The Others "Haber denetiminde ipin ucu kaçtı"

"Haber denetiminde ipin ucu kaçtı"

29.04.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Haber denetiminde ipin ucu kaçtı"

Haber denetiminde ipin ucu kaçtı


Bir haber üzerinde heyecanla çok çalışmışsınız, yaptığınızın etkili olmasını beklerken, "ama tarihleri yanlış" veya "isimleri yanlış yazmışsın" deniyor. O zaman bunu kişisel bir şey olarak alıyorsunuz, meselenin bütününü gözden kaçırıyorsunuz. Halbuki, mesele siz değilsiniz, mesele yapılan işin doğruluğu.


       İfade özgürlüğünün merkezlerinden ABD'de bile medya krizde. Çok sayıda gazete ve TV'ye sahip Tribune Co'nun Los Angeles Times'ı da alması, tekelleşme tartışmasını alevlendirirdi. Orlando Sentinel gazetesinden Peter Brown'un yayımladığı bulgular, ABD'de gazetecinin adeta "yeni bir sınıf oluşturarak halktan koptuğuna" işaret ediyor. Amerikan Gazete Editörleri Birliği'nin son kamuoyu yoklamaları, bazı büyük gazetelerde yürütülen çabalara rağmen, okurla basın arasındaki güven uçurumunun arzulanan ölçüde kapanmakta olmadığını gösteriyor. Bu yıl kamuya hizmetleri dolayısıyla Pulitzer Özel Ödülü'nü alan Washington Post gazetesinin okur temsilcisi, Columbia Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi E. R. Shipp, basın gözetim kuruluşu Newswatch'ın sorularını yanıtlarken, saygın medya kuruluşlarında bile temel ilkelerin giderek gözardı edildiğini söylüyor.

       * Sizce medya neden güven krizi yaşıyor?
       Herşey "medya" adı altında bir bütünmüş gibi görülüyor. Öncelikle, medya sözcüğünü çoğul olarak kullandığımızı akıldan çıkarmayalım. Sözcüğün içinde çok şey yüklü. Ben, medyanın her tür iletişim biçimini kucaklayıcı bir olgu olduğu fikrine, özellikle etik, normlar ve sorumluluklar açısından bakıyorsak, pek katılmıyorum. Haber kuruluşlarının yıllar boyu geliştirdiği ve kabullendiği bazı geleneksel değerler, sorumluluklar var. Bunlar, medya kategorisi içinde görülen bazı kuruluşlar tarafından benimsenmiyor.
       Temsili demokrasinin korunması ve desteklenmesi ihtiyacıyla halkın çıkarlarına odaklanıyorsunuz. Ünü olduğu için ünlülerle, dedikoduyla daha az ilgileniyorsunuz. Rehberiniz doğruluk ve denge oluyor. Ben "medya" tanımı içine katılan kimilerinin bu değerlere önem verdiğinden emin değilim.
       Tabloid bir gazetede çalışan bir meslektaşımı bu vesileyle hatırlarım. İlk görevlerimizde aynı olayları izlerdik. Yazdıkları bütünlük mü taşıyor, doğru mu, eksik mi, pek umursamazdı. Önemli olanın bir gün sonraki gazetede haberini görmek olduğunu söylerdi. Eğer yazdığı haber doğru değilse, ertesi günü düzeltme yönünde bir başka yazı yazardı. ama gazetede işini kaybetmezdi. "Gerçeklerin güzel bir haberi engellemesine asla izin verme" derdi. Ama benim inanarak çalıştığım kuruluşlar böyle bir tavra asla göz yummazlardı.
       New York Times veya Washington Post ile New York Post veya Washington Times ve güvenerek okuduğum National Enquirer ve People dergisi aynı kefeye konamaz. Hepsinin rolleri farklı. Ama bunların hepsini, televizyon talk şovlarını, magazin haberlerini veya reklam içeren makaleleri, "medya" diye kümelerseniz büyük yanlış yaparsınız.

       * Bir de okurların bakışı var...
       Saygın basın organlarının büyük yanlışlıklar yaptığı bir dizi olay var. Bu kuruluşlar standartlarının gerisine düştüler. Haberlerin toplanması, hazırlanması ve dağıtımının denetimi konusunda ipin ucu iyice kaçtı. Yani, insanların "medya"yı, özellikle haberin ne olduğu konusunda ilkelerin taşıyıcısı olan kuruluşları sorgulamasına yol açan pek çok faktör var.
       Los Angeles Times olayı daha taptaze: Gazetenin haber bölümünün, reklam bölümü karşısında taviz verişinin etkileri yaşanıyor hala: Hakkında yazı yazdığınız kişiyle iş ilişkisi içindeyseniz okuduğunuz yazıya nasıl inanacaksınız?
       Son yıllarda bir dizi "haber uyduran", "hayali haber kaynağı üreten" muhabirler türedi.

       * Okur nelerden rahatsızlık duyuyor?
       En yaygın şikayet, gazetenin doğruları yazmadığı. "Eğer alan kodlarını yanlış veriyorsa, acaba Kosova harekatını nasıl izliyor bu gazete?" diye soruyorsunuz, ister istemez. "Bir beyzbolcunun ismi yanlış girmişse, Kongre haberlerinde kimbilir ne kadar yanlış vardır?" sorusu akla geliyor. Okurlar, bilgi yanlışlarının, içeriğin bütünü konusunda kuşku yarattığını söylüyorlar; tarafsız bir gazete istiyorlar ve gazetenin sağa veya sola kaydığı konusunda yakınmalar iletiyorlar.

       * Sizi "Post'un vicdanı" diye tanımlıyorlar. Peki acaba Post'taki gazeteciler yayımladığınız düzeltmelerden rahatsız oluyorlar mı?
       Evet. Bir haberci veya editör için en zor şey, "yanlışlık yaptık" diyebilmektir. Bir haber üzerinde heyecanla çok çalışmışsınız, yaptığınızın etkili olmasını beklerken, "ama tarihleri yanlış" veya "isimleri yanlış yazmışsın" deniyor. O zaman bunu kişisel bir şey olarak alıyorsunuz, meselenin bütününü gözden kaçırıyorsunuz. Halbuki, mesele siz değilsiniz, mesele yapılan işin doğruluğu.

       *Medyayı eleştiri merceği altında tutmak önemli mi?
       Bilgiyi yayan bizler, gazeteciler, kamuya karşı yükümlüyüz. Genelde üreticiyle tüketici arasında duvarlar var. Bu telefona çıkmayan, fakslarına bakmayan bir muhabir; "Hadi canım sen de!" diye tersleyen bir gazeteci olabilir. Bunu okurlardan çok duydum. Güvenilirlik meselesinin çok canlı bir konu olduğu bir dönemdeyiz. İnsanlar bu konuda görüşlerini bildirmek için her yolu deniyorlar. Çok sayıda basın yayın kuruluşu okur temsilcisi atıyor. Sadece ABD'de 40 kuruluşta okur temsilcisi var.