The Others Hedef: Kopenhag Kriterleri

Hedef: Kopenhag Kriterleri

01.12.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

TESEV Direktörü, Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Emekli Büyükelçi Özdem Sanberk, Türkiye’nin AB üyeliğine ilerleyişinin "yol haritası" olan Katılım Ortaklığı Belgesi’ni yorumluyor.

Hedef: Kopenhag Kriterleri

Türkiye - AB ilişkilerinde varılan aşamayı küçümsemek büyük hata olur
Hedef: Kopenhag Kriterleri

TESEV Direktörü, Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı Emekli Büyükelçi Özdem Sanberk, Türkiye’nin AB üyeliğine ilerleyişinin "yol haritası" olan Katılım Ortaklığı Belgesi’ni yorumluyor.

Özdem Sanberk

Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB), Türkiye - AB ilişkilerinde yeni bir krize sebep olarak hayal kırıklığı yarattı. Helsinki’de varılan mutakabata ve sonra verilen sözlere rağmen AB’nin bu belgede Kıbrıs (ve muhtemelen Ege) konusunu yalnızca Türkiye’nin yükümlülükleri kapsamında görmesi, Türk hükümetinin AB ile ilişkileri gözden geçirebileceğini bildiren sert tepkisine yol açtı. Bu tepkinin AB içinde Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaşması için çaba harcayan bazı çevreleri ne kadar sevindirdiği çok açık.
Eğer hükümet AB’nin Kıbrıs konusundaki tutumunu bahane ederek Kopenhag Kriterleri’ne uyum külfetinden kurtulacağını sanıyorsa, büyük yanılgı içinde. AB yükümlülüğü sandığımız Kopenhag Siyasi Kriterleri’nin hemen hepsi aslında Avrupa Konseyi ve BM gibi üyesi olduğumuz uluslararası kuruluşlara karşı yükümlülüklerimiz. Ekonomik kriterler ise IMF’e karşı veya Dünya Ticaret Örgütüne karşı taahhütlerimiz.

Helsinki’nin kayboluşu

En önemlisi şu: Demokrasi, hukuk devleti, saydamlık, insan hakları ihlallerinin ve yolsuzlukların önlenmesi, rekabet kurallarına göre işleyen bir piyasa ekonomisine kavuşmamız, ekonomimizin uluslararası rekabet yeteneğinin güçlenmesi demek olan Kopenhag Kriterleri, AB’ye girelim veya girmeyelim tüm uygar ülkeler gibi Türkiye için de alternatifi olmayan hedefler. Türk halkının ezici çoğunluğu kendini bu hedeflere layık görüyor. Öyleyse hükümetin bu sert tepkisi nasıl izah edilebilir?
Türkiye’ye AB’ye resmen aday olduğu 1999 Aralık ayında söylendi. Üyelik sürecini başlatacak olan KOB’un hazırlanması 11 ay sürdü. Ulusal Program’ı ise henüz hazırlamadık. Türkiye son 11 ayın ilk 6 ayında ne içeride ne dışarıda hiç bir icraat yapmadı; Helsinki momentumunun kaybolup gidişini seyretmekle yetindi. AB Genel Sekreterliği’nin kurulup çalışmaya başlaması Eylül’ü buldu.
Bu arada dostumuz Yunanistan boş durmadı. AB’nin içinde yer almasının tüm avantajlarını kullanarak önce Nice Zirvesi’ne hazırlık niteliğindeki Biarritz toplantısında KOB’a Kıbrıs ve Ege’yi koydurmaya çalıştı; ama başarılı olamadı. Ama yılmadı.

Türk diplomasisi

Türk diplomasisinin ise, niyetleri Biarritz toplantısı sırasında açıkça belli olan Yunanistan’ın girişimlerine karşı yüksek düzeyde girişimlerde bulunup bulunmadığını bilmiyoruz.
Bütün bunlara rağmen henüz herşey kaybolmuş değil. Türkiye - AB ilişkilerinde bugün varılan aşamayı küçümsemek büyük hata olur. Türkiye bugün AB ile tam üyeliği, Kıbrıs konusunda ise BM ile konfederasyonu konuşmakta.
Türkiye Ege’de çözüm üretmezse, diplomatik alanda inisiyatifi kendi eline almazsa, önerilerle atağa kalkmazsa, AB’ye girsek de girmesek de Yunanistan’ın uluslararası hukuku ve bilhassa uluslararası kamuoyunu kendi lehine şekillendirme çabalarını engelleyemez.
Aynı şekilde KKTC, tepkiye ve redde dayalı, dünya kamuoyuna olumsuz mesajlar yansıtan tavırları yerine, iki yıl önceki konfederasyon önerisi örneğinde başarılı şekilde yöneldiği çözüm üretici olumlu yöntemlere dönüp rakibini kendi sahasında sıkıştırma yaklaşımları benimsemezse, Türkiye AB’ye girse de girmese de, Kıbrıs meselesinde dünya kamuoyuna egemen olan yanılgıları bu haliyle ortadan kaldıramaz. Bugün dünya kamuoyunu kendi lehine çekemeyen hiç bir dava kazanılamıyor.
Hükümetimizin yapacağı en ciddi hata, Kıbrıs ile AB’yi birbirinin alternatifi gibi sunmak olur. AB’ye Türkiye de; siyasi eşitlik ve iki devlet temelinde çözüme kavuşmuş bir Kıbrıs da, hakları Türkiye’nin askeri garantisi ile güvenlik altına alınmış bir KKTC de katılacaktır.

Lozan’ın getirdiği denge

Doğu Akdeniz’de ve Güneydoğu Avrupa’da güvenlik ve istikrarın temelinde Lozan’da kurulan Türk - Yunan dengesi yatıyor. Londra ve Zürih anlaşmaları da bu temeller üzerine kurulu. Bu antlaşmalar üç garantör devlet olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere açısından da hala geçerli.
Bu denge korunmadıkça, adada iki halk arasında ve Ege’de iki anavatan arasında sorunlara çözüm bulunamıyor. Türkiye’nin AB’ye katılma sürecini başlatan Helsinki Kararları bu bakımdan hem Türkiye, hem Yunanistan, hem de adadaki Türkler ve Rumlar için yaşamsal önem taşıyor.
Çünkü Türkiye, AB üyelik sürecinde ilerledikçe Yunanistan’ın AB üyeliği ve GKRY’nin AB adaylığı nedeniyle bozulmuş olan dengeler yeniden kurulma yoluna girmeye başlıyor. Bu bakımdan Helsinki sürecini korumak tüm tarafların çıkarına.
Helsinki bir AB kazanımıdır. Eğer biz "havlu atmazsak" Helsinki’den geri dönüş olmaz. Nice Zirvesi bunun kanıtlanması için AB açısından da bir fırsattır. Türkiye ve AB geçmişte bir çok fırsatı kaçırdılar. Bunlara bir yenisinin eklenmesinin maliyeti ağır olur. Çağdaş uygarlık değerlerini paylaştığımız Avrupa’ya tarihimizin hiçbir döneminde bu kadar yakınlaşmadık.
Genişlemekte olan Avrupa, nihai sınırlarına kısa bir süre sonra ulaşacak. Avrupa’nın içinde olup olmamak veya AB’nin yakın çevresinde bir tampon bölge halinde kalıp kalmamak, geniş ölçüde bizim elimizde. Bizim çözüm üretme kapasitemize ve herşeyden önce kararlılığımıza ve siyasi irademize bağlı.
Türkiye geçmişte bir çok kez en sonda yapması gerekeni ilk başta yaptı. Bunların sonuçlarına hep birlikte katlandık. Şimdi hükümetimizden beklenen katılma sürecini durdurmak değil, tam üyelik müzakereleri menzilinde kalmak. Yani Ulusal Programı hazırlamak ve müzakereleri başlama noktasına getirmek. Başka deyişle Kopenhag Kriterlerinin gerçekleştirilmesini tamamlamak.
Bunun için icraat yapmak; Yunanistan’ı cezalandırmak için Ulusal Programı hazırlamaktan vazgeçmenin gelecek kuşaklara kaybettireceği şeyleri iyi değerlendirme sorumluluklar bize ait. KOB’u yeniden rayına oturtmak ve Yunanistan’ın şantajında kurtarmak ise AB’ye ait.
Tarih randevusuna geç kalanları affetmiyor.

Atina arabayı atın önüne koşuyor

Yunan diplomasisi 2000 yılında boş bıraktığımız ayları değerlendirdi; Helsinki’de kazadığımız zemini bize kaybettirdi. Peki Yunanistan bundan ne kazandı?
Kıbrıs ve Ege, KOB’da yer alsın veya almasın, Helsinki kararlarında bulunsun veya bulunmasın, gerek üyelik görüşmelerinin başlaması, gerekse üyeliğimiz Yunanistan’ın "evet" demesine bağlı. Bu sorunlarla AB’ye girmemiz zaten mümkün değil.
Helsinki’de varılan mutakabat, üyelik sürecinin başlatılması ve sorunların üyelik zamanına kadar beraberce çözülmesi anlayışına dayanmakta idi. Oysa Yunan hükümeti şimdi sürecin başlatılması için Kıbrıs ve Ege sorunlarını öne almakla, kendi kamuoyu ve Kıbrıs Rumları nezdinde siyasi puan kazanmaya çalışmakla, aslında "arabayı yine atın önüne" koydu ve hem Türkiye - AB ilişkilerini, hem de Kıbrıs ve Ege sorunlarının çözüm yollarını tıkamış oldu.
Yunanistan böyle yapmakla bizim AB’ye girmek için onların oyuna ihtiyacımız olduğu kadar, onların da Kıbrıs ve Ege sorunlarının çözümü için bize ihtiyaçları olduğunu unutmuş görünmekte. AB de, Türk - Yunan ihtilaflarına taraf haline gelmekle, yalnız sorunların çözümünü zorlaştırmakla kalmadı; kendine büyük bir gaile açtı.

Yunanistan boş durmadı

AB ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasındaki tam üyelik müzakereleri muhtemelen 2002 Mart ayına gelindiğinde sonuçlanacak. Kıbrıs sorunu çözülmezse o zaman AB’nin önünde iki yol görünüyor: Ya bölünmüş bir adayı içine alarak Türkiye ile sınır ihtilafına girecek ve Doğu Akdeniz’deki güvenlik dengelerini kontrol edemeyeceği şekilde sarsıntıya uğratacak ya da bunu reddederek genişleme sürecinin tümünü Yunanistan’ın veto tehdidi nedeniyle ciddi bir kriz içine sokacak.
Aklı selim bu felaket senaryolarının kimseye yararı olmayacağını söylüyor. Ama Yunanistan AB üyeliğini son 20 yıldır Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanmaktan geri durmadı. Bundan da birşey kazanmadı: Kıbrıs sorunu çözülmedi. Aksine adadaki iki halk birbirinden tamamen koptu. Ege sorunu çözülmedi. Aksine iki ülke birbiri ile savaşın eşiğine geldi.
Oysa Yunanistan, Cem - Papandreu dostluğu ile başlayan ve depremlerin iki halk arasında yarattığı dayanışma duyguları ile güçlenen yakınlaşma siyasetini tercih etse, hem kendisi hem AB kazançlı çıkar. O zaman yukarıdaki felaket senaryolarını düşünmeye gerek kalmaz. Çünkü Güneydoğu Avrupa ve Doğu Akdeniz barış istikrar ve refaha kavuşur.



ENTELLEKTÜEL BAKIŞ