The Others Alman - İngiliz fay hattında

Alman - İngiliz fay hattında

27.12.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Alman - İngiliz fay hattında

Alman - İngiliz fay hattında

Türkiye'nin AB'ye üyelik şansı İngiliz dış siyasetinin AB içinde geniş kabul görmesine bağlıymış gibi gözükmektedir. Ancak, Türkiye'nin ekonomisi ve demokrasisinin AB standardlarına doğru çekilmesi sağlanmalı.

Boğaziçi Üniversitesi siyaset bilimi öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Türkiye - AB ilişkilerinin geleceğini tahlil ediyor.

Avrupa Birliği'nin (AB) Lüksemburg Zirvesi'nde Türkiye konusunda aldığı kararlar üzerindeki tartışmalar, ortaya bir dizi çelişen önerme çıkardı. Bunlardan bir kısmı, AB'nin bize karşı kötü niyetli davranan bir topluluk olduğu, hatta din ve kültüre bağlı olarak bu tür bir karar aldığını vurgularken; bir kısmı da bizim demokrasimiz, ekonomimiz bu halde iken zaten üye olmamızın söz konusu olmadığını belirtti. Bu önerilerin birbiriyle uyuşmaz oldukları düşünülecek olursa, o zaman, sapla samanı ayırmak için AB'nin Türkiye ile ilgili kararının nedenlerini incelemek üzere medyaya yansıyan önerileri ele almak yerinde olacaktır.
1. Önerme: AB bir "Hristiyan Birliği" olduğu için Türkiye'yi dışladı. Bu önerme doğu olsaydı, 1963'te Ortak Pazar Ankara antlaşmasını imzalamaz, 1970'lerde de Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) Türkiye'yi tam üyelik için teşvik etmezdi. 1963'te de 1970'lerde de Türkiye Müslüman çoğunluğa sahip olan bir ülkeydi. Bize din gözlüğü ile bakan Avrupa'nın o tarihlerde yanılmış olması olanaksızdır. Kaldı ki, Avrupa'da Hristiyanların üzerinde anlaşabilecekleri bir siyasal, ekonomik, ahlaki veya kültürel esas söz konusu olmadığı gibi, Aydınlanma sonrası Avrupa dinin birleşmeden çok çatışmaya yol açtığını bilen bir kültüre sahiptir.
2. Önerme: Türkiye, ekonomisi AB'ye oranla geri, yüksek yıllık enflasyon ve Maastricht koşullarına uymayan diğer göstergelere sahip olduğu için dışlanmıştır. Bu iddiaya Lüksemburg Zirvesi'nde alınan kararda da değinilmekle birlikte, tam üyelik için teşvik olunan 11 ülke incelendiğinde, özellikle Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Latvia ve Litvanya'nın ekonomik göstergelerinin, devletten özerk piyasa ekonomisinin ve özel sektörün buralarda, Türkiye'den daha iyi bir görüntü çizmediği de şüphesizdir.
Hal böyle iken, Tükiye'ye kıyasla bu ülkelerin teşvik edilmesinin ekonomik gerekçelere dayandığını önermek anlamsızdır. AB kararlarında da zikredilen Türkiye ekonomisinin durumu nedeniyle tam üyeliğe davet olunmadığı önermesi, davet edilen 11 ülkeyle karşılaştırıldığında inandırıcı olmaktan uzaklaşmaktadır.
3. Önerme: Demokrasi işlememekte, yaygın insan hakları ihlalleri yapılmakta olduğu için Türkiye dışlanmıştır. Türkiye'de demokrasinin işleyişi ve insan hakları sicili savunulabilecek gibi bir durumda değildir. Bunu hükümet de kabul etmektedir.
Ancak, AB'nin üyeliğe davet ettiği ülkelerin bir bölümünde henüz AGİT gözlemcileri denetimi olmaksızın serbest ve adil seçim yapılamamıştır. Türkiye 1946'dan beri demokrasi ile haşır neşirdir ve genel seçimlerin yargı denetiminde serbest ve hakça yapıldığı bir ülkedir. Siyasal demokrasinin ilk koşulu serbest ve hakça seçimlerdir. Bu demokrasi için yeterli değildir. Ancak, henüz bu koşulu gerçekleştirmekte sıkıntı içinde olan ülkelerle, bu koşulu uzun yıllardan beri gerçekleştirmekte olan, ancak hukuk devletini yerleştirmekte zorlanan Türkiye'yi aynı kefeye dahi koymamak, herhangi bir demokrasi ölçüsüyle açıklanabilir gibi görünmemektedir.
4. Önerme: Türkiye komşuları ile iyi geçinmemektedir; Kıbrıs ve Ege sorunlarını halledip sonra AB'ye üye olmalıdır. Türkiye'nin hangi komşusu, kendisine komşu olan hangi ülke ile iyi geçinmektedir ki, bir tek Türkiye onunla kötü geçiniyor olsun? Türkiye Kıbrıs sorununu ve Ege anlaşmazlıklarını tek başına ortaya çıkarmamıştır. Ancak, Kıbrıs sorunu, doğrudan doğruya Yunan Ortodoks milliyetçilerinin yarattığı bir Yunan sorunudur. Sorunu Yunanistan çıkarmıştır, ama AB'ye göre çözmesi gereken Türkiye'dir. Üstelik Yunanistan bu konuda hiçbir şey yapmayacaktır.
Her türlü insaf ölçülerini aşan bu koşul akıldışı olduğu için, ancak, Türkiye AB ile tam üyelik ilişkilerinde bulunmayı, şimdilik aklının ucundan dahi geçirmesin diye ileri sürülmüş olabilir. Ancak, burada Kıbrıs Rum kesimine ve Yunanistan'a yanlış bir izlenim de verilmiş; artık Yunanlılar'ın Türkiye ile uzlaşma araması için hiç bir neden kalmamıştır. Barışı tehlikeye sokan bu tutumun, Doğu Akdeniz ve Ege'de fazla pahalı bir çatışmaya meydan vermemesini dileriz.
Bütün bu önermeleri yadsıdığımıza göre Lüksemburg Zirvesi kararını neye bağlayabiliriz? Bunun tek bir yanıtı varmış gibi görünüyor: Alman ulusal çıkarları ve uzantısı olan Alman dış politikası. Almanya açısından Türkiye nüfusu çok fazla olan; hızı azalsa da, hızla çoğalmaya devam eden; ekonomisi bu nüfusu istihdam etmeye yetmeyecek düzeyde; karmaşık iç ve dış ilişkileri olan bir ülke konumundadır. Bu nüfusla AB'ne üye olacak olan Türkiye AB'nin siyasal kurumlarında çok büyük bir yer kaplamaya adaydır.
Üstelik, yeterince geciktirilerek ve nüfusu 80 milyonu geçerek AB'ye tam üye yapılırsa, bu kurumlarda Almanya'dan çok üyeliğe bile sahip olma noktasında olacaktır. Bu durumda da AB'nin siyasal karar mekanizmalarındaki dengeler esaslı bir biçimde değişecektir. Bu durum Almanya için kabul edilebilir değildir.
İkinci sorun da Türkiye'deki işsizlerdir. Zaten kendi işsizlik sorunları olan Almanya, bir de serbest dolaşımla 5 - 6 ila 10 - 15 milyon arasında tahmin ettiği işsiz Türkleri kendi topraklarında görmek istememektedir. Üstelik, Türkiye'nin din ve etnik sorunlarını; dış ilişkilerinden kaynaklanan belirsizliklerini Avrupa'ya daha fazla taşıması da istenmemektedir.
Almanya'nın AB'ne bakışı, Alman ağırlığı altında güçlü siyasal ve ekonomik kurumları olan federal bir Avrupa Devleti'nin kurulmasındaki bir aşamadır. Türkiye'nin bu aşamada, AB'ne tam üye olmayı hedeflemesi bu ideale tars düşmektedir. Onun için de Türkiye, Lüksemburg'da esas itibarıyla bir Alman vetosuna muhatap olmuştur. Bu veto, yarın ortadan kalkabilecek, hatta 10 -15 yıl gibi bir sürede bile ortadan kalkabilecek bir nitelikte görünmemektedir.
Ancak, Almanya'nın AB politikasına ciddi kuşkuyla yaklaşan İngiltere'nin dış politikası gözardı edilmemelidir. İngiltere, en az 500 yıldır Avrupa'da güçlü bir tek devletin egemenliği oluşmasın diye gayret eden bir Avrupa politikasına sahiptir. Bu politikanın bugün de değişmediği görülmektedir. İngiltere derin siyasal bağları olmayan, gevşek, en fazla konfederasyon görümünde, fakat iktisaden birleşmiş ve İngiliz mallarına açık bir AB görmek istemektedir. Onun için, ne kadar fazla ve birbirine benzemez ülke AB'ne tam üye olursa, o kadar kendi politikasına uygun bir zemin hazırladığını düşünmektedir.
Türkiye'nin AB'ne tüm üyelik şansı İngiliz dış siyasetinin AB içinde geniş kabul görmesine bağlıymış gibi gözükmektedir. Ancak, bunun da kendiliğinden olacağı düşünülmemeli, Türkiye'nin ekonomisi ve demokrasisinin AB standardlarına doğru çekilmesi sağlanmalıdır. Almanya'nın Avrupa'ya yönelik siyasetinin AB'nde egemen olması durumunda da Türkiye'nin hiçbir zaman AB'ye tam üye olamayacağını kabul etmek gerekecektir.
Duygusallıktan arındırırsak, Türkiye ile AB ilişkilerinin, Alman - İngiliz çatışmasının fay hattında bulunduğunu ve bulunmaya devam edeceğini söyleyebiliriz.