The Others Mahremiyet, aleniyet ve siyaset

Mahremiyet, aleniyet ve siyaset

09.03.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Seçim kampanyası sırasında siyasetçi yakınlarıyla ilgili olarak açılan dosyalar, özel hayatın sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği tartışmalarını yeniden alevlendirdi

Mahremiyet, aleniyet ve siyaset

Medyada bir etik sorun olarak kamuya mal olmuş kişilerin “mahremiyet”i Başbakan Erdoğan’ın şikâyetleri bağlamında Türkiye’de de tartışılıyor.
Bu sayfada kaynak olarak başvurduğumuz Andrew Belsey ve Ruth Chadwick’in analizlerinde genel olarak hak verilen yaklaşım şudur:
“Evlilikleri, çocukları, başka insanlar hakkındaki düşünceleri, kişisel planları ve kişisel kararlarıyla ilgili eğilimleri, eğer saklamak isterlerse saklayabilecekleri, tamamen kendilerine ait özel şeylerdir.
Mahremiyet benliğin korunması ve bireyin rahatlığı için zorunluysa, siyasetçilerin neden özel yaşam hakkı olmasın?
Bir siyasetçinin yaşamının kişisel boyutları mahremiyet koruması altına alınmalıdır. Ancak siyasi yaşamın kendine özgü etiği, bu korunan alanın diğer insanlarınkinden daha dar, hatta daha az güvenli olmasını gerektirir. Paradoksal olarak, siyasetçinin özel yaşamı her zaman inceleme konusudur. Nelerin özel sayılacağının siyasetçinin arzusuna bırakılması kabul edilemez. Bu durum, siyasetçilerden kendi davalarının hem savcısı hem yargıcı olmalarını beklemek olurdu.
Ama yolsuzluklarla ilgili ampririk çalışmalardan, siyasetçilerin kamusal yaşam ile özel yaşam arasında etik açıdan kabul edilebilir sınırı belirleme konusunda pek de başarılı olamadıklarını görüyoruz.”
Medya analistleri “mahremiyete tecavüzü” meşrulaştıran yaklaşımlar konusunda ikiye bölünmüş durumdalar:
Yurttaşların ve siyasetçilerin mahremiyet hakkı bulunuyor ancak bu hakkın ‘kamu yararı’ adına belirli koşullarda aşılabileceği ifade ediliyor.
Mahremiyet bir hak olarak İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ne de girmiştir. (Madde 12)
“Hiç kimsenin mahremiyetine, ailesine, evine ve haberleşmesine keyfi müdahalelerde bulunulamaz, onuruna ve namına saldırıda bulunulamaz. Herkesin bu tür müdahale ve saldırılar karşısında yasal korunma hakkı vardır.”

Üç alanda ele alınıyor

Bu madde tarafından sağlanan koruma, son yıllarda kişisel hakların tehdit edildiği, birbiriyle örtüşen üç alanda ele alınmaktadır:
1- Telefon dinlemek veya gizli mikrofon yerleştirmek gibi yasal olmayan ya da meşru olmayan yollarla insanlar hakkında gizli dosyalar oluşturmayı da içeren, özel ya da( büyük ihtimalle) devletin güvenlik örgütleri tarafından gözetim altında tutulmak. (Medyaya yönelik bu suçlama Türkiye örneğinde tamemen tersine dönmüş durumda. Ortam dinlemesi adı altında telefon ve bant kayıtlarını da aşan bir özel hayat ihlali gündemdedir. İnsanlar bu yüzden güvensiz ve korku içindedir.)
2- Mali işler, vergiler, sosyal güvenlik bilgileri, tıbbi kayıtlar, ceza kayıtları gibi genellikle bilgisayar dosyalarında bulunan özel ve gizli belgelere izinsiz erişmek. (Türkiye örneğinde bu sakıncalar medya sorunu olmaktan çıkmış, savcılarca alınan ifadelerin ve mahkeme kararlarını etkileyecek kimi telefon ve ortam dinlemelerinin sızdırılmasının bizzat devlet görevlilerince yapıldığı kuşkusunu uyandıran uygulamalara dönüşmüştür.)
3- Mahremiyetin medya tarafından ihlali. Habercilerin, kişisel ve özel yaşam alanına fiziksel olarak girmeleri. O kişinin ismini, resmini ve haberini ekranlarda, gazete sayfalarında duyarsız biçimde yayımlayarak iftira atmak.

AİHM kararları ve Türmen

Türkiye’de siyasetçilerin şikâyetlerine yol açan ‘mahremiyet’ kavramının sınırlarını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski yargıcı Rıza Türmen’e sorduk.
Türmen’in değerlendirmesi şöyle:
“Siyasetçinin mahremiyet sınırları, bireyinkinden dardır. AİHM’nin pek çok kararında, siyasetçinin özel hayatının yani mahremiyetinin sınırları bireyin sınırlarından daha dardır. Basının siyasetçiyi eleştirme hakkı çok geniştir. Çünkü demokrasilerde basın toplumun bekçisidir. Basın halkı bilgilendirmek, hükümeti denetlemek ve eleştirmek, kamuoyunu ilgilendiren haberleri vermekle yükümlüdür.
Örneğin Başbakan’ın oğlunun gemisi varsa, Maliye Bakanı’nın oğlunun ‘one minute’ gibi ticari hayatıyla ilgili gelişmeler söz konusu olmuşsa bunları da yazmakla görevlidir. Siyasete atılan başta denetlenmeyi kabul etmiş demektir. Bütün bunları yazarken gazeteciler son derece tahrikkar, abartılı ifadeler de kullanabilirler. Bütün bunlar basın özgürlüğünün sınırlandırılması için gerekçe olamaz.
Salt eleştiri de hakaret sayılmaz. Çünkü basının bir görevi kamuoyunu bilgilendirmekse diğer görevi de siyasetçiyi eleştirmek. Buna karşılık siyasetçi eleştiriler karşısında hoşgörülü olmak zorunda. Siyasetçi siyasete girerek daha başında her yaptığının basında değerlendirilmesini kabul etmiş demektir.”

Haberin Devamı

Ombudsman’ın görüşü
Medyanın temel işlevlerinden biri de kamusal denetimdir. Demokrasilerde hukuk siyasetçinin özel hayatının sınırlarını daraltırken, eleştiriyi geniş tutar. Almanya’da Deniz Feneri davası sırasında ortaya atılan iddialar, bazı milletvekillerini, lider yakınlarını konu alan şirket ortaklıkları, rant ilişkileri Türkiye’de bunları yazan medyanın siyasi iktidarca ekonomik baskı altına alınmasında rol oynuyor. Oysa hükümete düşen görev, yolsuzluk ve suistimallar karşısında şeffaf olmak ve medya aracılığıyla topluma hesap verebilmektir.
Milliyet bu işlevini ödünsüz sürdürmeye devam edecektir.