Siyaset Muhasebeci, edebiyatçı meteoroloji müdürü oldu

Muhasebeci, edebiyatçı meteoroloji müdürü oldu

09.08.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kadıoğlu, Mezunlarımız ABD Hava Kuvvetlerinde, NASAda çalışıyor, Ankara Meteoroloji Genel Müdürlüğünde çalışamıyor. Uzun yıllar bir meteoroloji mezunu, genel müdür olamadı diyor

Muhasebeci, edebiyatçı meteoroloji müdürü oldu

İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Mikdat Kadıoğlu: Dünyayı çevreleyen hava katmanına baktığımızda herkes atmosferin uçsuz bucaksız olduğunu düşünür. Oysa bulunduğumuz noktadan atmosferin ilk tabakası, yani yaşam için gerekli en önemli kısmın, suyun çevriminin olduğu troposfer dediğimiz alan 11 kilometre kalınlığında ve Bakırköyden daha uzakta değil. Dünyanın yarıçapını düşündüğümüz zaman bir elmanın kabuğu kadar ince bir katman. Atmosfer dipsiz bir kuyu gibi düşünülmesin.Eskiden yaklaşım şuydu: Yüksek fabrika bacaları yaparak, kirli havayı yerden uzağa verip kaybolacağı düşünülüyordu. Bu yanlış, çünkü atmosferin çok ince, kırılgan bir yapısı var.Küresel iklim değişikliğini magazin malzemesi olarak kullanma lüksümüz yok. Ciddi bir sorun. Amerikada şu anda bir kampanya var: Annenizi dinleyin Anneniz kızar ya, ışığı kim açık bıraktı, televizyon niye kapalı değil? diye... Tasarrufa yönelik. En temiz enerji, kullanılmamış enerjidir! Türkiyede de benzer eğilimleri güçlendirilebiliriz. Fosil yakıt tüketimini azaltabiliriz. Küresel ısınma ve iklim değişimleri yeni bir çevresel tehdit olarak tartışılıyor. Atmosferdeki karbon dioksit (CO 2) düzeyi yükseldikçe dünyada sıcaklığın arttığı gözleniyor. En sıcak 14 yıl 1980lerden bu yana yaşandı. Rekor sıcaklık dalgaları, buzulların erimesi ve yıkıcı fırtınalar bilim çevrelerini havadan sudan konular üzerinde daha çok durmaya zorluyor. Türkiye bu gelişmelerden nasıl etkileniyor? Plajda kızarmak yanlış Kyoto protokolü uygulanabilse, riski azaltabiliriz. Ancak ABD protokolü uygulamıyor. Az gelişmiş ülkelerle birlikte baca gazlarını azaltalım diyor. Gelişmemiş ülkeler de diyor ki, Durun bakalım, biz de sizin kadar gelişelim, daha doğrusu kirletelim, ondan sonra azaltırız. Burada sıkıntı var. ABDnin Kyoto protokolü için çeşitli önerileri var. Hindistandaki ineklerin yemlerine ilaç katalım, inekler yellenmesin, metan gazı üremesin gibi projeleri var. Havayı yeterince kullanmayan ülkelerden kota satın almak istiyor. Afrikaya ağaç dikeyim diyor. Kyotoda problem var ama Montreal protokolüyle klorofluoro karbonlarını, ozonu kirleten gazları kontrol altına aldı dünya. Küresel ekonominin gelişimiyle tüketim çılgınlığı arasında bir denge kurulmazsa gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakma olasılığı azalacak. Çevreciler, Gezegenimizi kurtarma savaşını kaybediyoruz diye feryat ediyor. Yeni bir vizyon ihtiyacı yok mu? Azalıyor, yamalanıyor, yavaş yavaş. Ancak bugünkü en büyük tehdit cilt kanseri oldu. Avustralyada güneşten koruyucu kremleri halka bedava veriyorlar. Bizde halk sağlığı kampanyası önemsenmez. Karadenizde örneğin son yıllarda kanserde artış var. Kimse erken doktora gitmez. Ancak başına bir şey gelirse gider, çoğu zaman iş işten geçmiştir. Erken müdahale konusunda bilinçlenmeliyiz. Okulda, kahvehanede, camilerde nerede olursa olsun iklim değişiklikleri ve sağlık konusundahalki uyarmak, eğitmek gerekiyor. Güneyde plajlarda insanlar yatıyor, kızarıyor. Bu doğru değil, güneşte cildin aldığı hasara karşı vücut kendini korumaya çalışıyor, bronzlaşma o demek. Biz diyoruz ki, Gölgede beyaz kalın, yavaş, hafif ve sulu bir yaşam sürün. Küresel iklim değişikliği karşısında bireylerin Ben ne yapabilirim? diye düşünmesi gerekiyor. Ozon tabakasındaki seyrelme azaldı mı? Sigara kitle imha silahıdır Tehlikenin akut olması gerekiyor, yani hemen etkisi görülmediği için insanlar küresel ısınmayı önemsemiyor. Bir zamanlar sigara için de böyleydi. Sağlığa zararlı mı, değil mi diye senelerce tartıştık. Türkiyede yılda şimdi 100 bin kişi ölüyor sigaradan. Geçenlerde bir deprem toplantısı yapıldı, sigara dumanı altında ben çok rahatsız oluyorum, 20 - 30 yılda bir 30 bin kişi ölen bir afet için konuşurken, burada yılda 100 bin kişi öldüren bir afete maruz kalıyoruz. Ayıptır, söndürün sigaralarınızı! dedim. Sigara kitle imha silahıdır!Afet bilincimiz düşük. Bizde afet yönetimi deyince, müdahale anlaşılıyor. Akut bir şey olacak. Bu, aslında kriz yönetimi. Bizim risk yönetimine ihtiyacımız var. Kriz oluşmadan riski görüp azaltmaya çalışmalıyız. Bekliyoruz, yıkım olunca yaraları sarıyoruz. Afete hazırlık evden, bireylerden başlamalı. Konyada Zümrüt Apartmanında gördük, enkaz altındaki insanlara bir haftada ulaşamadılar.15 Ağustosta San Diegoya gideceğim, sel yataklarının yönetimi konulu bir toplantı için; depremden sonra tek bir itfaiye aracı almışlar. Buna karşılık yaptıkları şu: Mahalle mahalle, ev ev insanları deprem, sel gibi afetler karşısında örgütlüyorlar. İstanbulda bunu yapmalıyız. İlk 72 saat altın saatler. Yine, Nerede bu devlet? diye bağırırsak afet yönetimi çöküyor. Toplumsal duyarlılık nasıl sağlanacak? İlk müdahale ve yaralıların sınıflandırılması konusunda eleştiriler oldu. Pamukovada hızlandırılmış tren kazasındaki kurtarma çalışmalarında gördük; bırakın sağ kalanları kurtarmayı, ölüleri bile doğru sayamadık! Dünyanın taşıyabileceği bir yük var. Doğal kaynaklara büyük baskı var. Daha fazla kazanma hırsı, doğal yaşamı tehdit ediyor. Küresel ısınmayla birlikte deniz suyu seviyesindeki değişme sonucu okyanus akıntıları da değişiyor, balık yatakları ölüyor. Her balığın yaşayabileceği sıcak su aralığı var. El Nino buna örnektir. Peruda sıcak su akıntısı ortaya çıktığı zaman 10 milyon ton, hamsiye benzeyen balık ölüyor. El Ninoyla yaramaz çocuk diye dalga geçiyoruz Türkiyede. Oysa Peruda balıklar ölünce ekonomi etkileniyor, ABD bunları alıp katkı maddesi olarak kullanırken soya fasulyesine dönüyor. Bu defa da fiyatlar artıyor ve Japonlar soya fasulyesini alıp soya peyniri yapamıyorlar. Hepsi birbirini tetikliyor. Bilim adamları niye El Nino üzerinde çalışıyorlar? Çünkü tarıma yön verecekler.Bunlar hava cıva işleri değil. Her yüksekokul mezunu havadan sudan anlamaz. Türkiyede herkes doğuştan meteorolog. Bir tane diploma al gel, Meteorolojiye yön ver. Atış serbest. Havadan sudan konuşmayı severiz ama hep yanlış konuşuyoruz. Sıcaklığa ısı diyoruz, türbülansa hava boşluğu diyoruz. Mesela olmayan bir Basra alçak basınç merkezi var bizde. Dünya literatüründe yok. Bizimkiler uydurmuş zamanında. TRTde hava durumunu izleyin, Basra Alçak Basınç Merkezinden söz ediliyor. Yok böyle bir şey! Dünya literatüründe olan da bizde yok. Çevresel duyarlılık konusunda yeni kuşaklar daha bilinçli değil mi? Çevreci örgütler de artan nüfus, dizginlenemeyen tüketim, hızla artan yoksulluk ve su başta olmak üzere azalan kaynaklar konusunda kıyamet uyarısı yapıyorlar. Bunlar insanları etkilemiyor mu? Amaç baskı yaratmak. Bu hükümet ve Sayın Başbakan demiyor mu, İşi ehline vereceğiz diye... Meteoroloji Genel Müdürlüğünde veya uzmanlık isteyen başka bir kurumda her üniversite mezunu en tepedeki koltuğu kendine hak görüyor. Bu anlayışa bilim de, din de, kamu yararı da karşı. Ülke yararına değil ki... Meteoroloji para kazanan bir kurum haline geldi, döner sermayesi var, üç günü aşan hava tahmin raporlarını satıyor. "Havadan trilyonlar kazanıyoruz" diye övünüyorlar. Yarın kaç kilo yağış yağacağını söylemiyor ama dünyada bir numarayız diyorlar. Çıldırıyorum ben. Meteorolojide tekel var. Böyle olduğu zaman meteorolojinin gelişimi de duruyor. Kamuoyu yanıltılıyor. Uydu ve radar görüntüleri deniyor. Radar çalışmıyor. Çalışsa bile halkla paylaşmıyor. Eğer radar çalışıyorsa, ben bunu görebilmeliyim, kullanabilmeliyim. İnternette ABDde hangi kasabada yağmur yağıyor, yol durumu nedir, radarı görebiliyorum. Kendi ülkemde bunu yapma şansım yok. Bu bilgilere niye ulaşamıyoruz? Girin Ermenistana, beş günlük hava tahmini var, Türkiyenin elinde de 10 günlük bilgiler var, üç günden sonrasını parayla veriyor. Hava tahmini yapmak Meteorolojinin tekelinde.16ncı yüzyılda hava tahmin yapmak cadılık olarak görülüyor ve yakılıyordunuz. Şimdi de mahkemeye veriliyorsunuz. Bu zihniyeti kim değiştirir? Meteorolojinin başında dışarıdan biri oturursa bu düzeni değiştirir mi? Hani işi ehline verecektik? İklim konusunda bir devlet politikası yok. Üç dört sene önce GAPla ilgili bir çalışma yapmak istedim. Meteorolojik gözlemleri alıp analiz yapmak istedim. 12 milyar lira istediler. Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüyle başınız dertte sanıyorum, eleştirileriniz nedeniyle peş peşe davalar açılıyor. Son olarak 500 milyar TL tazminat istenmiş. Pamukovadaki tren faciası kurbanları için TCDD ailelere bu kadar ödeyecek mi belli değil. Bilim adamı olarak bu kadar ağır yaptırım sizi rahatsız etmiyor mu? Kendinizi baskı altında hissetmiyor musunuz? Alaylı mektepli kavgası var Türkiyede Meteoroloji 1937de Atatürk tarafından kuruldu, 1952de NATOya girilince İTÜde Meteoroloji Bölümü kuruldu. 1960dan bu yana mezun veriyoruz. Bizim mezunlarımız NASAda Amerikan Hava Kuvvetlerinde çalışıyor, Ankarada Meteoroloji Genel Müdürlüğünde çalışamıyorlar. Alaylı mektepli kavgası sürüyor, uzun yılardır bir meteoroloji mezunu, genel müdür olmadı. Matematikçi, edebiyatçı, gazeteci, muhasebeci geldi, meteorolog gelmedi. Çünkü iklim konusu yıllarca önemsenmemiş. Bunlar Türkiyenin gerçeği, bunları söyleyince kuruma hakaret sayılıyor. Oysa istasyonların yarısının kapalı olması bir gerçek. Meteorolojide uzman nasıl yetişiyor? Radyasyon erken uyarı sistemi yok Yok. Türkiye Atom Enerjisinin kurduğu radyasyon ölçüm aletleri size kirlendiğinizi söyler, erken uyarı o değildir. Radyasyonu aldıysanız kirlenmişsinizdir. Meteorolojinin yasasına bakın, sel, fırtına, dolu, nükleer tehlike diye bir görevi yok. Sadece güzel havaları tahmin için kurulmuş. Meteroloji ne diyor: Etkili yağış bekliyoruz. Sele sel, çığa çığ diyecek bir kuruluş yok. Altının kıymetini sarrafı bilir. Meteoroloji niye kurulmuş? Esas amaç, milletin can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Denizciler Egede bilgileri Poseidon adlı Atinadaki bir enstitüden alıyor. Biz bilgi toplumu değiliz. Fransada geçen sene ağustosta 20 bin kişi sıcak hava dalgasından öldü diyoruz. Türkiyede hiç kimse ölmüyor mu? Bilgi yok. Ermenistanda nükleer santral var, İranda yapılıyor, komşularda yeni bir kaza olsa Türkiyede erken uyarı sistemleri var mı devreye girecek? Karadenizde yeme içme alışkanlığında kanserojen eğilimler var ama bunlar halka anlatılamıyor. Bilgi halka inemiyor. Devlet beni 1985 yılında Amerikaya gönderdi, altı yıl doktora mastır çalışması yaptım, bugünkü profesör maaşından fazla para veriyordu. Döndüm, üniversitede çalışıyorum, ne yapıyorsun diye soran yok. Akşama kadar çay içsem hesap soran yok. Ben ortaya çıkıp bunlar yanlıştır dediğim zaman da mahkemeye veriliyorum. Susturulmaya çalışılıyoruz.Bizim burnumuzun dibinde bir fay hattı var, bunun kronik etkilerini düşünmek, tartışmak zorundayız. Depremi bekliyoruz, olduktan sonra harekete geçeceğiz. Kanser tanılarındaki artış, Çernobilin sonucu mu? Bunu araştıracak olan üniversiteler ama yapılmıyor. Allaha güven ama deveni de bağla O tür kazalarda yörünge analizi gerekiyor. Nükleer serpintilerde erken uyarı meteorolojiktir. Havanın kontrolünde yayılır. Patlamanın olduğu yerdeki hava parselini takip etmeniz lazım. Türkiye Çernobilde bunu yapamadı, şimdi de yapacağından şüpheliyim. Kaza olduktan sonra İsveçte bir nükleer santralda işçiler vardiya değişimi yapıyorlardı. Alarm çalmaya başlıyor. Sızıntı var diye santral boşaltılıyor. Anlaşılıyor ki dışarıdan gelen işçilerin ayakkabılarında radyasyon var. Çernobilin üzerinden 40 saat geçmiş ama Rusya kazayı gizliyor, dünyanın da haberi yok! Meteoroloji mühendisleri o gün gelen havanın yörünge analizini yapınca, nükleer serpintinin adresini buldular. Türkiyeye radyasyonlu bulutlar Trakya ve Karadeniz üzerinden girdi. Çernobil felaketinden sonra, Sanayi Bakanı, bilim adamlarının uyarılarını dinlemek yerine, gitti radyasyonlu çayları içti. Nükleer santrallar Türkiyede yeniden gündemde, bir kaza anında zamanında ölçüm yaparak, yayılma alanlarını saptamak yaşamsal önemde... ABDde öğrenciyken bir şey gördüm. Asmışlar duvara, Hazreti Muhammedin sözü: Trust God but tie your camel. Allaha güven ama deveni de bağla, demiş... Biz ne yapıyoruz? Allaha güven deyip gerisini okumuyoruz. Deveni bağla sözü bize göre değil. Her şey Allahtan diyeceğiz. Tren kazasına Nazar değdi dediğimiz gibi... Paratoner olmadığı için radarı yaktık Nükleer enerjinin temiz enerji olduğunu savunan çevreler var. Karbon emisyonu salmıyor ama kendisi bir risk olmanın dışında katı atıkları da problem. Türkiye bu teknolojiye bir devlet politikası olarak sahip olmak istiyor. Akkuyuda inceleme yapmıştım. Bir meteorolojik gözlem kulesi vardı, oraya paratoner kurmuşlardı. Paratoner çalışmıyor, çoğu yanmış. Bizim Çatalcada 3 milyon dolarlık radarımız paratoner olmadığı için yanmıştı. Nedense bizim bir paratoner problemimiz oluyor. Radar yanıyor. İstanbulda biz hep aniden bastıran kar yağışına yakalanıyoruz. Radar olsa göreceğiz, aniden bastırmaz. Tamir ediliyor, eylülde çalışacakmış. Akkuyu bir boğaz ve hava şartları açısından rüzgar ve fırtınaya açık. Türkiyede teknolojik afetler mevzuat dışıdır. Sabiha Gökçen hariç havaalanları yapılırken meteorolojik analizi yapılmamıştır.Hani anlatırlar, birisi gelmiş Kadıköye bakmış, demiş ki Kadıköye köy diyenin, Nevşehire şehir diyenin aklı yok. Kaya düşmesine afet diyenle, kuraklığa afet demeyen zihniyet de buna benziyor. Nükleer santralla bitirelim. Başbakan Erdoğanın Fransa gezisiyle yeniden tartışma başladı, siz Akkuyuda inceleme yapmışsınız, ekolojik yönden nükleer enerjiye nasıl bakıyorsunuz? İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Mikdat Kadıoğlu 1961 Maçka doğumlu. Mastır ve doktorasını ABDnin Missouri - Columbia Üniversitesinden aldı. TMMOB Meteoroloji Mühendisleri Odası Marmara bölge temsilcisi, Türk Deniz Araştırmaları Vakfı üyesi. Açık Radyoda bir program yapıyor. Kimdir?

Yazarlar