The Others Çöken merkez sağ fikriyat değil

Çöken merkez sağ fikriyat değil

28.04.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Çöken merkez sağ fikriyat değil

Çöken merkez sağ fikriyat değil


18 Nisan seçimlerinde, DSP ve MHP’nin yükselişi nasıl açıklanabilir? Milliyetçilik - millicilik ilişkisi nasıl kurulabilir? DSP’ye milliyetçi bir parti diyebilir miyiz? DSP merkez sağın yerini doldurabilir mi? Merkez sağ mı çöktü, merkez sağın yönetimleri mi? Merkez sağ fikriyatı yara aldı mı? Bu soruları Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu İdaresi Bölümü öğretim üyesi siyaset bilimci Prof. Dr. Nur Vergin yanıtlıyor.


Merkez sağda ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz?
Siyasal yelpazedeki konumdan başka bir şey ifade etmeyen merkez sağ deyimini aslında benimsemiyorum. Hele Türkiye gibi bir siyasi partiler krizinin yaşandığı bir dönemde bir görecelik anlamı ihtiva eden bu deyimin pek açıklayıcı olmadığını düşünüyorum. Türkiye’nin siyaset geleneğinde yapısal bir siyaset akımını teşkil eden ve "merkez sağ" olarak etiketlediğimiz siyaset tarzı, seçim sonuçlarına bakacak olursak çöküntü halindedir. Bu "derin Türkiye’nin" anadamarlarından birinin tıkanması anlamına gelir. Ama bu çöküntü arızi bir çöküntüdür. Onu temsil eden parti yönetimlerinin çöküntüsünden kaynaklanmaktadır. Liderliğin "merkez sağ" fikriyata yabancı düşmesinden ileri gelmektedir.

Merkez’de yeni yapılanma

Nedir bu fikriyat?
Bu fikriyat, jakoben tutuculuğa karşı temellenen bir siyasi proje... Özetle, özgürlük içinde gelişme ya da 1960’ların deyimiyle kalkınma... Bunun içindir ki, belki de, bu yönde taleplerini dile getiren bireyler ve partiler zannedildiği ya da kendilerine izafe edildiği kadar muhafazakar bir kimlikte olmamıştır. Çünkü özgürlük içinde gelişme talebi yenilikçi olmayı beraberinde getirir. Oyların yüzde 26’ya düştüğüne bakarak bu talebin çökmekte olduğunu varsaymak mümkün değildir.
Bu talep ilk ifadesini Serbest Fırka’da bulduktan sonra DP, AP, ANAP ve DYP çerçevesinde kendini her seferinde yenileyerek örgütlenmiştir. Şimdi ANAP ve DYP’nin çöküntüsü bu tarihi talebin varlığını ortadan kaldırmaz. Bu talep Türkiye’de her zaman seçmen çoğunluğunun talebi olmuştur ve bu itibarla da merkezi bir ağırlığa sahiptir. Şu anda yaşadığımız krizden hareketle, bu talebin merkeziliğini yitirip tali bir değer olduğunu ileri sürmek yanıltıcıdır ve bu ülkenin sosyolojisine aykırıdır. Bu talep son yıllarda pompalanan kimliksel taleplerden çok daha önemlidir. Çünkü, Türkiye’yi Türk, Kürt ve çeşitli soysop birliklerine ait yurttaşlarıyla birlikte çok daha derinden bağlamaktadır.
Ben, bu talebe yeniden merkeziliğini kazandıracak bir siyasal yapılanmanın ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Bu, Türkiye’de siyaseti doğallığına kavuşturacaktır. Kriz halinden çıkarıp olağanlaştıracaktır. Bu siyasi yapılanmaya isteyen göreceli olarak merkez sağ isteyen sağ diyebilir, ben merkezi diyorum. Bunun gerçekleşmesi için liderlik yapacak bir genel başkana ihtiyaç var. Böyle bir liderlik oluşmadan birleşmeymiş, birinin diğerinin lehine feragat etmesiymiş gibi formüllerin yapay olduğunu, merkezilik sorununu çözemeyeceğini düşünüyorum. Bunlar çözüm değil, oyalamacadır. Bu nedenle, ANAP’la DYP gibi partilerde kartların yeniden dağıtılması zorunlu gibi gözüküyor. Ama bu nedenle de, tabii, merkez sağın ya da merkezin yeniden merkezileşmesi kolay olmayacak, zaman alacaktır.
MHP ve DSP’nin yükselişini nasıl açıklıyorsunuz?
Ecevit’in, milli menfaatler de diyebileceğimiz ülkenin temel meseleleri uğruna 70’li yıllardaki hasmı Demirel ile bile bağdaşabilir hale geldiğinin görülmesi etkili oldu. Bu husus, üzerinde her nedense fazla durulmayan ama Türkiye’nin politik gidişatı açısından çok önemli bir gelişme. Her ikisi de eski çekişmelerin üstesinden gelip anlaşabildiklerini, bunu "Türkiye için" yaptıklarını gösterdiler.
Sansasyonel bir çıkış değil ama insanların içine işleyen bir durum. Halk, Türkiye için barışmasını bilenlere müteşekkir oluyor. Ecevit’in daha sonra koalisyon ortağı olarak sürdürdüğü uyumlu tavır da olumlu bir etki yarattı. Kurduğu azınlık hükümetinde aslında kimsenin istemediği bir seçime ülkeyi kazasız belasız ve "low profile" bir çizgiyle götürebilmiş olması, Öcalan’ın yakalanması olayını reklam yapmaması, Türk devlet yapısını son yıllarda saran laübali üsluptan arındırması, popülizm uğruna bayağılık taslamaması lehinde olmuştur.
Bütün bunlar DSP’yi sevmeyen seçmenler nezdinde dahi olumlu bir izlenim bırakmıştır. Ama halkla barışmasında din olgusuna karşı yeni bakış açısının da payı var. İlk defa olarak, Cumhuriyet ilkeleriyle özdeşleşmiş olduğuna dair kuşku duyulmayan bir siyasi parti, dine karşı saygılı bir laiklik anlayışıyla dine karşı muhalif değil, tarafsız bir tutum sergilemiştir. Bu çok önemli. İkinci husus, Türkiye’de yine ilk defa olarak solcu bir parti millici bir tutum benimsemiştir.
MHP’ye gelince, o, bizim meşhur kamuoyu araştırmalarında "kararsızlar" adı altında geçen, aslında hiç de kararsız olmayan, konjonktürün ürettiği utangaç milliyetçilerin oylarını da seferber ederek oyunun katlamıştır.
DSP, milliyetçi bir parti mi?
DSP’nin Türk siyasi hayatına yaptığı en büyük hizmet solcu, demokrat ve milliyetçi olmanın bağdaşabilirliğini göstermesi. Çünkü, bizde milliyetçi olmakla ve devleti sahiplenmekle demokrat olmak arasında bir kan uyuşmazlığı olduğuna ilişkin "demokrat kişiysen milliyetçi olamazsın, devlete de zinhar olumlu bakamazsın" şeklinde özetlenebilecek genel bir kanaat oluşmuştu. Ama DSP, müşteriyi tavlamak için bilimsel teori gibi sunulan ve Türkiye gibi vesayet altına alınmak istenen ülkelerin iç tüketimi için piyasaya sürülen reçetelere itibar etmedi. Bu itibarla ideolojik anlamda ve literatüre geçtiği tarzda milliyetçi bir parti değilse de ulusalcı bir duruşu temsil eden bir parti oldu.
Merkez sağın çöküşü gözönüne alınırsa, DSP merkez sağın yerini doldurabilir mi?
DSP’nin muhafazakarlaşıp merkez sağın yerini doldurmasını pek mümkün görmüyorum. Bunu temenni de etmiyorum. Zira bu, DSP’yi DSP olmaktan çıkarır, kimliksizleştirir, anlamsızlaştırır. DSP’yi gereksiz hale getirir. Zira merkez sağın bugünkü perişan durumu kalıcı değildir. Türk siyasetinin bu tarihi damarı muhtemelen yeni bir liderlikle yeniden canlanacaktır. DSP’nin yeniden güçlenecek bir merkez sağla ancak sosyal demokrat bir parti kalarak rekabet etmesi mümkündür. Kaldı ki, Türkiye’nin sosyal demokrasinin ilkeleri uyarınca örgütlenen ciddi bir sola ihtiyacı vardır. DSP’nin tarihsel işlevi de bu yolda olmalıdır. DSP ya sosyal demokrat kimliğini koruyacak, bu doğrultuda politikalar üretecek ya da küçülecektir.

Sol ve milliyetçilik

Ama DSP’nin de milliyetçi olduğunu söylemiştiniz...
Milliyetçilikten burada neyi kastettiğimi açmam lazım. Bugün Türkiye’de insanlara milliyetçi olup olmadıkları sorulduğunda genellikle olumlu cevap alınır. Yurttaşlar milliyetçi olduklarını söylerlerken, ülkeleri için fedakarlık yapmaya hazır olduklarını, ülkenin çıkarlarını korumanın bir haysiyet meselesi olduğuna inandıklarını ifade ederler. Merkez sağ partilerin geleneksel olarak en çok oy alan partiler olmaları bu vurguyu yapmalarından ileri geliyordu. Seçmenin bu isteğine başarıyla cevap verebiliyorlardı.
Sol partiler ise, Türkiye ile hesaplaşmaya yönelen ideolojilerin etkisinde kaldı. Bu söyleme göre, milliyetçi olmak ayıptı, gericilikti, faşist olmakla eşanlamlıydı. Siz, batı demokrasilerinde herhangi bir sol partinin ülkenin milli menfaatlerini bilmem hangi teori uğruna küçümsediğine hiç tanık oldunuz mu? Ya da liberallik uğruna, devleti reforma tabi tutacakları yerde globalleşmeyi bahane ederek "ulus devlet miadını doldurdu" fikrine sarılarak politika yapan partiler hiç gördünüz mü? Varsa, bunların seçilme şansı nedir?

DSP milliyetçi mi?

İşte, bu noktada DSP meseleyi doğru okumaya başladı. Türkiye’nin kültürünü savunmayı, halkın nefs mücadelesine sahip çıkmayı, ülkenin uluslararası ilişkiler sisteminde hakkını hukukunu korumayı sahiplendi. Yani olması gereken gibi oldu. Yoksa, DSP siyaset teorisindeki anlatımla ve ideolojik bir dayatma olarak tabii ki milliyetçi değil. Bunun içindir ki, ben zaten aradaki farkı vurgulamak için DSP’nin tutumuna milliyetçilik yerine millicilik diyorum.

Ümmetçilik rağbet görmeyecek

Türk toplumu milliyetçi bir toplum mu? Milliyetçi ideoloji toplumu şekillendirecek ölçüde güçlendi mi?
Türk toplumu tüm çağdaş toplumlar gibi milliyetçi bir toplum. Ne daha az ne daha çok. Yeni devletleşmiş toplumların ve uluslaşma sürecinde bizden daha yeni olan örneğin Orta Doğu ülkeleri elitlerinin imrendikleri bir durum bu. Çünkü bizde milli duygu ve aynı millete ait olma fikri sadece siyasal seçkinlere değil, halka malolmuş bir anlayış. Ama Türkiye’de bu durum ideolojik milliyetçiliğin "ötekini" dışlayıcı ve etnik bazda tekelci yaklaşıma şimdilik geçit vermiyor.
Şimdilik diyorum, çünkü etnik milliyetçiliğin ivme kazanması, terör ve bazı Avrupalıların iftiraya varan tavırları, duygu bazında varolan milliciliği rencide etmiştir. İnsanlar Türk oldukları için, Türk olmalarından ötürü hedef olduklarına, devletin yetersiz ya da hantal olduğu için değil, Türk devleti olduğu için örselenmek istendiğine inanmaya başlamışlardır. Buna tabii, siyasal İslamcıların gayri milli söylemlerini de eklemek gerekir.
Bu söylemle birlikte ülkenin insanları belki de ilk defa olarak milli aidiyetleriyle ve yurttaş kimlikleriyle dinleri arasında bir gerilimi kitlesel olarak yaşadılar.
Bu nedenlerle önümüzdeki hem de birkaç onyıl boyunca ümmetçi enternasyonalci ve globalleşmeci politikaların kitleler nezdinde çoğunluğu oluşturacak şekilde rağbet görmeyeceğini tahmin edebiliyorum. Yeter ki, liberal merkez ile sosyal demokrasi gereğince sağlamlaşmış olsun.



Yazarlar