The Others ‘Gizli’ bir partinin ‘Açık’ tarihi

‘Gizli’ bir partinin ‘Açık’ tarihi

09.11.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

‘Gizli’ bir partinin ‘Açık’ tarihi

‘Gizli’ bir partinin ‘Açık’ tarihi


Vedat Türkali "Güven"i 50 yılda yazdı


       Yazar Vedat Türkali'nin bir ömre bedel kitabı "Güven" sonunda
       okuyucusuyla buluştu. Türkali'nin 1940'lı yılların başında yazmaya karar verdiği kitap, epeyce gürültü koparacak türden. Yazar birçok "tarihi gerçeğin" perde arkasına inerek okuyuca "vay anasını neler olmuş da haberimiz yokmuş" dedirtiyor. Kitap, bir sürprizler tüneli...
       Okuyucu ilk "sürprizle" kitapçı dükkanında karşılaşıyor:
       "Vedat Türkali'nin Güven isimli kitabı var mı?"
       "Var, buyurun şurada..."
       "Üff, amma da kalınmış!"
       Güven'in birinci cildinde üç kitap yer alıyor. "Savaş Yılları", "Kara Duvarın Gölgesinde" ve "Daldaki Kiraz"ın toplamı 747 sayfa. Fiyatının en az 10 milyon olmasını beklerken ikinci sürpriz geliyor:
       "6 milyon."
       Ancak Türkali'nin çoşkun bir nehir gibi akan üslubu, birinci sayfasını açtığınız anda sizi uçuruyor. Hele Türkiye'nin yakın tarihine ilgi duyuyorsanız, her satırını "içer gibi" okuyorsunuz.
       Güven'in eksenin de Türkiye Komünist Partisi (TKP) var. Ülkede "efsane" haline getirilen en eski muhalefet partisinin, tomografisi çekiliyor. Bir polisiye roman kurgusu içinde, "bir sonraki sayfada acaba ne var?" heyecanıyla, ulusal ve uluslararası alanda dönen "fırıldakları", şimdiye kadar değişik bellenmiş tarihi gerçeklerin farklı yüzünü görüyorsunuz. Kitapta makul miktarda "paparazzilik" de bulunuyor.

Halide Edip'i nasıl bilirsiniz?

Güven'in birden fazla kahramanı var. Çoğunluğu İstanbul Üniversitesi'nde okuyan gençler, İkinci Dünya Savaşı yılları içinde "bir şeyler yapabilmek için" partiyi (TKP) arıyorlar. Öyle ya, toplumsal mücadele örgütlü verilir.
       Ama ne hikmetse liderleri ortalıkta dolaşan bu "gizli" partiyle bir türlü ilişki kuramıyorlar. Vedat Türkali bu "gizliliği" tarihi belgelere dayandırarak şöyle eleştiriyor:
       "Komitern'in (Dünya komünist partilerinin ideolojik çatı örgütü) 4. Kongresi'nde Sadrettin Celal dediği güldürmüştü üyeleri. Gizli çalışıyoruz. Halk bilmiyor ya, polis biliyor!" (sayfa: 184)
       Türkali'nin her kitabında olduğu gibi, Güven'de de kıvamında bir erotizm bulunuyor. Babası iktidardaki Halk Partisi (CHP) üyesi, devletin itibarlı bir adamı olan Necla, sevgilisi TKP sempatizanı Turgut gibi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde öğrencidir.
       Halide Edip okulun en sükseli hocasıydı. Türkali, Necla'nın ağzından Halide Edip'i şöyle değerlendiriyor:
       "Turgut'u tanıyana kadar sevip saydığı bir hocaydı Halide Edip. Kendi de bir bok değilmiş, romanları da... Tepeden bakan bu yargıları yüzünden epeyce tartışma çıkmıştı Turgut ile aralarında... Hele bizim beyinsiz kızlar tuturmuşlardı Halide Edip diye... Babamın anlattıkları doğru mu bakalım? Niye yalan olsun? Düşmanlıkla değil, överek söyler... Onun bilmediği daha neler vardır kimbilir? Şimdi geçmiş karşımıza... Ağır başlı profesör. Sert sert bakar." (sayfa: 53)
       Kitapta başka gizli aşklar da var. 1920'li yıllar. Moskova'da açılan Doğu Halkları Emekçi Üniversitesi KUTV'da dünyanın dört bir yanından gelmiş genç komünistler eğitim görmektedir. Türkali, Rahmi Usta üzerinden anlatıyor:
       "KUTV'un yurdunda kalıyoruz. Tverskov Bulvarı 13/15'te. Nazım yeni evli. Koridorun dibinde küçük bir oda vermişler. Kimin vardı ki büyük odası? Mayakovski o odaya geldiydi. Delice bir karı o Lena Yurçenko, Nazım'ın karısı. Bir sürahi suyu Nazım'ın başından aşağı bir gün... Nazım titrer, karı güler yerlere yatıp. Nazım'ına kavuşmak için Odessa'da vize beklerken öldü zavallı Lena; tifo mu kapmış ne? Ankara'dan vize çıkar mı kolay kolay! Nazım'ın karısı olmak da ayrı bir çile. Şimdi de fukara Piraye Hanım bekler durur." (Sayfa: 301)

Önce şüphe, sonra masumiyet

1938 yılında bir grup Harp Okulu öğrencisi Nazım Hikmet'in kitaplarını okudukları için tutuklanır. Bu öğrencilerle hiç bir ilgisi olmayan Nazım da onlarla birlikte yargılanıp, "Orduyu isyana teşvik" suçundan 15 yıl ağır hapis cezasına mahkum olur.
       Şimdiye kadar bu olayda Nazım'ın hiç bir rolü olmadığı bilinirdi. Vedat Türkali, TKP'li Rahmi Usta'nın ağzından bu olaya farklı bir boyut getiriyor:
       "İçten içe kaynıyor Türkiye. Bu gidişle iyice kaçıracağız ipin ucunu. Bizim dışımızda işlere kalkışacaklar. Al bir Harbiye Olayı daha! Genç subay adayları bir araya gelmişler, başvuracak gizli bir yer arıyor, bulamıyorlar. Nazım'ın kapısını çalıyorlar. Polis oyunu sanıp Birinci Şube'ye telefon açıyor o mübarek de, 'Bırakın yakamı, subay kılığında peşime düşmeyin' diye uyandırıyor herifleri. Anamızı bellediler! Nazım da gitti, Doktor Hikmet de, Kemal Tahir, denizciler... Daha bir sürü kişi. Biri bir halt etti mi bizim yakamıza yapışıyorlar bu ülkede. Aynı döneme girdik yine. Devrimci filizlenmeler içinde aranıyor insanlar. Biz (TKP) yokuz ortada." (Sayfa: 179 - 180)
       Bu olay içinde yargılanıp Nazım ile birlikte hapis yatan şair A. Kadir 1966'da yazdığı, "1938 Harp Okulu Olayı ve Nazım Hikmet" adlı kitabında Nazım'ın masumiyetini anlatır.
       Güven'de bu iddiayı seslendiren Rahmi Usta, Moskova'da KUTV'da eğitim görmüş, orada bir Rus kıza aşık olup evlenmiş, bir de çocuğu olmuştu. Bu çok yakın bir TKP'li henüz hayatta. Ağahan Mimarlık Ödülü sahibi Nail V. Çakırhan da KUTV'da okumuş, orada evlenmiş ve bir çocuk sahibiydi. Acaba Rahmi Usta, Nail V. Çakırhan mı?

Moskova’dan kapatılacaktı

Vedat Türkali ünlü "1951 tevkifatı" sırasında tutuklanıp yedi yıl hapis yatmış bir TKP'liydi. Partinin, "devrimci teori" ile "oportünist pratik" arasında bocalamasının nedenlerini sorgulamış, bu yüzden de partinin tepe noktalarıyla "papaz" olmuştu.
       Güven'den on yıl önce yazdığı "Tek Kişilik Ölüm" adlı kitabında da bu tavrını ortaya koymuştu. 1968'de kabaran devrimci gençlik hareketine karşı, TKP'nin "ilgisiz" hatta giderek suçlayıcı tavrını eleştirmişti. Gençlerin silahlı eylemler sonucu kırılmasından partisini de sorumlu tutmuştu.
       TKP, 2. Dünya Savaşı öncesinde Sovyetler Birliği'nin "büyük devlet" polikasının kurbanı olmuştu. 1935'te yapılan 7. Kongre'de Komitern, dünya politik koşullarını tartışıyordu. Ülkeler, savaştan çıkarı olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılmıştı. Mustafa Kemal'in Türkiyesi de savaştan çıkarı olmayan ülkeler safına konulmuştu.
       Komitern'e üye komünist partiler "anti - fasişt" cepheler kurulmasını kararlaştırdılar. Bu koşullarda Türkiye'de TKP'ye düşen rolü ve Komitern'in aldığı kararı Rahmi Usta'nın ağzından Türkali şöyle anlatıyor:
       "Moskova'da Doktor Şefik Hüsnü, Reşat Fuat bir dizi toplantılara girip çıkıyorlardı. Polonyalı Yoldaş Valeski Türkiye seksiyonuna gelip açıklamasıyla öğrendiler ki, TKP için yaşamsal bir karar alınmış. Valeski'nin 'şimdi size Komitern'in TKP için aldığı kararı bildireceğim; sakın beni Mustafa Kemal'in casusu sanmayın' diye, acılı bir takılmayla girip söylediklerini duyunca donup kalmışlardı. Şefik Hüsnü, Reşat Fuat direnmeseler TKP'yi kapatıyormuş Komitern! Parti Türkiye'de; oradan kapatılır mı? Komitern istese kapatmayacak mısınız? Kapanmıştan beter olduk sonunda!" (Sayfa: 300)

Herkes merkez komite üyesi!

       Türkiye Komünist Partisi'ne, çizilen yeni rota bir çok komünistin içine sinmiyordu. Yapacak da bir şey de görünmüyordu. Türkali, partililerin ağızından isyan ediyor:
       "Biz uyuyor muyuz? Komitern yıllar önce kesin doğrultuyu gösterdi. Tekkeci kafayı atın; kendi gerçeklerinizin ışığında bulun yolunuzu dediler bize. CHP'ye sokulun, yan örgütlerine, Halkevleri'ne filan girip bir şeyler yapın. (Sayfa: 180)
       Kemalistleri tutun denmiş! Tutacağız da, neresinden tutacağız? Ne yapacaksın, tarihin yazısı kanlı. Komitern de arkaladı herifleri. Bu karar bize kesilmiş ceza mı, Mustafa Kemal'e ödül mü belli değil. Çoğu şeyi çözemedik." (Sayfa:185)
       Bir komünist parti kendisini bu kadar "pasifize" ederse ortaya da aşağıdaki durum çıkıyordu:
       "Devlet fabrikalarda kuş uçurtmuyor. Öğrenciler arası kaynaşmadan ne çıkartacağız? Ankara'da beş on aydın, İstanbul'da beş on aydın. Komitern onun için bizimle bağı kopardı biraz da... Kimse kalmadı sizin yörenizde dediler. Herkes Merkez Komite'de! Ne biçim komünist parti bu? Nerede işçiler? Ülkede ne var ne yok hepsi Kemalistler'in elinde. Siz ne yaptınız bugüne kadar Kemalistlere sövüp saymaktan başka? Anımsamak istemiyorum bunları. Unutamıyorsun da!" (Sayfa: 183)

Cumhuriyet’in tartışılan çizgisi

Yaşı 50'yi bulmuş herkesin "ilerici - devrimci" bir gazete olarak okuyup bellediği Cumhuriyet gazetesinin 1940'lardaki çizgisi de okuyucuyu için Türkali'nin sunduğu bir "sürpriz" oluşturuyor:
       "Cumhuriyet de belli, babası da... Bilmeyen kalmadı. Ankara'da 'Yunus Nazi' diyorlarmış diplomatlar Yunus Nadi'ye.." (Sayfa: 291)
       Kitabın kahramanlarından Sahir, karısı Nedret'le sohbet ediyor:
       "Milyonlarca insan ölüyor. Adam gülüyor buna! İsmet Paşa bir gün Ankara Garı'nda Yunus Nadi'yi kötü haşlamış. 'Nedir bu duyduklarım?' demiş. 'Alman parası alıyormuşsun. Milli politikamıza karşı çıkıyorsun; niye? Seni partiden atmayı düşünmemiz gerek!' demiş. 40'ta oluyor bu. Bir başyazısı çıkmıştı o günlerde Cumhuriyet'te; 'Almanlar kimseyi tehdit etmiyor. Avrupa'daki Alman egemenliğinin tanınması, ülkelerin yollarını bu gerçeğe göre çizmesi, Türkiye'nin de Hitler'i anlaması gerek' diyordu." (Sayfa: 292)
       Vedat Türkali'nin Güven'i siyasal geçmişimiz açısından "pandoranın kutusu" formunda... Yazarın eserini 50 yıllık bir süreçte tamamlaması, onu "ömre bedel kitap" haline getiriyor.