The Others İnkaların torunları

İnkaların torunları

11.04.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

İnkaların torunları

İnkaların torunları


Anangu, Ekvator’un Napo Nehri kıyısında kurulmuş bir İnka köyü. Suyu bir hayli mikroplu Napo Nehri, Ananguluların herşeyi...


       Anangu, Ekvator ülkesinin Amazonlar bölgesinde, ormanın derinliklerinde Napo Nehri kıyısına kurulmuş bir Quechua köyü ve aynı zamanda da burada yaşayan kabilenin adı.
       “Anangu" Quechua dilinde karınca demek. Ya karıncalar gibi göç ettiklerinden ya da çalıştıklarından bu adı almışlar. Zira Anangu halkı aslında Amazon ormanı yerlisi değil; doğrusu bütün Amazon bölgesindeki Quechualar aslen orman yerlisi değil. Onlar da And Dağları’nın Quechua yerlileri gibi İnkaların torunu. Nasıl olmuş da Andlardan Amazona göç etmişler, bunu kendileri de bilmiyor. Ama göçün yakın geçmişte olmadığı kesin; çünkü Anangu halkı Amazon havzasının nemli, sıcak ve bol sivrisinekli yaşamına adapte olmuş. İspanyollar gelinceye dek giyinme gereksinimi duymuyorlarmış. Aslında hava o kadar sıcak ve nemli ki giyinmenin anlamı yok. Ama giyinme ve giyinmenin derecesi artık kabilelerin adeta uygarlaşma düzeyini gösteriyor.

Quito’dan kaçış

       Beni Anangu’ya götüren serüven, Kasım 98’in sonlarında başladı. Ekvator’un Başkenti Quito’daydım. Gezi planımdaki değişiklik yüzünden, bir süre orada yerleşmem gerekti. Gönüllü çalışabileceğim bir iş bulmaya karar verdim. South American Explorers Club (Güney Amerika Kaşifler Kulubü) bu işi örgütlemek üzere en iyi seçenekti; Quito’da şubesi vardı. Aralarında gönüllülerin de bulunduğu bir grup insanın yönettiği kulüpte İngilizce hakim ama İspanyolca konuşanlar da var. Kendimi ve durumumu anlattım. Bana, aralarından istediğimi seçmem için çeşitli kaynaklar, dokümanlar verdiler.
       Karıştırdığım dosyalar, çeşitli gönüllü işçi arayan kuruluş, organizasyon ya da toplulukların tanıtım yazıları, iş çağrıları ve buralara gidip çalışmış gezginlerin yazdıkları değerlendirme raporları doluydu. Gönüllü çalışabileceğim noktalar Ekvator’un değişik bölgelerinde konumlanmışlardı. Kuzey Amerikalı Vanina adlı bir gezginin yazdığı değerlendirme raporuna kitlenip kaldım:

Vanina’nın öğütleri

       “Hava şartları: Sıcak, nemli, yağmurlu.
       Doğa tanımı: Tropikal yağmur ormanı,
       Rota: Quito’dan Coca’ya 10 saat otobüs yolculuğu, Coca’dan Anangu’ya 4 saat motorlu kano yolculuğu,
       Yolculukla ilgili yorumlar: Yeterli paranız varsa Coca’ya uçakla gitmenizi öneririm. Otobüs yolculuğu çok uzun, yollar çok bozuk ve tehlikeli ama kesinlikle macera dolu.
       Otel, restoran, alışveriş bilgileri: Coca’dan çıktığınız andan itibaren etrafta ne otel ne restoran ne de bir dükkan bulabilirsiniz. O yüzden Coca’dan ayrılmadan önce yanınıza birkaç şişe su alsanız akıllı davranmış olursunuz.
       Temel ihtiyaçlar: Sivrisinek cibinliği, sinek kovucu sprey, su saflaştırıcı tablet, tifo - sarı humma aşısı olmuş olmak, tuvalet kağıdı, ishale karşı haplar.
       Gerekli eşyalar: Uyku tumlumu, mat, konserve yiyecekler, el feneri, kitap ve İspanyolca bilgisi"
       Şimdi yapmam gereken buraya gönüllü öğretmen gönderme trafiğini ayarlayan Chris Canaday’ı arayıp görüşmekti.
       Chris 8 yıldır Ekvator’da yaşayan ve artık kendini Ekvatorlu diye tanımlayan bir Kuzey Amerikalı. Anangu halkıyla, Amazon ormanlarının kuşları üzerine yaptığı bir araştırma sırasında tanışmış ve fahri Anangulu olmuş. Onların ekoturizm başlatma projelerine destek olmak amacıyla bu gönüllü öğretmen organizasyonunu kendisi üstlenmiş. Birlikte bir akşam yemeği yiyip benim gidiş hazırlıklarım ve yolculuğum hakkında konuşuyoruz. Ayrıca Chris bana kabileyle ilgili bilgi veriyor. Yaşam şartlarının çok zor olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmiyor tabii.

Önce Coca sonra Anangu

       Niyetim Quito’dan bir an önce ayrılmak olduğu için hemen hazırlanmaya başlıyorum. 9 Aralık 1998 sabahı Coca’ya yapacağım uzun yolculuğumu sabırsızlıkla beklerken, yakınlarıma, yağmur ormanlarının ortasında bir süreliğine Amazonlara gideceğimi ve benden haber alamazlarsa merak etmemelerini söyleyen mesajlar çekiyorum.
       Gara otobüsün kalkış saatinden erken vardığım için, bir ara, ilk ve tek yolcu olacağımı düşündüm ama hayır; biletini önceden alan tek yolcu olduğumu anladım. Ekvator’da da insanlar Peru’da olduğu gibi her işlerini son anda yapma alışkanlığındalar. Otobüs biletlerini, çoğunlukla yola çıkmaya hazır olarak geldikleri garda ya da bindikleri otobüste alıyorlar. Şehirlerarası otobüsler de, bir çeşit dolmuş usulü çalışıyor.

Yol uzadıkça uzuyor

       Otobüsteki tek gringa benim. “Gringa", gringonun dişili. Eril kelimelerin sonu İspanyolcada - o, dişil kelimelerin sonu da - a ile biter. Güney Amerikalılar, artık sadece Amerikalılara değil tüm beyazlara gringo / gringa diyorlar.
       Resmi adı Puerto Francisco de Orellana olan Coca, Coca ve Napo nehirlerinin kesiştiği yerde kurulmuş sıcak, tozlu, gürültülü bir şehir. Nüfusu 15.000 civarında.
       Ertesi gün kanoyla Anangu’ya doğru yola çıkıyorum.
       Napo, tipik bir Amazon nehri, çok geniş ve kahverengi. Başka yerleşim bölgelerinin olduğu kıyılardan geçiyoruz. Küçük kanoları üzerinde kürek çekip oynayan yerli çocuklar görüyorum. Napo, Peru’yu da geçerek Brezilya’da Amazon nehrine dökülüyor; Ekvator’un Amazonlar bölgesindeki önemli nehirlerden biri.
       Daha kıyıya ayak basmadan kanonun sesini duymuş olan çocukların meraklı yüzleriyle karşılaşıyorum. Ardından, ileride 1 metre yüksekliğinde kazıklar üzerine oturtulmuş tahta bir kulübe görüyorum. Burada yaşayan aileyle tanışıyorum. Sixto ailesinin 5 çocuğu var. Sonradan en küçük olanı hariç hepsinin, benim öğrencilerim olacağını öğreniyorum.
       Tanışmadan sonra, baba Sixto, Quechua diliyle çocuklarına bir şeyler söylüyor. Çocuklar oraya buraya koşuşturup, birini çağırıyorlar. Az sonra bluğ çağında bir genç kız çıkıp geliyor. Bana Mariana’nın evine gideceğim söyleniyor. Çocuklar çantalarımı ve getirdiğim malzemeleri kapışıp yola çıkıyorlar bile. Bana da her yerin yemyeşil olduğu sık ormanın nehre paralel giden patikasında onları izlemek düşüyor. Yol uzadıkça uzuyor.
       Mariana biraz utangaç, ama Sixto’nun en büyük oğlu Heman’la yolda sohbet ediyoruz. Sonunda, Napo Nehri boyunca kurulmuş köyün alt kısmını boylu boyunca yürüyüp köy meydanına varıyoruz.

İşte ev

       Meydanın bir tarafında Marianaların evi, tam karşısında da okul var. Okula yakın olayım diye, beni buraya yerleştiriyorlar. Marinaların evi de 1 metre yüksekliğinde, kazıklar üzerine kurulu iki kulübenin, tren vagonları gibi yan yana inşa edilmiş olduğu uzunca bir ev. Birinci kulübeye tahta merdivenle tırmanıyoruz; ondan ötekine, uzatılmış kalas üzerinden geçiyoruz.
       Anlaşılan bana verilecek yer burada. Mariana, ikinci kulübenin birinci odasının kapısını açıp içerdeki cibinliği odadaki tozu dumana katarak koparıp alıyor. Oda penceresiz ve ancak bir cezaevi hücresi büyüklüğünde. Mariana, cibinliği ve yerdeki döşek benzeri örtüleri de alınca oda bomboş kalıyor. Odaya cibinliğimi koyuyorum.
       Çocuklar odaya yerleşmemi meraklı gözlerle izliyor, gözlerini eşyalarımdan ayıramıyorlar.
       14 yaşındaki Mariana, evin en küçük kızı; daha sonra anne ve babasının köyün en yaşlıları olduklarını öğreniyorum. Evde bizden başka kimse yok. Ben Coca’dan aldığım makarnaların iki paketini çıkarıyorum. Mariana, mutfağın neredeyse yarısını kaplayan ocağı yakmak için odunları yerleştiriyor. Ateşi tutuşturmak için getirdiği üç ince daldan birini yakıp, diğer ikisiyle kafa kafaya koyuyor. Ateş güçlenince, makarna suyunu kaynatıyoruz. Daha küçük bir tencere içinde bir kutu ton balığı ve salçayla sos yapıyorum.

Elektrik yok!

       Mutfakta hiç yiyecek yok, ayrıca temiz de değil. Mariana, makarnayı kaynattığımız suyu bir yerden getiriyor ama, nereden anlayamıyorum. İçindeki tüm bakterileri öldürecek denli kaynattığımız için, kafama pek takmıyorum. Sonra burada iki türlü su olduğunu öğreniyorum; biri meşhur Napo’nun hayli mikroplu suyu; diğeri de ancak yağmur yağarsa toplanan yağmur suyu. Bu yağmur suyu işine çok seviniyorum. Zira yanımdaki 5 litrelik şişe suyum bu sıcakta bana uzun süre dayanmayacak.
       Bir süre çoluk çocuk yemek yiyoruz. Bu arada hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor. Elektrik diye bir konfor olmadığı için, Mariana gaz lambası gibi bir şey yakıyor.
       Evin diğer ucunda, üzeri evle aynı bambu çatıyla örtülü, balkon gibi açık bölümde çocuklarla otururken evin büyükleri geliyor. Herkes gelip beni selamlayıp tokalaşıyor. Bu arada, benim kim olduğumu sorup öğreniyorlar. Tokalaşmaları neredeyse avuç içlerini birbirine değdirmekten ibaret. Kendi aralarında Quechua dilinde konuşmalar geçiyor. Benimle konuşmuyorlar. Mariana’nın iki ağabeyi ve büyük ağabeyinin eşi adımı soruyorlar, o kadar. Ailenin küçük oğlu Arsenio’nun eşi ve bir yaşındaki kızları birinci kulübede yaşıyorlar. Büyük oğlu Hubo’nun evi bir aşağıdaki evmiş.

Yazarlar