The Others Kayıtsız ve şartsız itaat

Kayıtsız ve şartsız itaat

09.04.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kayıtsız ve şartsız itaat

Kayıtsız ve şartsız itaat

Uğrunda ölünebilecek bir "Başbuğ" mitinin varlığı, ülkücü taban için kitaplardan, programlardan ve bizzat Başbuğun söylediklerinden daha önemliydi

ALPARSLAN Türkeş, son yıllarında, bir "devlet adamı" ve protokoler bir kişilik olarak kabul gördü. Merkez sağın bütün liderleri onu hoş tutmaya önem verdi. Bu hürmette, ülkücü hareket tabanına hoş görünme kaygısının payı kuşkusuz büyüktü. Ülkücü hareket "Başbuğunun" gördüğü hürmetten fazlasıyla faydalandı. Bu fayda, ülkücü hareket içindeki çatallaşan sorunların üstünü örttü - kimisi bizzat Türkeş'le ilgili olan sorunların bile. Türkeş'in ölümüyle, MHP ve ülkücü hareket, sorunları erteleyen ve ona geniş bir meşruiyet sağlayan "Başbuğ" faktöründen mahrum kaldı. Bu yazı dizisinde, Türkeş'in ölümünden sonra MHP'nin ve ülkücü harekette açığa çıkacak olan sorunlara da işaret edilemeye çalışılacak. Bu sorunlar büyük ölçüde Türkeş'in siyasal çizgisiyle örtüşüyor. Dolayısıyla, dizinin ilk iki gününde, Türkeş'in 1944'ten 1990'lara uzanan siyasal kariyerinin karakteristik özelliklerine dikkat çekeceğiz.
Türkeş'in 90'lardaki "yeni imajı"yla unutulmaya yüz tutan cizgisini hatırlatmak önemli: Çünkü "eski Türkeş'le"yeni imaj" arasındaki süreklilikler ve farklılıklar, ülkücü hareketin geleceğe dönük sorunlarının da anahtarını veriyor.

"KOMANDO kampları adı verilen mahallerde gençlik kolları çeşitli sportif ve kültürel faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklarımız vardır. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz."
Alparslan Türkeş 18 Ağustos 1968'de gazetecilere böyle demişti. '68 döneminden 1970'lerin sonuna dek Türkeş'in adı "devletin yanında komünizm tehlikesine karşı mücadele ettiği" söylenen "komandolar"la, siyasal cinayetlerle, iç savaş ortamıyla birlikte anıldı.
Milliyetçi Cephe hükümetlerinde ortak olduğu MSP'nin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk bile, 1976 Ocak'ında Türkeş'i "canavarı yaratıp sonra baş edemeyen Doktor Frankenstein"a benzetmişti. Büyük gazetelerdeki standart Türkeş karikatürü, kafasında börk, silahlı - külahlı, haşin bakışlı bir portreydi.
Türkeş'in 1960 - 80 dönemindeki başarısı, yükselen sol akıma karşı gelişen reaksiyoner hareketleri bir mecraya akıtmasıydı. Komünizmle mücadele derneklerinden taşınan fanatik ve saldırgan bir sol düşmanlığı, popülerleştirilmiş bir Türkçülük, taşralı alt - orta sınıfın mağduriyet hislerine hitap eden milliyetçi muhafazakar popülizm... "Başbuğ Türkeş" miti ve onunla beraber bir dizi simge (üç hilal, bozkurt...), bir siyasal programın oluşturacağından çok daha "büyülü" ve kolay bir çekim merkezi oluşturdu. MHP, bu hat üzerinde 1970'lerde kitlesel bir harekete dönüştü. Ancak genel kamuoyu nezdinde ürküntü ve çokça antipati yaratan bir "başarı"ydı bu. Türkeş'in daha büyük başarısı, bu mirasın üstüne 90'lerde "ılımlı, bilge devlet adamı" imajıyla sahne alabilmesi olacaktı...
CKMP'nin Kasım 1967'deki kongresinde Türkeş herhangi bir "genel başkan" olmaktan çıkmış, "Başbuğ" olarak taltif edilmişti. O tarihten itibaren, "Başbuğ Türkeş" kültü inşa edilmeye başladı. 1973'teki 11. MHP genel kongresinde, onun adına, bugün hala söylenen marş okundu: "Başbuğ Türkeş / Sensin Alparslanlara eş / Milletimin gözü yaşlı / Kurtar onu Başbuğ Türkeş". 70'lerde Türkiye'de birçok insan "MHP'li" veya "ülkücü" yerine "Türkeşçi" diyordu.
Türkeş, MHP'liler ve ülkücüler için başlıbaşına bir "ilke" oldu: Sadece karizmasıyla, söyledikleriyle ve kararlarıyla değil, belki onlardan da fazla, bizzat bir simge olarak... Herşeyi bilen, kendisine iktidar bir teslim edilse bütün sorunları çözecek, kayıtsız şartsız itaat edilecek, uğrunda ölünebilecek bir "Başbuğ" mitinin varlığı, ülkücü taban için kitaplardan, programlardan ve bizzat Başbuğun söylediklerinden daha önemliydi.
Anılarında "ben kendimi bildim bileli lider hissettim" diyor Türkeş. "Gölgedeki" 27 Mayısçılardan Dündar Seyhan 1966 yılında onun hakkında şöyle yazmıştı: "Meziyetleri yanında, kendisini birinci planda göstermek ve temasta bulunduğu zümrenin mutlak lideri olmak iddiası da bulunmaktadır... Bu sabit fikir çok kere toplayıcı olmaktan ziyade ayırıcı bir etki meydana getirmektedir."
Türkeş hep "hissettiği" gibi mutlak lider olmak istedi; hiçbir zaman bir ikinci adamı, yanında sivrilen birileri olmadı. Hatta uzun süre kalıcı bir kadrosu bile olmadı. CKMP'ye birlikte girdiği 27 Mayısçı arkadaşlarından sadece biri (Ahmet Er) 1980'e ve sonrasına kadar yanında kalabildi - o da pasif bir konumda. Partide 70'lerin önde gelen isimleri 80'lere, 80'lerin önde gelen isimleri 90'lara intikal edemediler. Bu "eliminasyon", ülkücü harekette "Başbuğun dinamizminin" nişanesi olarak efsaneleştirildi. 90'larda dile gelen rakipleri ise, gerek BBP'liler gerek bazı eski MHP'liler, bu kadro süreksizliğinin bir zaaf olduğunu ileri sürmeye başladılar. Onlara göre Türkeş, tek adamcılığıyla, Milliyetçi Hareket'in daha sağlam bir şekilde gelişmesinde engeldi.

YARIN: TÜRKEŞ'İN YENİ İMAJI

2. Dünya Savaşı yıllarında etkinliğini artıran Türkçü akım, Türkeş'in siyasal orijiniydi. 1944'teki ünlü Türkçülük - Turancılık Davası'nın sanıklarından biri de oydu. Türkeş 1960'larda önceleri 1944 olayı hakkında pek konuşmak istemedi. 1965'te Abdi İpekçi'yle mülakatında "beratimden sonra böyle bir fikir beslediğim görülseydi albaylığa kadar yükselmezdim" demişti. 1968'de basılan 1944 Milliyetçilik Olayı adlı kitabında, temyiz mahkemesinin üyeleri hakkında yazdıkları, "Türkçü Türkeş"i yansıtır:
"Türkçülük, Turancılık dosyaları bir Çerkez'le bir Arnavut'a teslim ediliyordu. Başlarında da bir Arapzade, yani Arapoğlu... İsmail Berkok, Çerkezdi ve gelişi güzel bir Çerkez değildi. Bu millet hakkında eserler yazmış ve bir hayli çalışmıştı. Acaba encamımız ne olacaktı? ... Şimdi de Arnavutların, Çerkezlerin, Arapların ellerine mi düşüyorduk?"
Ancak temyizin olumlu sonuçlanmasıyla, Türkeş, bu kişilerin sahiden Türkleşmiş olduğunu takdir eder: "Hadise gösterdi ki ne Alkan Arnavut'tur, ne Berkok Çerkez'dir, ne de Erden Arap... Bunların üçü de Türkiye'nin Türk evlatlarıdırlar ve Türk generalidirler."
Sözkonusu kitabın 1. baskısında yeralan bu satırlar, sonraki baskılarda çıkarılmıştır.
Türkeş, Türkçü orijininden hiçbir zaman kopmadı. Ancak 1970'lerde İslami hassasiyeti yüksek bir tabana açılınca, "has Türkçüleri" kızdırmak pahasına Türkçü motifleri biraz geri plana itti. Ta ki Sovyetler Birliği çöküp bağımsız Türk cumhuriyetleri kurulan dek. O zaman Türkeş'in ve MHP'nin repertuarında Türkçü simgeler yeniden vitrine çıktı.


ALPARSLAN Türkeş, şöhretli sanıkları arasında olmadığı 1944 Turancılık Davası'nı saymazsak, Türk siyasal hayatına 1960'larla beraber girdi. 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin "kuvvetli albayı"olarak kazandığı güç, geçici olmuştu. Sonradan MHP'ye dönüşecek Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin siyasal kariyerinde "darbeci subay" kimliği o kadar da geçici değildi aslında.
20 Mayıs 1963'te Talat Aydemir'in başını çektiği darbe girişimiyle yolunu son anda önderlik üzerinde anlaşmazlık çıktığı için ayırmıştı. Yıllar sonra, 1976'da, senatodaki eski 27 Mayısçı subayların oluşturduğu Milli Birlik Grubu temsilcileri, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun'la görüşerek, "Türkeş'in Kara Kuvvetleri desteğinde bazı girişimlerde bulunacağı"na dair duyumlar aldıklarını aktaracaklardı. Daha sonra Namık Kemal Ersun'un emekli edilmesi, dönemin basınında, Türkeş'in orduya dönük nüfuzunu kırmaya dönük bir girişim olarak yorumlandı.
Türkeş sivil siyasal girişimlerinde de "darbecilik" ithamıyla karşılaştı. 1965'te CKMP yönetimini ele geçirirken, kongreler üzerinde taraftarlarının oluşturduğu baskı nedeniyle eski CKMP'liler "faşit metodları" kullanmakla suçlanmıştı. Yine yıllar sonra, 1992 Aralık'ında yeniden açılan MHP'nin Türkeş'in Milliyetçi Çalışma Partisi'ne iltihakına karar verilen kongrede MHP'nin ayrı bir tüzel kişilik kazanmasını savunanlar fiziki baskıyla karşılaşacak: eski MHP'lilerden Sadi Somuncuoğlu "neticeyi delegelerimizin oyları değil kaba kuvvet tayin etti" diyecekti.
Türkeş, Sabah gazetesinde 1994 ve 1995'te yayımlanan anılarında ordu ve istihbarat örgütleri içinde daima güçlü bağlantıları ve kendisine bağlı gruplar olduğunu iftiharla anlattı. 12 Eylül döneminde birçok subay kendisine "komutanım, başbuğum" diye hitap etmişti.
Türkeş, 27 Mayıs öncesinde ABD'de Güney Amerikalı subaylarla beraber eğitim görmüştü. Aldığı ve Türkiye'de bir süre verdiği anti - komünist "özel harp" eğitiminin, özellikle 1970'lerde izlediği siyasetin çerçevesini çizdiği söylenebilir.