The Others Hem devrine ait hem devrimci

Hem devrine ait hem devrimci

14.03.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Müzisyenin gerçek bir toplumsal işlevi olduğuna inanıyorum. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde daha da çok. Bugün Türkiye'de yaşayan, çalışan ve üreten insanlara biraz iç zenginliği kazandıran ve belki kültürel kimlik krizini azaltabilen kişilerdir sanatçılar. Bu önemli bir sorumluluk.

Hem devrine ait hem devrimci

Cem Mansur 'a göre klasik müzik dönemi kapandı ama dehanın tanımı aynı
Cem Mansur Mart ayında Türkiye'de üç konser verdi. Bilkent Senfoni Orkestrası 'nı Yalçın Tura'nın Viyola Konçertosu'nun dünya prömiyerinde yönettikten sonra, Akbank Oda Orkestrası ile, İstanbul'da gene viyolacı Ruşen Güneş 'le birlikte Telemann, Dvorjak ve Weber seslendirdi. Baharda Adana 'ya konuk olacak; ardından Meksika turnesi var, Ağustos'ta ise Londra'nın en popüler festivali haline gelen Holland Park Opera Festivali 'nde Çaykovski'nin Yevgeni Onegin operasını yönetecek. Londra'da Guildhall Müzik ve Drama Okulu 'ndan mezun olan sanatçı, daha sonra ABD'de Leonard Bernstein ile çalıştı. Yıllarca İstanbul Devlet Operası 'nda şeflik yaptı, geçen yıla kadar Oxford Şehir Orkestrası 'nın baş şefiydi, halen Academy of Oxford topluluğunu yönetiyor. Uluslararası bir sanatçıyla, uluslararası müzik dünyasını konuştuk.
*Çağdaş müzik nereye gidiyor?
Bu çok karmaşık bir piyasa. Çok genel alarak klasik müzik dediğimiz müziğin ve operanın çok popüler olduğu bir dönem yaşıyoruz. Hiç bir zaman olmadığı kadar popüler hem de. Ama madalyonun iki yüzü var. Bir taraftan, bu çok olumlu bir şey, ama bir yanıyla da piyasayı ve müzik kariyerlerini yönlendiren, plak satışlarını yönlendiren unsurlar bence gittikçe olması gereken noktadan uzaklaşıyor.
*Neden? Çok ticarileştiği için mi?
Kısmen ticarileşme, kısmen de bazı şeylerin algılanmasındaki sığlaşma, yüzeyselleşme. Genişleyen bir piyasanın beraberinde getirdiği bir sığ kültür var. Benim hiç sevmediğim bir tabir ama daha "alt" kültürlerde, pop kültüründe geçerli olması gereken bazı piyasa ve yargı değerleri doğasına zıt olduğu halde klasik müziğe hakim oluyor. 1950 ve 1960lara nazaran çok daha fazla sığlık ön plana çıkabiliyor. Bu beni kısmen rahatsız eden bir şey. Tabii daha çok insanın iyi müzik dinliyor olması da çok olumlu...
*Neden bu popülerleşme?
Nispeten ucuza iyi bir plak kolleksiyonu sahibi olmak mümkün bugün; sıfırdan başlayıp tutarlı bir plak kolleksiyonu oluşturmak her zamankinden daha erişilebilir bir hale geldi.
*Ama konserler de doluyor?
Doğru ve bu çok sevindirici ama sığlık dediğim şey burada da var. Mesela Londra'da, Royal Albert Hall 'da "Classical Spectacular" diye lazer ışıklı popüler konserler yapılıyor. Daldan dala atlayarak en popüler parçalar bir arada sunuluyor. 6 bin kişilik salonu 15 gün süreyle tıklım tıklım doldurabiliyorlar. Bu çok güzel bir şey ama, şu yanılgıya düşmemek lazım: Ne güzel, bu hafta, normalde gitmeyen 100 bin kişi klasik müzik konserine gitti! Çünkü o 100 bin kişi aslında klasik müzik için kazanılmış seyirci değil. Gerçekten kazandığı dinleyici payı küçük.
*Ama bir potansiyel var?
Mutlaka, ama klasik müzik bir kitle kültürüne de alet oluyor aynı zamanda. Menecerlik ve plak şirketlerinin, radyo istasyonlarının insanları yönlendiren değerleri, her zaman kaliteli ve derinliğini muhafaza ederek müzik yapması gereken kariyerle çelişiyor bazen. Böyle bir tehlike var. Hem piyasayı tatmin etmek, hem tutulduğu o anı iyi değerlendirmek, hem de yüzeyselleşmeden kendini geliştirmek konusunda sanatçı için önemli tuzaklar var.
*Peki bir şef mesela, nasıl yönlendirir kariyerini? Sırf keşfine göre eser seçmek gibi bir şansı var mı?
Hayır. Onu yapabilen iki ya da üç kişi var ancak, her türlü kaygıdan uzak. Belki bir Claudio Abbado , bir Simon Rattle , bir Daniel Barenboim ..Düşünün ki bir Sir Georg Solti bile bunu zor yapabiliyor. Kendine bu lüksü tanıyabilen çok az insan var. On beş yıl kadar önce Leonard Bernstein anlatmıştı bana; A Quiet Place (Sessiz Bir Yer) adlı operasının prömiyeri yapılmıştı Viyana Devlet Operası 'nda. Broadway müzikal janrı dışında ilk üç perdelik tam operasıydı. Deutsche Gramofon plak şirketiyle de özel anlaşma yapılmıştı kayıt için. Kontrata rağmen sırf operayı kaydetmek istemediler, zorla Wagner yönettirdiler Bernstein'a. Siegfried ve Walküre 'den birer perdelik konser olarak. Hem de çok beğenmediği şarkıcılarla. Ve bana şöyle demişti: "Bugün geldiğim yaşta ve konumda bile buna evet demek zorundayım.."
*Genel olarak klasik müzik dünyasında zevkleri kim belirliyor?
Çoğunlukla eleştirmenler tabii. Dergilerde değerlendirmeler çıkıyor, yorum için, şef için orkestra için bir eserin kaç yıldız aldığına bakılıyor. mesela İngiltere'de BBC kıyaslamalı yorum programları yayınlar. Buralarda birileri tavsiye ediyor bir eseri. Haklı veya haksız, plak satın alanları yönlendiriyor. Ama bu kaçınılmaz bir şey. Daha sağlıklı bir alternatifi var mı emin değilim. Üstelik her istediğini yapamamak bir şef için bence büyük bir sorun değil. Mesela beni ilgilendiren repertuar yelpazesi zaten çok geniş olduğu için böyle bir sorun yaşamıyorum.
*Klasik müziğin bugünkü anlamda "popüler" olduğu bir dönem olmuş mu?
Bu çok ilginç bir konu. Ölmüş insanların müziğini daha çok sevmemiz, bir 20. yüzyıl olgusu. Bach ya da Mozart zamanında herkes çağdaş müzik çalıyordu! Mozart'ın en popüler operası Sihirli Flüt bir taşra tiyatrosunda haftalarca kapalı gişe oynadığı sırada henüz mürekkebi kurumamıştı! Herkes çağdaş müzik çalıyordu o devirde. Mesela Bach'ın oğulları modaydı, kendisi demode olmuştu. Ciddi müzik o zamanlar daha yaşayan bir şeydi. Ama bizim de farklı bir avantajımız var; bütün bu müziği tanımak, müzik tarihine bakmak olanağımız var. Müziğin modernizm hatta post - modernizm krizine girip girip çıktığı bir zamanın verdiği mesafe ve nesnellikle müzik tarihine bakabiliyoruz. 1850'lerde yaşayan birinin böyle bir şansı yoktu.
*Bu sadece çoğaltmayla ilgili değil herhalde? Bir kültürel tavır aynı zamanda?
Kültürel bir tavır tabii. Bugün yaşayan besteciler arasında muhakkak ki iyi şeyler yapanlar var. Ama neden bir beethoven ya da Mozart'ı hepsinden büyük görüyoruz? Kolay bir soru değil. Müzik ve kültür tarihinin geldiği noktayla ilgili.
*Mozart büyüktü çünkü çok karmaşık müziği hafifletebilmişti?
Ama aynı zamanda derinleştirebilmişti de. Mozart hem zamanının çocuğuydu, tam Aydınlanma çağı'nın insanıydı, hem de büyük bir devrimciydi. Bach da öyle. KRainatın işleyişini kimse onun kadar iyi bbbilemedi bugüne kadar. Deha ancak belli çerçeveler içinde çıkabiliyor, tam bir anarşi içinde değil. Hem zamanın insanı, hem devrimci olmak gerekiyor.
*Bugün o çapta besteci yok mu?
Bence İngiliz besteci Michael Tippett çok büyük bir besteci ve o da zamanının çocuğu. Hala hayatta ve 95 yaşında. Bu bir kültürel tavır, çünkü hayatta olan birine "tanrı" gözüyle bakmıyoruz. Ama ileride çok büyük bir besteci olarak görülecek. Bunlar doğal şeyler.
*Nedir bu kültürel tavrı yaratan?
Bence Batı kültürü, ki buna artık dünya kültürü demek lazım çünkü küreselleşen dünyada, en azından uygar dünyada, Batı kültürü bugün hakimdir, bunu kabul etmek lazım; bugün artık klasik ya da çağdaş müzik diye bir kavram kalmadı. Çünkü artık her şey yapıldı ve her şey yapılıyor. 1970'lerden sonra geldiğimiz çok önemli bir dönemeç bu. Bugüne kadar hep teknik olarak ileri gitme çizgisi vardı, doğu kültürlerinde olmayan; tarihsel gelişim süreci kavramı yani hep yeninin yapıldığı o devrimcilik anlayışı: Armoninin gelişmesi, değişmesi, sınırlarının zorlanması, neticede yok olması, bazı bestecilerin sonradan gene armoniye dönüşü, neo - klasik, neo- romantik...bütün bunlar bir yerde tıkanıyor. Denenmemiş şey yok. Elektronikten, atonal müziğe kadar bütün duvarlar yıkılmış. Bundan sonra çıkacak bir besteciyi Brahms 'a büyük dediğimiz ölçütlerle değerlendirmeyeceğiz. Bundan sonrakileri büyük yapan başka şey olacak, o ne olacaksa. Zaten bugün Brahms öneminde birisine yer yok müzik tarihinin geldiği noktada.
*Fakat bu nedenle besteciler için de, yorumcular için de zor bir dönemeçteyiz?
Zor bir dönemeç çünkü kendini ifade etmek isteyen insanın demode olmak endişesi var. O endişe olmadan kendini ifade etmesi, ama onu yaparken de çok saf, çok naif olmaması lazım. Tersi de bir tuzak, çünkü o zaman herşeyi daha seçkinci hale getiriyoruz ki, o da istediğimiz bir şey değil.
*Garip bir çelişki. Bu koşullarda orkestra şefliği zor mu?
Hayır çünkü bence her orkestra şefinin bir misyonu vardır ya da olmalı. belki misyon çok büyük bir laf...
*Sizin misyonunuz nedir?
Benim için müzik yapmak dünyayla yüzyüze gelmenin yolu. Benim seçtiğim yol. Ben müzisyenin gerçek bir toplumsal işlevi olduğuna inanıyorum. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde daha da çok. Bugün Türkiye'de çalışan, yaşayan, üreten insanlara biraz iç zenginliği kazandıran ve belki kültürel kimlik krizini azaltabilen veya bir takım mirengi noktaları koyabilecek insanlardır sanatçılar. Bu önemli bir sorumluluk.

*Avrupa'daki müzik dünyasıyla Türkiye arasında bir standart uçurumu var mı?
Hem var hem yok. Standartları koruma ya da kaybetme meselesi yalnız türkiyeyle ilgili değil. Bir sanat kariyerinin genelde bir tek ülkeye çok bağımlı olmasının getirdiği bir tehlike. Benim Türkiye'de sürekli çalıştığım yıllardan çok daha olumlu ve çok daha kaliteli şeyler yapılıyor bugün.
*Nerede en büyük gelişme?
Orkestralardaki kan tazelenmesinde. Eski zihniyet değişiyor. Türkiye'de devlet desteğiyle çalışan orkestraların işleyişi aslında iyi müzik yapmaya elverişli değil. Bazı iç disiplinleri zorlayıcı bir sistem yok. Halbuki bugün gördüğüm, genç ve hevesli, heyecanlı, iyi yetişmiş bir kuşağın oldukça geniş sayılarda müzik kurumlarına girerek onların genel kafa yapısını değiştirebildiklerini görüyorum. Bu çok memnuniyet verici bir şey.
*Türkiye'nin müzikte dünyadaki yeri nedir? Acıklı bir durumda mıyız?
Hayır değiliz bence. kuşkusuz, 65 milyonluk bir nüfustan bahsedip onun karşılığında elimizde olan profesyonel müzik kurumu sayısına baktığımızda tatmin edici olmaktan çok uzak. Ama gelişmenin hangi yönde gittiği önemli. Benim endişem, o gelişmenin tam gerçekten olumlu yönde gittiği ve kalite üretebileceği bir dönemde, politik ve ideolojik sebeplerle o gelişimin desteklenmesi gereken yer tarafından baltalanmaya başlaması.
*O zaman her şeyi devletten beklemeyeceğiz? Mesela Akbank Oda Orkestrası'ndan etkilendiğinizi söylüyorsunuz?
Ben yalnız Türkiye'de çalışan bir insan olsam, Akbank Oda Orkestrası şu anda iyi çalıyor demem, Türkiye standartları içinde bir anlam taşır. Ama ben standartlarımı uluslararası piyasaya göre koruyabildiğime inanıyorum ve o gözle, o kulakla Akbank Oda Orkestrası iyi çalıyor diyorum, o zaman o bir şey ifade ediyor benim için. Güzel olan bu. Türkiye'de çalışan her sanatçının mümkün olduğu kadar kendini uluslararası ölçülere göre değerlendirmesi çok önemli, bunun tersi olan rehavet çok tehlikeli. Ve uluslararası düzeyde iyi sanat yapabilen insanlar var Türkiye'de, komplekse kapılmamak lazım.