geçen hafta seçilenler