The Others Kendini yok eden terör

Kendini yok eden terör

02.06.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kendini yok eden terör

Kendini yok eden terör


İSLAMCILIĞIN ÇÖKÜŞÜ/3


       Ocak 1992'de İslami Selamet Cephesi'nin seçim zaferi üzerine ordunun yönetime el koymasından sonraki beş yıl içinde Cezayir benzeri görülmemiş bir şiddet ve vahşetle tanıştı. 100 binden fazla kişi hayatını kaybetti ve ülke ortadan ikiye yarıldı. FIS'e oy vermiş olan dindar orta sınıf Mahfuz Nahnah'ın ılımlı partisi Hamas'a yöneldi. Hareketin kitle tabanını oluşturan kentli yoksul gençlikse önce FIS'ten türemiş AIS'e (İslami Selamet Ordusu) sempati duyuyordu; ardından devletle her türden görüşme ve uzlaşmaya karşı çıkan GIA'ya (Silahlı İslami Gruplar) yöneldi.

       GIA, 1982-87 arasında eylem yapan MIA'dan (Silahlı İslami Hareket) kalma bazı militanlarla Afganistan'dan dönen "cihadcılar"dan oluşuyordu. Dağa çıkma kararı alan İslamcı aydınların da GIA'ya katılmış olması ilginçtir. Hemen tümü 25-35 yaş arasındaki ve silahları ellerinde ölen "emir"ler tarafından yönetilen GIA, yalnızca güvenlik güçlerine değil sivillere ve ülkedeki yabancılara da saldırdı. Terörizmini 1995'te Fransa'ya taşıdı. Ardından 1997 sonbaharında, tam da rakip örgüt AIS hükümete karşı tek taraflı ateşkes ilan etmişken başkent Cezayir'in banliyösünde toplu katliamlar düzenledi ve sonunda halk desteğini büyük ölçüde yitirdi.
       Halbuki 1994-95 arasında İslamcıların eylemleri ve devletin çaresizliği öyle boyutlara ulaşmıştı ki, başta ABD olmak üzere bazı Batılı odaklar çoktan kendilerini "yeni bir şeriat devleti"ne hazırlamaya başlamışlardı. Fakat cihad stratejisi, halktan kopunca kendi kendini yok eden bir terörizme dönüştü. Örneğin GIA, kendinden olmayan İslamcılara da saldırdı; AIS'e savaş açtı ve en önemlisi örgütün emirleri birbirlerini "devlet ajanı" olmakla suçlayıp öldürmeye başladı. Örgüt içi infazlar, GIA'ya destek veren Batı'da üslenmiş uluslararası İslamcı çevrelerin de desteğini çekmesine yol açtı.

Buteflika'nın zaferi

       Mayıs 1999'da cumhurbaşkanı olan Abdülaziz Buteflika, Eylül ayında "iç uzlaşma planı"nı halk oyuna sundu. Bir referanduma dönüşen oylamada İslamcılar belki de ilk kez iktidar tarafından yenildiler. Bu sonuç on yıllık iç savaşın bittiği ve İslamcıların kaybettiği anlamına geliyordu.
       Öncelikle, FIS adına sokakları ele geçiren ve nihayet GIA'nın militan deposu olan yoksul kent gençliği siyasi sahneden silindi. Ekonomik çıkarları ve kültürel talepleri hükümette Hamas tarafından savunulan dindar burjuvazi, FIS'in ılımlı lideri Abbasi Medeni'ye saygılarını da dile getirmiş olan Devlet Başkanı'na güveniyordu. Medeni zaten siyasete veda etmişti. İslamcı gençlerin gözdesi olan radikal FIS lideri Ali Benhac ise hala cezaevinde ve etkisizdi. FIS içinde hükümetle ciddi biçimde pazarlık edebilecek yegane isim Abdülkadir Haşani'ydi. Devletin dışında GIA tarafından da sevilmeyen Haşani de 22 Kasım 1999'da faili meçhule kurban gitti.

Piyasa ekonomisi

       Cezayir'in sosyalizmden piyasa ekonomisine geçişi garip bir şekilde iç savaş koşullarında daha da ivme kazandı. Bu geçişle birlikte devlet, bir zamanlar, generallerin ekonominin kontrolünü ellerinde tutması nedeniyle FIS'e yönelmiş olan girişimci ve işadamlarını sisteme eklemleyebildi. Cezayir'in altyapısı iç savaş nedeniyle tahrip oldu veya ihmal edildi. İşte ülkenin yeniden inşasının gerekliliği, eğer yönetici sınıf tarafsız bir şekilde hareket ederse, bu yatırımcılar için çok önemli bir fırsat sunuyor.
       Her ne olursa olsun, İslami hareketin doğuşuna neden olan toplumsal dinamiğin yeniden gündeme gelmesi imkansıza benziyor. Çünkü İslamcıların devleti ele geçirme arzusunun, ülkeyi kan gölüne çevirmekten başka bir şeye yaramadığı ortada.

MISIR

       Tam da Cezayir'le aynı anda Mısır radikal İslamcı gruplarla devleti karşı karşıya getiren bir şiddet dalgasının etkisi altına girdi. 1992'de İslami Cemaat adlı grup Kahire'de laik yazar Farag Fuda'yı öldürdü. Afganistan'dan dönen çok sayıda "cihadcı" ile takviye edilmiş olan Cemaat, bu tarihten itibaren hıristiyan Kıptilere ek olarak sistemli bir biçimde turistleri ve üst düzey güvenlik görevlilerini katletmeye başladı. Aralık ayında 14 bin asker ve polis Kahire'nin kurtarılmış bölgesi İmbaba ile Ökaliptus ve Baraki mahallelerini basıp "temizledi".
       Hüsnü Mübarek esas olarak Müslüman Kardeşler'de örgütlenen ılımlı İslamcıları seçimlere sokmadı. Fakat onlar Eylül'de baro seçimlerini kazanıp, tabib, mühendis, diş hekimleri ve eczacı odalarına da ağırlıklarını koydular. 12 Ekim'de 500'den fazla kişinin ölümüne yol açan Kahire Depremi'nde devlet aciz kalırken yardım faaliyetlerini yine onlar organize ettiler.

Lüksor katliamı

       17 Kasım 1997'de çoğu turist 60 kişinin Lüksor'da katledilmesiyle şiddet doruğa tırmandı. Halbuki örgütün en aşırı uçlarının devlet tarafından püskürtülmesi ve halkta nefret uyandırması yüzünden Cemaat'in ünlü liderleri Temmuz ayından geçerli olmak üzere "genel ateşkes" ilan etmişlerdi. Cezyir'de olduğu gibi Mısır'da da halk desteklerini yitiren İslamcılar önce bölündü, ardından orta sınıfları da yanına çekmiş olan devlet tarafından kontrol altına alındı.
       Mübarek yönetimi köklü bir siyasal yapılanmayı miras almıştı, etkili bir bürokrasiye sahipti. Ayrıca El Ezher Üniversitesi gibi, hem devletin müdahalesi, hem radikallerin eleştirisi ve ulema ve öğretim üyeleri arasına Müslüman Kardeşler'in sızmış olmasına rağmen muazzam itibarını korumayı bilmiş bir kurumun dinsel arabuluculuğundan istifade ediyordu.
       Üstelik İslami şiddet olgusuna Mısır yabancı değildi. 1928'de Müslüman Kardeşler kurulmuş, 1966'da örgütün ideoloğu Seyyid Kutup asılmış ve Ekim 1981'de Cihad örgütü Devlet Başkanı Enver Sedat'ı öldürmüştü. 1992-95 arasındaki İslamcı şiddet çıkardığı bütün gürültüye rağmen, belli zamanlarda bazı bölgeler polis ya da ordunun denetiminden çıksa da, genel bir iç savaşa yol açamadı. 1995'te bir yabancı Cezayir'de imkansız olanı yapıp Kahire'de yaşayabilirdi.

Piyasada eriyen İslamcılık

       Devletin İslamcılara yönelik stratejisi şöyle özetlenebilir: Öne İmbaba'da Cemaat'in kitle desteğini ortadan kaldırdı. Örgütü, kendini halktan daha fazla uzaklaştıracak kör teröre sevk etti. İslami hareketin toparlanmasına yönelik her türlü girişimi bastırdı. Özellikle Müslüman Kardeşler'i suçlamayı sürdürerek, bu kuruluşun dindar orta sınıfların siyasi temsilcisi olmasını engelledi.
       Körfez Savaşı'nda doğru ata oynamış olan Mısır aldığı yardımlarla ekonomisini epey düzeltti. Bu arada Kuveyt bankalarının aylarca ortadan kaybolması nedeniyle göçmen işçiler paralarını Mısır bankalarına transfer etmişti. Özelleştirme ve ekonomiyi modernleştirme politikası sonucunda yepyeni bir girişimci sınıfı ortaya çıktı. Refahın artması durumunda dindar orta sınıfların da, muhalif bir İslamcılık yerine pastadan daha fazla pay almak isteyecekleri öngörüldü. Buna uygun olarak "dindar tüketim" teşvik edildi: Tesettür şıklığı; son İtalyan modasına uygun sakal tıraşı ve lüks iftar sofraları gibi. Özetle Mısır hükümeti, İslamcılığın piyasa içinde eridiğini kanıtlamış oldu.
       Fakat piyasa ekonomisindeki tüm bu gelişmeler, yeni girirşimcilerin yakın gelecekte siyasal çoğulculuk ve gerçek bir demokratikleşme talep etmelerine de yol açabilir.