The Others Ankara kaygılanmakta haklı

Ankara kaygılanmakta haklı

20.07.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ankara kaygılanmakta haklı

Ankara kaygılanmakta haklı


Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali L. Karaosmanoğlu, Almanya'nın önde gelen Türkiye uzmanı Heinz Kramer'in 12 ve 13 Temmuz'da bu sayfada Avrupa Ortak Güvenlik ve Savunma Politikaları kapsamında, "Türkiye'nin kaygıları yersiz" ve "ABD'siz müdahale zor" başlıklarıyla yayınlanan yazısındaki yaklaşımını eleştiriyor.


       Değerli meslektaşım Heinz Kramer 12 - 13 Temmuz tarihli Milliyet'te Türkiye'nin Avrupa Ortak Güvenlik ve Savunma Politikalarından (AOGSP) dışlanmasından kaygı duymaması gerektiğini ikna edici bir üslupla açıklamaya çalıştı. Ancak Kramer, her iki yazısında da, konunun bazı boyutlarını atlamıştır. Bu atlanan boyutları dikkate alacak olursak, Ankara'nın kaygılarının ciddi nedenlere dayandığını görürüz.
       1.Kramer, Avrupa Birliğinin Amerika'ya bağımlılığını abartmaktadır. Basra Körfezi ya da Kosova'daki gibi konvansiyonel bir askeri hareket söz konusu olunca AB'nin ulaştırma, elektronik imkanlar ve istihbarat bakımından ABD'ye muhtaç olacağı doğrudur. Öte yandan AB, bugün dahi, kendi içinde gerekli siyasi iradeyi oluşturursa, "Petersberg görevlerini" (barışı sağlama ve koruma, insani müdahale ve kriz yönetimi gibi düşük yoğunluktaki operasyonları) Balkanlar'da, Doğu Avrupa'da ve Afrika'da yerine getirecek askeri imkan ve kabiliyete sahiptir. Bu gibi müdahalelerde ya ABD'nin katkısına hiç ihtiyaç duymayacak ya da Amerika'dan gelen minimum katkı yetecektir.
       İyi askeri eğitim görmüş insan gücüne ihtiyaç gösteren bu gibi operasyonlarda Türkiye'nin AB'ye katkısı da önemli olacaktır. Amerika bu gibi oluşumlarda Avrupa'ya katkısını zaten minimuma indirmek istemektedir ve tüm sorumluluğu alması için AB'yi teşvik etmektedir. Washington, böylece, kendi menfaatleri bakımından önem arzeden Basra Körfezi, Doğu Asya ve Kafkasya için güç tasarruf etme imkanını bulacaktır.
       2. Kramer'in de belirttiği gibi, Türkiye, sadece müdahalelerin operasyonel karar alma sürecine katılabilecek, fakat belli bir müdahalenin yapılıp yapılmaması ile ilgili karar alma sürecine AB üyesi olmadığı için katılamayacaktır. Oysa, müdahalenin niteliğini ve siyasi - stratejik amaçlarını tayin edecek olan süreç Türkiye'nin dışlandığı süreçtir. Türkiye operasyona katılsa bile, hiçbir rolü olmadan önceden çizilmiş siyasi ve stratejik bir çerçeve içinde kalarak söz sahibi olacaktır. Ancak taktik kararlara katkıda bulunabilecektir. Ankara'yı siyasi - stratejik karar verme sürecinden dışlayan böyle bir AB müdahalesi, mesela Balkanlar'da yapılırsa, Türkiye'yi çok zor durumlarda bırakabilir. Hatta Türk - Yunan gerginliklerini artıracak amaçlar doğurarak AB'yi Türkiye ile karşı karşıya getirebilir.
       3. Eğer AB, NATO yeteneklerinden yararlanmak isterse, buna Kuzey Atlantik Konseyi karar verecektir ve Türkiye orada vetosunu kullanarak NATO yeteneklerinin kullanılmasını engelleyebilir. Fakat Ankara, vetosunu kullanarak Amerika'yı ve AB'yi kolay kolay karşısına almak istemiyecetir. Ayrıca veto NATO dayanışmasına da darbe vuracaktır. Kramer'in yazısından da anlaşılacağı gibi, AB Türkiye'nin böyle durumlarda daima "uslu çocuk" gibi davranacağına bel bağlamaktadır. AB'nin bu beklentisi Türkiye'ye her koşulda taşıyamayabileceği bir sorumluluk yüklemektedir. Ayrıca bu beklenti, NATO'nun sırtından kumar oynamak anlamına gelir.
       NATO'da alınan yeni karar ittifak yeteneklerinin gerektiğinde AB tarafından kullanılmasıyla ilgili karar verme sürecini resmileştirmek ve kurumsallaştırmaktan öteye bir anlam taşımıyor.
       4. AOGSP'nın NATO ile ilişkisini sadece NATO yeteneklerinden yararlanma açısından düşünmek eksiktir. NATO'nun ortak savunma güvencesini de dikkate almak gerekir. "Petersberg tipi" müdahaleler bölgelerde yüksek yoğunluktaki çatışmalara dönüşebilir. Bu yüzden operasyona katılan Avrupalı müttefiklerimizin kendi ülkeleri dahi saldırılara hedef olabilir. Mesela, Balkanlar'da sürdürülen bir müdahale yüzünden İtalya, Macaristan ve Yunanistan böyle bir durumla karşılaşabilir. Hatta, Kuzey Afrika ülkelerinden birine yapılan bir AB müdahalesi tüm Güney Avrupalı müttefiklerimizi Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da yayılmakta olan kitle imha silahları ve füzelerin hedefi haline getirebilir. Bu gibi durumlarda, hiç şüphe yok ki, Türkiye NATO müttefiklerini destekleyecek ve savunacaktır. Başka bir deyişle, siyasi -stratejik karar verme sürecinden dışlandığı bir operasyon yüzünden doğan riskleri göğüslemek zorunda kalacaktır.
       5. Doğu Akdeniz'e gelince, Kıbrıs ile ilgili muhtemel senaryolar da, Ankara'nın kaygı duyması için neden oluşturabilir. Amerika'nın Kıbrıs konusundaki sorumluluğu giderek azalmakta, AB'nin ise giderek artmaktadır. Helsinki kararları bu bakımdan önemli bir ilerleme kaydetmiştir. AOGSP çerçevesinde Kıbrıs ile ilgili alınacak muhtemel bir müdahale kararından Türkiye'nin dışlanması, sadece Ankara için değil, AB için de ciddi bir sorun teşkil edecektir.
       Tüm bu nedenlerden dolayı, Türkiye kaygılanmakta haklıdır. Ayrıca, Soğuk Savaş yıllarında sadık bir NATO müttefiki olarak Avrupa'nın kaderini paylaşan Türkiye'nin, bugün Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği'nin oluşmasına katkıda bulunmak istemesi gayet doğaldır.