The Others AB’den başka yol yok

AB’den başka yol yok

03.12.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

PAZAR SOHBETİ / Nilgün CERRAHOĞLU

AB’den başka yol yok

Orhan Pamuk: "Kendimi MİT’e yakın hissedeceğimi hiç düşünmemiştim..."
AB’den başka yol yok

PAZAR SOHBETİ / Nilgün CERRAHOĞLU

Üzerine mürekkep dökülmüş yeşil çuhalı yazı masası düşlerinin, ilhamının, kimliğinin beslendiği kaynak İstanbul’un Asya yakası. Kız Kulesi, Topkapı ve balkonun altında martıların konakladığı Cihangir Camii’nin kubbesi ile minarelerine bakıyor.
Minarelerden birinin üzerindeki "alem" yok. Düşmüş. "Yeni mi?" diye soruyorum. Bu muhteşem manzarayı her gün içine çekerek yazan romancı: "Üç yaz geçti aradan" diyor: "Bir yıldırım koparttı alemi. Tepesine yıldırım düştü. Bakımsızlıktan paratoner de kopmuş olduğu için alemin altındaki taşı çatlattı. Bal peteği gibi öyle iki yıl durdu çatlak. Alem depremde cami avlusuna düştü sonra..."
Kaderciliğimizin özeti gibi burnumuzun ucunda yükselen "alemsiz" minare 7.4’lük depremlere dek yıldırımları umursamayan bilincimiz gibi. Rastlantıya terk edilmiş tümüyle. Zamanın sonsuzluğuna, doğanın alicenaplığına bırakılmış.
Kahve üzerine kahve içiyoruz iki buçuk saatlik söyleşi boyunca. Artık sigara içmese de kahve - koliklikten vazgeçemiyor Orhan Pamuk. Yazdıkları, okudukları ve sohbetin devamı yarın ki sütunumda...

Helsinki’den sonra; "Şu anda hava çok iyimser" demiştiniz: "Ama ilk pürüzde, bayram havası şantaj havasına dönüşecek. Zaten şantajla aday olduk..." "Şantajöla ne kastediyorsunuz?
- Sorunlar gündeme geldiğinde "Oturalım, konuşalım" demiyor Türkiye. Şöyle cevap veriyor: "Ne? Öyle mi? O zaman ben de ikimizi de yakıyorum ya da küsüyorum...". AB’ye "şantaj siyaseti" uyguluyor Türkiye. Sorunları tartışarak aşmaya çalışan olgun biri değil, sürekli aşk bekleyen bir tavır içinde. Duygusal bakıyor işe. Ama sorunları çözemediği için duygusallığı da hesaplı. "Çok alındım vallahi; halkım da çok alındı; bak kızıyoruz tavrını, sorunu çözmek istememesinin önüne koyan, sürekli anlayış bekleyen ama kendisi Avrupa’nın taleplerini anlamaya yanaşmayan, rasyonel istekler karşısında sürekli duygusallıkla - ki buna milliyetçilik de diyebilirsiniz - şantaj yapan aşığa benziyor. Usandırıcı bir tutum bu. AB ruhuna uymuyor. Çoğunluk AB’ye girmek istemesine rağmen; değişime niyetli değil...

Bülent Tanla’nın araştırmasına göre AB’ye girmek isteyenlerin oranı % 68, AB’nin ne olduğuna ilişkin soruları yanıtlayabilenler ise % 2...
- Böyle bir bilinç yok. Bir fiyat ödenmesi gerektiği fikri bile yok ortada. Nedir bunun fiyatı diye soran yok. Sorunu halka böyle anlatan yok. AB’ye gireceğiz, bizi böyle alacaklar zannediyor insanlar.

Liderler - Ecevit ya da Yılmaz - neden TV’ye çıkıp AB’yi anlatan bir ulusa sesleniş konuşması yapmıyor örneğin?
- Popülist söylemlerle meseleyi geçiştirmeye çalışıyor partiler. Eğitim sistemimiz, kamuoyunun refleksleri çok milliyetçi. Kimse acı ilaç içmemiz gerektiğini kamuoyuna söylemek istemiyor. A partisi anlatmaya başlarsa, B onun taviz verdiğini, hata yaptığını söyleyecek. Oy kaybı olacak. IMF’yi de kimse anlatmak istememişti. İş dibe vuruncaya dek... Ancak AB’de dibe vurmak demek iş bitmiş demektir.

Devlet AB’den vazgeçemez
AB’nin önşartı militer yapının sivilleşmesi. Türkiye’de ise AB tartışmasına son noktayı koyacak olan asker. Başlıbaşına paradoks değil mi bu?
- Artık alışkanlık oldu: Türkiye’nin temel konularında fikirlerini beyan ederler elbette ama bu çok önemli meselede son karar TSK’da olmamalı.AB’nin ruhunda TSK’nın siyasete karışmaması var. Biz AB’ye girelim mi diye TSK’ya soruyoruz.

Türkiye’nin coğrafi uzaklığı mı olayı kavramamıza engel? AB üyeliğini mümkün kılacak iç dinamikler mi eksik? İstek mi yeterince güçlü değil?
- Hepsi içiçe. Türkiye’yi Avrupa’ya taşıyacak siyasi güçler zayıf. Sorunlar çıktıkça - ki sorunlar sonunda Türkiye’deki demokrasi eksikliğiyle ilgili - siyasetçiler; sorunları çözemeyeceklerini anlıyor ve her zaman yaptıkları gibi popülist siyasete seslenmeye başlıyor. Bir kararsızlık, iradesizlik çıkıyor ortaya. AB’de de Türkiye’nin adaylığına karşı olanlar var. Onlar Türk kamuoyunu - Türk halkının AB’yi tanıdığından - çok daha iyi tanıyor. Ermeni soykırımından şöyle bir bahsediyorlar.
Türkiye oltayı yiyor. İstedikleri zaten bu. Yalnız ikilem şurda: Türkiye küsüyor, şantaja başvuruyor ama Türk siyasetinin temel taşları ve Türk devleti de AB’den vazgeçemiyor.

Neden?
- Sebebi aslında çok acıklı. Atatürk devrimleri ve devleti oluşturan ideolojinin dönüp dolaşıp varacağı yer AB. Cumhuriyetçi hayat tarzı, modernleşme, İslamcılıkla mücadele, zenginleşme, muassır medeniyetler seviyesinin AB dışında olamayacağını herkes biliyor. Küstükleri, şantaj yaptıkları AB’yi aynı politikacılar masaya tekrar AB baskısıyla değil - başka ideolojileri, düşünceleri olmadığı için kendileri koyuyorlar.

Mustafa Kemal’in işaret ettiği Batı illa Avrupa değil diyenler var. Japonya ya da ABD’yi işaret etmiş olabilir mi Atatürk?
- Türkiye için AB’den başka Batı yok. ABD bile bizim ancak AB’ye sokularak Batılı olacağımızı biliyor. Hepsi palavra. İzlediğimiz Batılılaşma yolu tamamlanmış değil. Ortalarda bir yerlerde topallayıp duruyoruz. Ruh törpüleyici bir mücadele bu. Kolay da bitmeyecek. Türkiye bugünkü AB standardına ulaştığında, AB kimbilir nerde olacak. Ben iyimser değilim. Ama AB’den başka da bir Batılılaşma, modernleşme modeli göremiyorum.

Dondurma ister gibi...
Neden hala yerini sorguluyor Türkiye?
- Türkiye’nin kimlik meselesiyle uğraşması çok doğal ve sağlıklı. Beni mutsuz eden cesur olamaması. Geçmişini modernliğe taşıyamaması. Atıl, kabız, yaratıcılıktan yoksun, durgun, tarihe seyirci kalması. AB’yi Cohn Bendit, Claudia Roth ziyaretlerine indirgemesi. Onlarla ağız dalaşı yapmayı, kimlik ve onurunu korumak sayması. Onlara tokat attık, masaya vurduk türü gazete manşetleriyle oyalanması. Bir seferde meseleyi çözecek bir çıkış yolu da göremiyorum. Politik taşlar var. Ve her seferinde bu politik taşlar yer değiştiriyor. Hiç düşünebilir miydik TSK’nın tutucu, MİT’in ise AB konusunda bana daha yakın gelen demeçler verebileceğini?

Pamuk’la MİT aynı çizgide mi şimdi?
- Hayır. MİT Müsteşarı, Kürtçe TV’yi Kürtlere devlet görüşünü dinletelim diye istiyor. Ordu ise devlet görüşünü dinletmek için dahi olsa buna karşı. Ben Kürtlerin kendi görüşlerini Kürtçe anlatmasından yanayım. Ama gene de MİT’in önerisi - en azından devletin Kürtçeyi serbest bırakması açısından - daha kabul edilebilir bir şey. TSK bu taleplerin arkasında ayrı devlet kurmak isteğinin olmasından kuşku duyuyor - ki bu doğru olabilir. Elbette Kürt milliyetçiliği var ve ayrı devlet kurmak isteyen Kürtler de var. Mesele sizin kültürel taleplerle, bu talepler arasında akıllıca bir çizgi çizip, duruma hakim olmanız. Akıllı bir devlet bu çizgiyi çizmeyi bilen devlettir. Yasaklarla, sorunları büyüten devlet değil.

‘Ateşteki kestaneyi kimse almıyor’
Birileri çıkıp: "Bu benim kimliğime uymuyor. Kimse işime karışmasın..." dese buna saygım olurdu. Oysa naif bir şekilde de olsa halkın bunu istediği bilindiği için: "Biz de istiyoruz ama..." diye başlanıyor söze. Ve üniter devletimize dokundurtmayız, karşılıksız çek verme zevkimizi kimse bozamaz, Kürtçe TV, şu, bu olmasın; o zaman biz de istiyoruz deniyor. Halkın ücretini bilmeden dondurma isteyen çocuk saflığıyla bu işi istediği bilindiğinden; çocuğun gözünde kötü adam olmaktan kaçınıyor herkes. Ama bu istemek değil. İstemediğini gizlemek. Çocuk muamelesi yapılıyor halka.

Türkiye’de de AB’yi istemeyen bir kesimin varlığı çıktı ortaya. Yeni durum muhasebelerine yol açmayacak mı bu?
- İçimizde ayak sürçenler olduğu ortaya çıktı. Ayak sürçenler RP gibi geleneksel gerici konumunda görülenler olsaydı, kamuoyumuz büyük zevk alacaktı bundan. Ayak sürçen, TSK gibi toplumda herkesin eleştirmekten kaçındığı bir kurum olunca kimse ne yapacağını bilemiyor. Kimse konunun üzerine gitmiyor. Oysa şunu beklerdik. Seçimlerde bizi AB’ye sokmayı vaat eden siyasetçiler cesaretle çıkıp desinler ki: Siz istiyorsunuz. Ben de vallahi istiyorum dedim ama TSK istemiyor. Gelin şunu konuşarak halledelim. Ama ateşteki kestaneyi kimse almıyor. Maşayla ucundan tutup herkes birbirine atıyor. Bu korkaklıkla da bu iş olmaz.



ENTELLEKTÜEL BAKIŞ