22.10.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
Irak operasyonunun hemen öncesinde, Türkiye ile ABD arasında tezkere pazarlıklarının yapıldığı dönemde Beyaz Saray'da katıldığı ilk iftar yemeğinde, Loğoğlu, Bush'un masasında ve hemen yanına oturtulmuştu. Tezkerenin 1 Mart 2003 tarihinde yapılan oylamada TBMM'de kabul edilmemesi üzerine, Loğoğlu, Beyaz Saray'da bir daha Bush'un masasını görememiş, ana protokol masasının oldukça uzağındaki masalarda yer bulabilmişti. Görev süresi dolan Loğoğlu'nun yerine Washington'a gönderilen yeni büyükelçi Nabi Şensoy da geçen hafta Bush'un ramazan nedeniyle 2001'den bu yana verdiği geleneksel iftar yemeklerinin altıncısına katıldı. Peki Türk Büyükelçisi bu yemekte nereye oturtuldu?Şensoy, bu yemekte de Bush'un masasında değildi ama Başkan'ın hemen yanında ve ev sahibeliğini Başkan'ın eşi Laura Bush'un yaptığı "2" no'lu masaya davet edilmişti. 'First Lady'nin masasında kimler yoktu ki!.. Irak ve Afganistan büyükelçileri de aynı masadaydı. Bush yönetiminin Ortadoğu'daki en sağlam müttefikleri Suudi Arabistan, Ürdün ve Lübnan'ın büyükelçileri de, Şensoy ile aynı masayı paylaşan diğer diplomatlardı. Konuklarını çorba, Halibut balığı, domates salatası ve armut suflesi ile ağırlayan Bush, konuşmasında İslam dininin dünyanın her yerinde bir milyardan fazla insana umut ve huzur verdiğini vurguladı. Ankara Kulisi, geçen hafta ABD Başkanı George Bush'un ramazan ayında verdiği iftar yemeklerindeki oturma düzeninin, 1 Mart tezkeresi krizinin, Türk - ABD ilişkilerine yaptığı etkinin boyutlarını da yansıttığını, eski Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu'nun sözleriyle ortaya koymuştu. Beyaz Saray'ın iftar protokolü esas alınırsa, üç yıl aradan sonra Türk sefirinin Bush'a arada bir masa kalacak kadar yaklaşabilmesi, diplomatik analizcilere göre, Türk - ABD ilişkilerinde göreceli bir iyileşmeye işaret ediyor. Göreceli iyileşme Akif Beki'nin esnek akreditasyon doktrini İslamcı basın diye adlandırılan kesimin Genelkurmay Başkanlığı'na dönük en önemli eleştirilerinden biri akreditasyon uygulamasıdır.Genelkurmay, bu uygulama çerçevesinde Zaman, Yeni Şafak, Vakit gibi gazetelere akreditasyon vermiyor. Bunun sonucunda söz konusu gazetelerin muhabirleri, temsilcileri Genelkurmay'daki etkinlikleri izleyemiyorlar.Başbakanlık ise Genelkurmay kadar katı olmayan, ancak yine de gazetecilere yaptırım öngören esnek akreditasyon doktrinini uygulamaya koymuş bulunuyor. Bu doktrin, yazdığı haberler hatalı bulunan Başbakanlık muhabirlerinin akreditasyonlarının askıya alınmasını içeriyor. Buna göre, cezaya çarptırılan muhabirin akreditasyon kartı iptal ediliyor, böylelikle Başbakanlık'a adım atması engelleniyor.Muhabirin ve gazetesinin cezayı çekip yaptırımın olumsuz etkilerini hissetmeleri sağlandıktan sonra askıya alma uygulaması kaldırılıp akreditasyon yeniden tesis ediliyor. Muhabir Başbakanlık'a girebiliyor, bu arada diğer muhabirlere de "Hata yapan yanar, ona göre..." mesajı verilmiş oluyor. Bu uygulamanın ilk kurbanı Sabah gazetesinin başbakanlık muhabiri Bülent Aydemir oldu. Yaklaşık iki hafta süreyle akreditasyonu askıya alınan Aydemir, yöneticilerinin yaptıkları enerjik girişimler sonucunda yeniden kartına kavuştu ve Başbakanlık muhabirliğine dönebildi.Bu girişimlerin yapıldığı kişi ise akreditasyonu askıya alma kararını veren gazeteci kökenli Başbakan Basın Başmüşaviri Akif Beki'den başkası değildi.Beki, son olarak Güven Hastanesi'nin önünde Başbakan'ın fotoğrafını çeken Milliyet foto muhabiri Serdar Özsoy'dan kamerasını istemiş, vermeyince de kendisini Başbakanlık korumalarına "emanet" etmişti. Emanete sahip çıkan korumaların Özsoy'u köşeye sıkıştırıp baskı altında makinesini alma girişimleri sonuçsuz kalsa da, verdiği bu talimat nedeniyle Beki geçen hafta basın kuruluşlarının sert açıklamalarına ve bir de TBMM Başkanlığı'na verilen soru önergesine konu oldu. İlk kurban Aydemir Çelik'in kritik kararı Geçen hafta ülkenin en çok tartışılan konusu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçirdiği şeker atağı nedeniyle hastaneye kaldırılması olayıydı. Erdoğan fenalaştığı sırada arabada bulunan üç kişi vardı. Ön koltukta şoför Harun Kandemir ve koruma müdürü Halit Özgül oturuyordu. Arka koltukta Erdoğan'ın solunda Adana Milletvekili ve siyasi danışmanı Ömer Çelik bulunuyordu. Araç, Kızılay'ı geçtiği sırada Erdoğan notlarını okuyabilmek için şoföre biraz yavaşlamasını söylemiş, Meclis kavşağına yaklaştıkları sırada Erdoğan birden fenalaşmıştı. Sürücüye yavaşlamasını söylemeseydi Erdoğan, muhtemelen bayıldığı sırada araç çoktan TBMM nizamiyesinden içeri girmiş olacaktı.Erdoğan'ın araçta bayılması üzerine tek bir saniye bile yitirmeksizin kritik bir karar verilmesi gerekiyordu. Bu kararı vermek Ömer Çelik'e düştü. Aracın bulunduğu noktaya en yakın tam teşekküllü hastane Güven Hastanesi'ydi. Araba bir dakika içinde hastaneye intikal edebildi.Olay, Çelik'in Erdoğan ile ilişkileri konusunda da ilginç bir tablo yarattı. Çelik, AKP Meclis'e girdiğinde Erdoğan'ın en yakın siyasi danışmanı olarak görülüyordu. Her fotoğraf karesinde Erdoğan'ın hemen sağında yer alırdı. Son dönemde Ankara'daki siyasi kulislerde Çelik'in Başbakan'ın yakın çevresinin dışına çıktığı yolunda yorumlar dolaşıma sokulmuştu. Son olay, Çelik'in Erdoğan'a yakınlığı konusundaki bu dedikodulara da son verdi. Ralston'un zor anı Milliyet Muhabiri Namık Durukan geçen ay Kuzey Irak'a giderek Talabani'nin kontrolündeki bir köyde Osman Öcalan'la görüşmüştü. Bu görüşmeyi Milliyet'te yazan Durukan, Öcalan'ın evinin güvenliğini Talabani'nin peşmergelerinin sağladığına da dikkat çekmişti. Durukan'ın bu haberi geçen perşembe günü ABD'nin PKK ile mücadele koordinatörü emekli Orgeneral Joseph W. Ralston'un çok sıkıntılı anlar yaşamasına yol açtı.CNN Türk Muhabiri Suna Vidinli, mülakat sırasında Ralston'a önce Osman Öcalan'ın terörist olup olmadığını sordu. Başına ne geleceğinden habersiz olan Ralston "evet" yanıtını verdi. Vidinli, ardından Durukan'ın haberini kastederek "Türk gazeteciler gidip terörist Öcalan'la konuşuyor da Amerikalı askeri yetkililer peşmergelerin kontrolündeki bir teröristi nasıl olup da bulamıyorlar?" diye sordu. Ralston'un verebileceği hiçbir yanıt yoktu. Çünkü her şey ABD'nin bilgisi dahilinde gerçekleşiyordu. Ralston, lafı ağzında dolaştırıp yanıt vermemeyi tercih etti. Ancak yüzüne yerleşen mutsuz ifade mülakat boyunca kendisini terk etmedi. Yüzü asıldı