The Others Kıbrıs'ta fırsat kaçmasın

Kıbrıs'ta fırsat kaçmasın

18.12.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kıbrıs'ta fırsat kaçmasın

Kıbrısta fırsat kaçmasın


Ecevit, Cem ve Denktaş Türk tarafının en önemli güvenceleridir. Mesele, Türkiye lehine esen güzel rüzgarla bu deneyimli siyasilerin inisiyatiflerini birleştirip Kıbrıs konusunda en kısa zamanda bir çözüm atağı başlatmaktır.


       Bahçeşehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkan Yardımcısı ve Kıbrıslı Türk bir araştırmacı olan Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıs sorununda gelinen noktayı yorumluyor.

       Kıbrıs uyuşmazlığı 45 yıldır uluslararası topluluğu meşgul etmekte. Sorunun uluslararası gündeme girişi, 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupalı emperyalist ülkelerin yönetimi altındaki sömurgelerin birer birer bağımsızlıklarını kazanmaları dönemine rastlar.
       Dekolonizasyon hareketi Kıbrıs'ta da kendini gösterir. Bu amaçla 1955'te EOKA (Kıbrıs Savaşçıları Organizasyonu) kurulur. Ancak EOKA'nın diğer sömürge topraklarında kurulan bağımsızlık hareketlerinden büyük farkı vardır. EOKA, işe Kıbrıs'taki İngiliz sömürge rejimine savaş açarak başladı. Ancak, nihai amacı Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamaktı (Enosis). Bu yüzden EOKA tamamen milliyetçi Elen hareketiyle sınırlı kaldı ve üyeleri sadece Kıbrıslı Rumlar oldu. Aslında bu durum Türk ve Elen milletleri için tarihi bir fırsatın kaçırılması olarak da görülebilir. Eğer EOKA tam anlamıyla bir bağımsızlık hareketi olup, bağımsızlık mücadelesini Kıbrıslı Türklerle beraber yürütseydi, bugün Kıbrıs'ta bambaşka bir düzen hüküm sürüyor olurdu.
       Ama EOKA aşırı Elen ideolojisinden dolayı hem Kıbrıslı Türkler'i taciz etti, hem de sömürgeci İngiliz rejiminin ekmeğine yağ sürdü. İngiltere geleneksel "böl ve yönet" siyasetiyle, EOKA'yla savaşmak için taktik icabı Kıbrıs Türkleri'den bir "yardımcı polis" gücü yarattı. Böylece İngiltere adadaki iki milli topluluğu (ve tabiyatıyle Türkiye ile Yunanistan'ı) çok tehlikeli bir şekilde karşı karşıya getirmiş oldu.
       Zamanın Menderes, Zorlu, Karamanlis ve Averof gibi bilge Türk ve Yunan siyasileri 1959 - 60 Zürih ve Londra antlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yaratıcıları oldular. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda bir çeşit "fonksiyonel federasyon" gibiydi. İki farklı milli toplumun devlet mekanizmasındaki yetkileri en ince ayrıntısına kadar belirlenmişti. Örneğin Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacaktı. On kişilik bakanlar kurulunda üç tane Türk bakan olacak; parlamento ve devlet dairelerinde Rumlar yüzde 70, Türkler 30 oranında temsil edilecekti.
       Bu düzenleme belki ilk bakışta tüm nufusun yüzde 20'sini oluşturan Kıbrıslı Türklerin lehine görünebilirdi. Ancak, Kıbrıs Türklerine oranlarının üstünde temsil hakkı verilmesinin, ekonomik faaliyetlerinin çok büyük bir kısmını elinde tutan Kıbrıs Rum toplumuna hiçbir zararı yoktu. Kıbrıs Türkleri genelde çiftçi ve devlet memuru olup adanın ticaret, sanayi ve turizm sektörleri genellikle Rumların güdümünde kalacaktı.
       Ne yazık ki Makarios güdümündeki aşırı Elen milliyetçileri tıpkı 1950'lerdeki EOKA hareketinde olduğu gibi, Kıbrıslı Türkleri silah zoruyla dışlayıp, 1963 noelinde imzaladıkları 1960 anayasal düzenini yıktılar. Bu yine Türk ve Elen milletleri için kaçırılan büyük bir fırsat demek oldu.
       1974'te Yunan cuntasının Enosis'i gerçekleştirmek için Kıbrıs'ta düzenlediği darbe, bardağı taşıran son damlaydı. Bu Elen oldu - bittisi haklı olarak Türk müdahalesine tosladı. 1974 müdahalesi (Türkler için "Barış Harekatı", Elenler için "Türk İstilası") 1968'den beri sürüncemede olan toplumlar arası görüşmelere bir nebze de olsa bir yön sağladı. Toplumlar arası görüşmeler olası bir çözümün federal bir yapıda olması yönündeydi.
       1997'e kadar geçen zamanda bu başarılamadı. 1990'larda Avrupa Birliği'nin (Yunan güdümünde) Kıbrıs işine el atması ve nihayet 1997'deki Lüksemburg zirvesi kararları, Kıbrıs uyuşmazlığını farklı bir aşamaya soktu. AB'nin Kıbrıs Türk toplumunu yok sayması ve tüm adanın hükümetiymiş gibi Kıbrıs Rum Kesimi'yle üyelik müzakerelerine oturması, her aklı başında diplomatın da kabul ettiği gibi, toplumlararası görüşmeleri baltaladı ve anlaşma parametrelerini berhava etti. Bu konuda suçlu aramak artık beyhude.
       Önemli olan şu ki, Kıbrıs'ta durum çok değişmiştir ve değişen dünyaya paralel olarak da değişmeye devam edecektir. Kıbrıs'ta iki toplum yirmi yıldan fazladır ayrı yaşıyor ve her biri kendi kendini yönetiyor - ama iyi, ama kötü... Bu yüzden görüşme masasındaki parametrelerin değişmesi de gayet doğaldır. Doğal olmayan, müzakere masasına 1968'deki şekliyle oturmaktır. Türk tarafına düşen bu noktayı dış dünyaya çok iyi anlatmak.
       Son yıllarda izlenen dış siyasetle Türkiye hanesine oldukça puan topladı. S - 300'ler ve Suriye konularındaki kararlılık, Öcalan'ın yakalanması, Türk - Yunan ilişkilerinin temkinli bir iyimserlik havasına girişi, Bakü - Ceyhan boru hattı konusundaki anlaşma ve içeride atılan / atılması planlanan demokratikleşme adımları ile Türkiye arkasına bir rüzgar aldı. Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin adaylığının onaylanmasıyle AB Lüksemburg'da yaptığı hatayı büyük ölçüde düzeltti; Kıbrıs meselesi bir AB meselesi konumuna girdi.
       Türk tarafı arkasına aldığı yeni rüzgarlı konfederasyon önerisini değişik bir isimle de olsa belki hem ABD hem de AB'ye kabul ettirebilir. Bugün Türk tarafı ismi "federasyon" (ki o da 20 yıl boyunca Türk teziydi) olsa dahi içeriği "konfederasyon" olan bir anlaşmayı kotarabilir. Bu Kıbrıs konusunda yakalanan tarihi fırsatlardan biridir. Umarım Türk - Yunan ilişkilerini de yakından ilgilendiren Kıbrıs konusunda bu fırsat da eskileri gibi kaçırılmaz.
       Şu anda Türkiye'de Bülent Ecevit ve İsmail Cem gibi dış politikada ufuk sahibi olan bir başbakan ve dışişleri bakanının bulunması, KKTC'de Cumhurbaşkanı Denktaş gibi tecrübeli, kurt bir siyaset adamının olması Türk tarafının en önemli güvenceleridir. Bu yüzden endişe edilecek bir husus söz konusu değildir. Mesele, Türkiye lehine esen güzel rüzgarla bu deneyimli siyasilerin inisiyatiflerini birleştirip Kıbrıs konusunda en kısa zamanda bir çözüm atağı başlatmaktır.