The Others "Accayip" bir yer!

"Accayip" bir yer!

06.02.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Güneş Karabuda Bir yabancının içeri girdiğini gören bir düzine adamın, kovboy filmlerindeki gibi, ani bir hareketle ellerini ceplerine attıklarını dehşetle görüyorum! "Kimbilir ne güzel böyle dolaşmak, artık dünyada görmediğiniz yer kalmadı değil mi?" Bana sık sık yöneltilen sorulardan biridir bu. Dünyamızın sınırsız büyüklüğünü, her yeri gezebilmek için insan ömrünün yeterli olmadığını, daha görmediğim pek çok yerin olduğunu anlatmaya çalışırım. Bir başka soru da, "Dünyada gezdiğiniz yerler arasında en beğendiğiniz hangisi"dir. Buna da dilimin döndüğü kadar, yaşadığımız dünyanın sayısız güzelliklerle dolu olduğunu, televizyon yarışmalarındaki gibi bir, iki, üç diye ülke ve şehirleri sıralamanın anlamı olamayacağını söylerim. Bir de kendi ülkesine toz kondurmayanlar vardır. Bu sorunun sahipleri hassas türden olduklarından, yanıtınızın ölçülü, tartılı olmasına dikkat etmeniz gerekir! Onlar da "O kadar yer gezdiniz, Türkiye gibi bir cennet, dünyada yok değil mi" derler. Şimdiye kadar yolumun cennete hiç düşmediğini, dolayısıyla herhangi bir yeri burayla karşılaştırma şansımın olmadığını, dünyada nefes kesen nice harikaların olduğunu, bizdekilerin de onlardan aşağı kalmadığını, ayrıca her milletten insanın kalbinde ülkesi için özel bir yer olduğu yanıtını verdiğimde, yüzlerinden tamamen tatmin olmuş insanların ifadesini pek göremem... Geçenlerde bir dost toplantısında, "Bu kadar gezdin, dünyayı dolaştın, bize öyle accayip bir yer anlat ki ağzımız açık kalsın" diyordu, çoktandır görmediğim bir arkadaşım. Hangisini anlatsam, diye geçen, kısa bir düşünme payından sonra, kendimi tekrar yıllarca önce geçtiğim o çöl yolunda buluveriyorum. Avustralya'nın orta göbeğinde, uçsuz bucaksız, ağaçsız, taşlı kayalıklı Büyük Viktorya Çölü'nün yanından geçen bir yol... Son durağım "Coober Pedy" adında küçük bir şehir. Kıtanın gerçek sahipleri Aborijin'lerin, dilindeki "Kupa Piti"nin modernize edilmiş şekli bu. Gene aynı dilde "beyaz adamın çukuru" anlamına geliyordu bu. Tozlu topraklı yolda, trafik seyrek. Yanımdan tek tük "Road train" denen kamyon azmanları, arkalarında birkaç treyleri çekerek geçiyor. Hiç gitmişliğim yok ama, kendimi Mars veya Ay'da geçen bir bilim - kurgu filminde hissediyorum. Cehennem sıcağında, müthiş bir boşluğun içinde fındık kadar kalan arabayla, sonu gelmeyen bir yolda ilerliyorum. Trafik canavarı burada işsiz, zira insanlar ancak susuzluktan mevta oluyorlar bu yolda! Yol tabelalarında, inanılması güç şeyler yazılı. Örneğin, "Dikkat 448 km'den önce benzin istasyonu yok!" veya "En yakın şehir, Alice Springs, 1268 km". Dağ, tepe, göl isimleri geçen yüzyılda, uzaklardan buraya yerleşmeye gelen insanların nasıl olağanüstü güçlüklerle karşılaştığını anlatıyor. Örneğin "Disaster Bay (felaket koyu), Mount Hopeless (umutsuz tepe), Starvation Lake (açlık gölü) gibi... Chinaman's vell'de (Çinlinin çeşmesi'nde) durup kana kana su içiyor ve boş bidonları dolduruyorum. Bir süre sonra, hiç bitmeyecek gibi uzayıp giden yol, "Coober Pedy" yazan tabelayı görmemle sona eriyor. Etrafta, şehire benzer bir yeri nafile arıyorum. Yoldan geçen birini durdurup, şehrin merkezini sorduğumda, adam "tam ortasındasınız" diyor. Çevreyi gözlerimle sıkıca taramama karşın, ev, apartman, iş merkezine benzer bir şey göremiyorum. Sol tarafta bir benzin istasyonu, sağda da bar bozuntusu bir baraka var, hepsi bu! Sonra, gözüm ilerdeki kayalıklara ilişiyor. Bir Hollanda peyniri gibi irili ufaklı deliklerle dolu bu tepelerde, insanların oturduğunu fıark ediyorum. Kadının biri, pencere benzeri bir delikten aşağıya çarşaf silkeliyor. Yer sanki, iki binyıl önceki bizim Göreme... Sürekli dinamit patlatmalarının duyulduğu, 3 bin nüfuslu bu şehirde insanlar çalışma ve boş zamanlarını toprak altında veya kayaların içinde geçiriyorlar. Her vatandaşın, yeraltında kazılmış 10 - 15 m. derinliğinde özel çukuru var, burada herkes harıl harıl değerli taş arıyor. Mavinin değişik renklerini taşıyan "opal" taşı, en gözde olanı

Accayip bir yer
Güneş Karabuda

Bir yabancının içeri girdiğini gören bir düzine adamın, kovboy filmlerindeki gibi, ani bir hareketle ellerini ceplerine attıklarını dehşetle görüyorum! "Kimbilir ne güzel böyle dolaşmak, artık dünyada görmediğiniz yer kalmadı değil mi?"
Bana sık sık yöneltilen sorulardan biridir bu. Dünyamızın sınırsız büyüklüğünü, her yeri gezebilmek için insan ömrünün yeterli olmadığını, daha görmediğim pek çok yerin olduğunu anlatmaya çalışırım.
Bir başka soru da, "Dünyada gezdiğiniz yerler arasında en beğendiğiniz hangisi"dir.
Buna da dilimin döndüğü kadar, yaşadığımız dünyanın sayısız güzelliklerle dolu olduğunu, televizyon yarışmalarındaki gibi bir, iki, üç diye ülke ve şehirleri sıralamanın anlamı olamayacağını söylerim.
Bir de kendi ülkesine toz kondurmayanlar vardır. Bu sorunun sahipleri hassas türden olduklarından, yanıtınızın ölçülü, tartılı olmasına dikkat etmeniz gerekir! Onlar da "O kadar yer gezdiniz, Türkiye gibi bir cennet, dünyada yok değil mi" derler. Şimdiye kadar yolumun cennete hiç düşmediğini, dolayısıyla herhangi bir yeri burayla karşılaştırma şansımın olmadığını, dünyada nefes kesen nice harikaların olduğunu, bizdekilerin de onlardan aşağı kalmadığını, ayrıca her milletten insanın kalbinde ülkesi için özel bir yer olduğu yanıtını verdiğimde, yüzlerinden tamamen tatmin olmuş insanların ifadesini pek göremem...
Geçenlerde bir dost toplantısında, "Bu kadar gezdin, dünyayı dolaştın, bize öyle accayip bir yer anlat ki ağzımız açık kalsın" diyordu, çoktandır görmediğim bir arkadaşım. Hangisini anlatsam, diye geçen, kısa bir düşünme payından sonra, kendimi tekrar yıllarca önce geçtiğim o çöl yolunda buluveriyorum. Avustralya'nın orta göbeğinde, uçsuz bucaksız, ağaçsız, taşlı kayalıklı Büyük Viktorya Çölü'nün yanından geçen bir yol... Son durağım "Coober Pedy" adında küçük bir şehir. Kıtanın gerçek sahipleri Aborijin'lerin, dilindeki "Kupa Piti"nin modernize edilmiş şekli bu. Gene aynı dilde "beyaz adamın çukuru" anlamına geliyordu bu. Tozlu topraklı yolda, trafik seyrek. Yanımdan tek tük "Road train" denen kamyon azmanları, arkalarında birkaç treyleri çekerek geçiyor. Hiç gitmişliğim yok ama, kendimi Mars veya Ay'da geçen bir bilim - kurgu filminde hissediyorum. Cehennem sıcağında, müthiş bir boşluğun içinde fındık kadar kalan arabayla, sonu gelmeyen bir yolda ilerliyorum. Trafik canavarı burada işsiz, zira insanlar ancak susuzluktan mevta oluyorlar bu yolda!
Yol tabelalarında, inanılması güç şeyler yazılı. Örneğin, "Dikkat 448 km'den önce benzin istasyonu yok!" veya "En yakın şehir, Alice Springs, 1268 km". Dağ, tepe, göl isimleri geçen yüzyılda, uzaklardan buraya yerleşmeye gelen insanların nasıl olağanüstü güçlüklerle karşılaştığını anlatıyor. Örneğin "Disaster Bay (felaket koyu), Mount Hopeless (umutsuz tepe), Starvation Lake (açlık gölü) gibi... Chinaman's vell'de (Çinlinin çeşmesi'nde) durup kana kana su içiyor ve boş bidonları dolduruyorum. Bir süre sonra, hiç bitmeyecek gibi uzayıp giden yol, "Coober Pedy" yazan tabelayı görmemle sona eriyor. Etrafta, şehire benzer bir yeri nafile arıyorum. Yoldan geçen birini durdurup, şehrin merkezini sorduğumda, adam "tam ortasındasınız" diyor.
Çevreyi gözlerimle sıkıca taramama karşın, ev, apartman, iş merkezine benzer bir şey göremiyorum. Sol tarafta bir benzin istasyonu, sağda da bar bozuntusu bir baraka var, hepsi bu! Sonra, gözüm ilerdeki kayalıklara ilişiyor. Bir Hollanda peyniri gibi irili ufaklı deliklerle dolu bu tepelerde, insanların oturduğunu fıark ediyorum. Kadının biri, pencere benzeri bir delikten aşağıya çarşaf silkeliyor. Yer sanki, iki binyıl önceki bizim Göreme...
Sürekli dinamit patlatmalarının duyulduğu, 3 bin nüfuslu bu şehirde insanlar çalışma ve boş zamanlarını toprak altında veya kayaların içinde geçiriyorlar. Her vatandaşın, yeraltında kazılmış 10 - 15 m. derinliğinde özel çukuru var, burada herkes harıl harıl değerli taş arıyor. Mavinin değişik renklerini taşıyan "opal" taşı, en gözde olanı. Bunun doğru büyüklükte, kusursuz olanını bulanın, dolar zengini olması işten bile değil! Hadi ekmek parası için yeraltında çalışıyorlar, peki neden mağaralarda oturuyorlar, sorusunun yanıtı da hazır; gölgede 45 derece sıcak bu hamam gibi yerde, tek çareyi serin mağaralarda yaşamakta bulmuşlar ve içerisi yaz - kış 24 derece...
Mağara deyince, sakın taş devrine benzer, ilkel oyuklar aklınıza gelmesin. Merakımın önüne geçemeyip de gezdiğim birkaç dairenin, bizim İstanbul'un ultra modern site dairelerinden aşağı kalmadığını gördüm!
Sokaklarında sakinlerinin görünmediği, gündüz yeraltında, geceleri mağaralarda yaşayan bu insanların, buralara nereden gelmiş olabilecekleri sorusu takılıyor kafama. Öğreniyorum ki, "Coober Pedy"nin tüm halkı, II. Dünya Savaşı'ndan sonra, komünizmden kaçarak, doğu ülkelerinden göç etmiş bu yöreye. Akşam üzeri, bir bardak birayla kuruyan boğazımı ıslatmak için, "baraka bar"a giriyorum. İçerisi bizim koltuk meyhanelerinin biraz genişçesi. Bir yabancının içeri girdiğini gören, bir düzine adamın, kovboy filmlerindeki gibi, ani bir hareketle ellerini ceplerine attıklarını dehşetle görüyorum! Eyvah vuruldum, demeye kalmadan, çembere alınıyorum. Üstleri başları toz toprak, ter kokan, saçı sakalına karışmış birtakım adamlar birbirleriyle yarış edercesine, mendillerine sardıkları değerli taşları bana uzatarak "iyi fiyat yaparız, ucuza veririz" diyorlar. Ben bira içmekle yetiniyorum. Şehirde akşam eğlencesi için iki seçenek var: Ya mağara insanlarının kör kütük oluncaya kadar içtiği külüstür bara ya da sinemaya gitmek. Ben ikincisini seçiyorum. İçeri girerken, sinema kapısının yanındaki afişin altında, şöyle bir yazı okuyorum. "Sinema salonuna dinamit sokulmaması rica olunur"!..
Başkalarını bilemem ama, "Coober Pedy" yani beyaz adamın çukuru, bana biraz "accayip!" gelmiş, ağzım da uzunca bir süre açık kalmıştı.