Siyaset Lozan'ı geniş yorumlayın

Lozan'ı geniş yorumlayın

24.11.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kretschmer, azınlıklarla ilgili olarak, "Ankara, Lozan Antlaşması'nı sınırlı bir şekilde yorumluyor. Avrupa'daki standartlar açısından Türkiye, Lozan Antlaşması'na dayanan savunmacı tutuma göre davranamaz" dedi

Lozanı geniş yorumlayın

'ŞEMDİNLİ SINAVDIR' DİYEN AB TEMSİLCİSİ KRETSCHMER MİLLİYET'E KONUŞTU: Büyükelçi Kretschmer, güncel konulara ilişkin sorularımızı şöyle yanıtladı: AB Komisyonu Ankara Temsilcisi HansJörg Kretschmer, Şemdinli olayını yakından izlediklerini, bunun Türkiye açısından çok önemli bir sınav olacağını söyledi. Kretschmer, fikir özgürlüğü konusundaki yargılama girişimlerinin kendisini, "Söyleyecek söz bulamayacak kadar şaşırttığını" kaydetti. AB'nin Türkiye'deki azınlıklar meselesine bakışını da anlatan Kretschmer, "Ankara'nın Lozan Antlaşması'nı sınırlı bir şekilde yorumladığını" vurgulayarak, AB'nin bu dar yorumla mutabık olmadığını belirtti. Roj TV atılamazdı - Bu açıklamaları yakından izleyip not ediyoruz. İnanç özgürlüğü ile ifade özgürlüğü arasında bence bir çelişki yok. Her ikisi mümkün olduğu kadar özgür olmalı. Başörtüsü meselesi ise, AİHM kararından sonra yine çok tartışmalı bir konu haline geldi. Bu kararla somut bir mesele olan Leyla Şahin davası sonuçlandı. Ancak bunun Türkiye'deki tartışmanın sonu olduğunu sanmıyorum. Türkiye'deki hukuki durum değişirse, ki mahkeme başkanı da bunu açıkça söyledi, o zaman ilerde açılacak bir davadan başka bir karar çıkabilir. Başbakan Erdoğan kutsal değerleri her zaman ifade özgürlüğünün önünde tuttuğunu söyledi. Ayrıca başörtüsü meselesinin ulemaya bırakılması gerektiğini belirtti. Bu çıkışlar sizde endişe yaratıyor mu? - Roj TV muhabirinin o basın toplantısını izlemesini engelleyecek bir yasal zeminin bulunmadığına ben de katılıyorum. Başbakanınızın tutumu farklı olabilirdi. Ama burada Başbakan'a yöntem gösterecek değilim. Başbakan Erdoğan'ın Danimarkalı meslektaşıyla ortak basın toplantısını terk etmesine neden olan Roj TV meselesine ne diyorsunuz? Hz. Muhammed'in karikatürü sansürlenemez - Bazı insanların bu gibi hallerde rahatsız olmaları demokrasiye ters düşmez. Eleştiriye izin vermeli, karikatüre izin vermeli. Tabii bunların kişiye dönük hakaret içermemesi gerekir. Sözünü ettiğiniz karikatüre gelince, bizde de Papa hakkında veya politikacılar hakkında çok karikatür çiziliyor. Avrupa'daki standartlara alışık olmadığı için, bunlar Türkiye'de kabul edilemez görülebilir. Türkiye belli bir mesafe kat etti, ama bu tür bir liberal demokrasiye dönüşmesi için daha kat edeceği yol var. Danimarka'da Hz. Muhammed'in bir karikatürle tasvir edilmesine Müslüman ülkelerin gösterdikleri resmi tepkiye Türkiye'nin de katılmasına ne diyorsunuz? Avrupa'nın bu konularda daha dikkatli olması gerekmez mi? - Tabii, ben sözünü ettiğiniz karikatürü görmedim. Ama yine de bunun sansürlenmesi gereken bir konu olduğuna inanmıyorum. Fakat, Hz. Muhammed'i herhangi bir şekilde tasvir etmek Müslümanlar açısından hakaret sayılıyor. Kendisi de Katolik olan şarkıcı Madonna, Katolikleri kızdırdığında Papa onu aforoz etti ve rencide olanlar tatmin oldu. Avrupa'daki Müslümanlar için bu tür rahatlatıcı mekanizmalar olmadığına göre bu konularda dikkatli olmak gerekmiyor mu? - Sokaktaki adam söz konusu anlaşmayı bilmez. Sadece medyanın ve siyasetçilerin aktardıklarını bilir. Azınlıklar meselesi çok komplike bir meseledir. Söz konusu anlaşmayı ister onaylamış ister onaylamamış olun, azınlıklarla ilgili olarak uyulması gereken bazı genel ilkeler var. Azınlıkların korunması konusunda Avrupa'da anlaşılır tek bir pozisyon yok. Farklı yaklaşımlar var. Ancak uyulması gereken kıstasların olduğu, AİHM'nin verdiği kararlardan anlaşılıyor. AB'nin hazırladığı Katılım Ortaklığı Belgesi'nde Kürtlerden ve Alevilerden "azınlık" diye söz edilmiyor. Ama Kürtlere ve Alevilere azınlık haklarının tanınması gerektiği anlamına gelen ifadeler var. Ayrıca, Türkiye'den Azınlıkların Korunması Çerçeve Anlaşması'nı onaylaması isteniyor. Fakat bunu onaylamamış olan Fransa, Belçika, Yunanistan ve Lüksemburg gibi AB üyeleri var. Sokaktaki adam bunu bir "çifte standart" olarak görüyor. İlke olarak, "Bu azınlıklar yoktur. Olan azınlıklar da Lozan'da belirtilmiştir" demek ve Lozan'ı da (azınlık olarak) sadece Yahudi, Rum ve Ermenileri kapsayacak şekilde, sınırlı olarak yorumlamak yetersiz kalıyor. Avrupa'daki standartlar açısından Türkiye, Lozan Antlaşması'na dayanan bu savunmacı tutuma göre davranamaz. Çünkü burada söz konusu olan, Türkiye'nin Avrupa'ya doğru hareket etmesi ve Avrupa standartlarına uymasıdır. Lozan yorumu yetersiz - Lozan Antlaşması'nın Türkiye için önemini sorgulayan bir tartışmaya girmek istemiyorum, çünkü böyle bir tartışmanın kamuoyunda yaratacağı tepkiyi biliyorum. Söylediğim şudur: Türkiye'yi, soruna, Lozan'ın o günün Türkiye'si için ortaya koyduğu açının ötesinde -daha geniş bir açıdan- bakmaktan alıkoyan bir şey yok. Yanlış anlamadıysam, Lozan'ın da AB sürecinde değişmesi gerekebileceğini söylüyorsunuz. Limanlar Rumlara açılacak - Bu, sadece Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti'nin aynı gümrük birliği içinde olmalarından kaynaklanan bir durum. Bir gümrük birliğinde, bir üyenin, malların kendisine ulaştırılması konusunda başka bir üyeye kısıtlamalar koyması kabul edilemez. Bizim açımızdan bu konunun, Kıbrıs sorununun çözümü ve Nisan 2004'te Kuzey Kıbrıs için hazırlanan, ancak maalesef halen Brüksel'de masa üzerinde duran iki tüzükle bir ilgisi yok. Onun için Türkiye'nin, "Bu tüzükleri kabul edin, biz de limanları açarız" diyerek bunların arasında bir bağlantı kurması fazla yardımcı olmaz. Hayır! Türkiye gümrük birliği yükümlülükleri açısından malların doğrudan ve rahat bir şekilde gitmesi için Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı taşıyan gemilere limanlarını açmak zorundadır. AB, "Limanlarını Kıbrıs Cumhuriyeti gemilerine açacaksın" diyor, Türkiye ise, "AB Kıbrıslı Türklere verdiği sözleri tutmadıkça yapmam" diyor. Bu durum müzakerelerin daha ilk aşamasında kriz yaratmayacak mı? Şemdinli'de güçlü kuşkularımız var - Hakkâri'yi ziyaret ettiğimde, muhataplarımın en çok şikâyet ettikleri şey, hükümetin kendilerine ilgi göstermemesi oldu. Onun için Başbakan'ın oraya gitmek için çaba sarf etmesi önemli bir jesttir. Şemdinli meselesine gelince, bizim bu konuda başkalarınınkinden daha fazla bilgimiz yok. Ama edindiğimiz bilgilere göre, devlete bağlı kimi unsurların bu suçun işlenmesinde parmakları olduğuna dair güçlü kuşkular var. Bu, Türkiye için önemli bir sınavdır. Zanlıların kimliği ne olursa olsun, Türkiye bu sayede hukukun üstünlüğünün geçerli olduğunu kanıtlayabilir. Hükümetin bunu vaat eden çok sayıda açıklaması oldu. Yapabilirlerse çok iyi olur, çünkü bu Susurluk'tan bu yana bazı şeylerin değiştiğini gösterir. Tabii Başbakan veya başkalarının, "Bu işi sonuna kadar takip edeceğiz" demeleri hiçbir şeyi garantilemiyor. Birçok olayda savcılar bir sonuca varabilmek için güvenlik görevlilerine güveniyorlar. Buradaysa güvenlik görevlilerinin muhtemelen bu işin içinde oldukları bir durumla karşı karşıyayız. Fakat umudum odur ki, gerçekleşmiş olan reformlar sayesinde hukukun bu olayda geçerli olduğu gösterilecektir. Bu da tabii Türkiye'de kamuoyuna bazı şeylerin değiştiği konusunda güven aşılayacaktır. Şemdinli'de meydana gelen olayları takip ediyor musunuz? - Terörizm hiç kimsenin yararına değildir. Teröristlerin yardım ettiklerini iddia ettikleri insanların yararına hiç değildir. Terörü lanetliyoruz. Türkiye'nin geleceği de terörizme karşı etkin bir savaşa bağlı. Peki, bu işi istismar etmeye çalışan PKK'ya mesajınız nedir? Azınlıklar raporu akıllıca hazırlanmıştı - Sorun, ifade özgürlüğünün limitleri konusunda farklı anlayışların olması. Örneğin TCK'nın 301. maddesini ele alalım. Bu madde bize göre ifade özgürlüğünü bir demokraside olmaması gereken şekilde sınırlamak için kullanılıyor. Bu nedenle bu davaları çok yakından izleyeceğiz. "Devlete karşı hakarette bulunmak" veya "Türklüğe karşı hakarette bulunmak" gibi kavramlar, bizim yabancısı olduğumuz konulardır. Bunlar ayrıca çok geniş bir şekilde yorumlanmaya yatkın olan konulardır. Şimdi bakıyorum, Prof. Baskın Oran ve Prof. İbrahim Kaboğlu, İnsan Hakları Danışma Kurulu adına azınlıklar üzerine hazırladıkları rapor için yargılanacaklar. Bu beni söyleyecek söz bırakmayacak kadar şaşırtıyor. Biz o raporu okumuştuk. Akıllıca hazırlanmış, nesnel ve eleştirel bir rapordu. Ama sırf bir sistem konusunda eleştirel oldukları için yargılanmaları, bu benim anlayabileceğim bir şey değil ve açıkçası AB'de de hiç kimse anlamıyor. Türkiye'de yeni davalar açılıyor. Türkiye ile AB arasında ifade özgürlüğünün ne olduğu konusunda bir iletişim kopukluğu mu var?