The Others MEDYANIN KIŞI

MEDYANIN KIŞI

09.01.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın mahkemede yaptıkları savunmalara karşın ODA TV davasındaki sanıkların 10 ayı bulan tutukluluk hallerinin devamı Türkiye’ye yöneltilen ifade özgürlüğüne yönelik baskı ve kısıtlama eleştirilerinin sertleşeceğini gösteriyor

MEDYANIN KIŞI

The NewYork Times,cezaevindeki gazeteci sayısının 97’yi bulması üzerine ‘Türk medyası için bahar değil kış’ konulu eleştiri yazısında şu saptamayı yaptı:
‘Aktivistlere göre basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar Türkiye’nin bölgesel lider rolümü oynadığı ve AB’ye katılım müzakerelerinin yürümediği bir dönemde Batılı kurallara uymaya mecbur hissetmediğini gösteriyor.”
Bu hafta önemli gelişmeler yaşandı.
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un ‘internet andıcı’ davasından tutuklandığı gün Oda TV davası sanığı gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener mahkemede savunma yaptılar.
Beklenti 10 ayı bulan tutukluluktan sonra Şener ve Şık’ın serbest bırakılacakları yönündeydi.
Mahkeme gazetecilerin tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

BASIN DAVASI
Davayı izleyen hukukçular gelinen aşamayı Milliyet Okur Temsilcisi’ne değerlendirdiler:
“27.12.2011’den 05.01.2012’ye kadar uzanan 2 hafta boyunca İstanbul 16. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesinde gazeteci ve yazarların yargılanmasına devam edildi.
Önceki ay, 22.11.2011 tarihinde yapılan ilk duruşma “ Usule ilişkin bir sorunun tartışılması” nedeniyle yargılamanın ertelenmesine yol açmıştı. Oysa 27.12.2011 tarihinde başlayan ikinci duruşma 14 gün aralıklarla devam etti.
Kamuoyunda “Oda TV” davası olarak bilinen bu dava, aslında 10’dan fazla gazeteci ve yazarın yargılanması ve doğrudan doğruya basın ve iletişime ilişkin faaliyetlerin yargılama konusu olması yönünden bir “basın davasıdır”. Türkiye’de 70’li yıllardan bu yana hep tartışılma konusu edilen “düşüncenin sınırsız olma olgusunu” reddeden bir anlayışın ürünü sayılabilecek bir davadır. Gerçekten bu davada yazı yazan, topluma haberleri ileten ve böylece bireylerin bilgilenmesini, aydınlatılmasını sağlayan kişiler sanık olarak kendilerini yargıç önünde ve hem de özel yetkilerle donatılmış olağandışı mahkemelerin önünde bulmuşlardır. Söz konusu dava, bu nedenle, Türkiye’de hem yargı hayatında ve hem de basın yaşamında ileride çok tartışılacak, değerlendirilecek ve eleştirilecek bir dava özelliğini taşımaktadır. Yazarlar ve gazeteciler açısından bu dava, hakların ve özgürlüklerin kısıtlandığını ortaya koyan ve Türkiye’de insanların hatırlamak istemeyecekleri derecede ağır bir davadır.

‘TERÖR’, ‘ÖRGÜT’ SUÇLAMASI
Gazetecinin ve yazarların 10 aydan bu yana tutuklu olmaları, hepsinin Silivri Kapalı Cezaevi’nde bulundurulmaları, içlerinden kimilerinin sağlık durumlarına bakılmaksızın Cezaevinde tutulmaya devam edilmesi konuyu ve durumu daha da ağırlaştırmaktadır.
İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2011/14 sayılı dosya ile görülmekte olan ve 26.08.2011 tarihli, 2011/425 no’lu iddianame ile açılmış bulunan dava, 14 kişi aleyhine iken şüphelilerden Kaşif Kozinoğlu’nun vefatından sonra 13 kişiye karşı yürütülmektedir. Söz konusu davada Yalçın Küçük, Soner Yalçın, Ahmet Şık, Nedim Şener gibi Türkiye’nin en önemli gazetelerinde ve dergilerinde yıllarca yazılar yazmış olan kişiler silahlı örgüt kurma, bu nitelikteki örgüte üye olma veya yardım etme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme, devletin gizli bilgilerini elde etme, adil yargılamayı etkileme, özel hayatın gizliliğini ihlal etme, Terörle Mücadele Kanununa aykırı harekette bulunma gibi suçlarla( Türk Ceza Kanunu Md.314/1-2, 220, 216, 330, 334, 288, 134, Terörle Mücadele Kanunu Md.5) itham edilmektedirler.
Oysa, iddianamede adları geçen 13 kişinin eylemleri sadece yazı yazmak ve toplumu bilgilendirmektir; bu eylemlerini yazarlar ve gazeteciler kitaplarında, gazetelerinde ve internet sitelerinde gerçekleştirmektedirler.
İddianamede yazılı suçlayıcı maddelerin taşıdığı anlam gazetecilerin ve yazarların faaliyetlerinin bir örgüt içerisinde yer aldığı ve bu örgütün de silahlı olduğudur.
Böylece basın hürriyeti, haber verme hakkı, düşünce özgürlüğünün somut hayata geçirilmesi, iddianame ile örgütsel eylemler olarak kabul edilmiştir ki bu davanın toplumda ve basın dünyasında bu durum büyük tepkilere neden olmuştur ve olmaktadır. Ayrıca, basın ve iletişim çalışanlarına getirilen ağır suçlama ile ilgili somut kanıtların iddianame’de açıklanmamış olması bu tepkileri hukuki alana da taşımaktadır.
İddianamede belirtilen suçlar ile yargılanan kişi konumundaki yazar ve gazetecilerin konumlarının karşılaştırılmasından doğan çelişki 2 hafta süren dava duruşmalarına damgasını vuran en önemli özellik olmuştur.
Yazarlar ve gazeteciler sorgularına yazdıkları pek çok kitabı mahkeme önüne getirerek ifade vermişler, bugüne kadar hep özgürlükten, haktan, toplumun aydınlanmasından başka bir şey düşünmediklerini sürekli yinelemişlerdir. Yargının sınırlayıcı ve zorlayıcı kuralları karşısında iletişim organlarının özgürlük, özgürlükçü ve bilgilendirici, aydınlatıcı niteliği duruşmalarda sürekli olarak karşı karşıya gelmiştir. Gazetecinin ve yazarın özgür düşüncesinin ve verimliliğinin tutukluluk gibi ağır bir yargılama önlemi ile ortadan kaldırılmaya çalışılması sürekli eleştirilere konu olmuştur.
Yargılama süresince basın özgürlüğü, toplumun bilgilendirilmesi dile getirildiği gibi 134 sayfayı içeren iddianamenin ağırlığı ve tutarsızlığı sürekli olarak eleştirilmiştir. Bilgisayarlarda ele geçirildiği iddia edilen dijital verilerin gerçek olmadığı, 200’ü aşkın virüs ile dijital veriler üzerinde oynamalar, ilaveler, değişiklikler yapıldığı ve çok miktarda yeni dijital verilerin eklendiği; telefonların kanuna aykırı ve asılsız, kimliği tespit edilmemiş kişilerin ihbarlarına dayanılarak alınmış mahkeme kararları ile dinlendiği kuvvetle ileri sürülmüştür. Yargılamada dinlenen yazarların ve gazetecilerin gece gündüz süren emeklerini dile getiren konuşmaları, dinleyicilerde çok duygulu anlar yaşatmıştır. Gerçekten bu dava, emeğini sadece ve sadece toplumun bilgilenmesi için harcayan aydın kişilerin karşılaştıkları ağır ve haksız bedelin apaçık ortaya çıkması yönünden çok üzücü anların yaşanılmasına ve tarihe düşmesine neden olmuştur.
İki hafta boyunca devam eden duruşmalar 11 yazar ve gazetecinin tutukluluk hallerinin devam etmesi kararı ile sonlandırılmış ve duruşma 23.01.2012 tarihine ertelenmiştir.”



OMBUDSMAN’IN GÖRÜŞÜ


Arap Baharı’ ndan hareketle Ortadoğu’daki demokratikleşme hareketlerine ‘model ülke’ olarak gösterilen Türkiye’nin gazeteciler ve akademisyenler başta muhalif seslere karşı sergilediği otoriterlik ABD ve AB çevrelerinde ‘Türk medyası için bahar değil kış’ yorumlarına neden olmaktadır.Hükümetin,Terörle Mücadele Yasası’nda ifade özgürlüğünü kısıtlayan hükümleri süratle ayıklaması gerekiyor.Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı tasarı bir an önce Meclis’e sunulmalıdır. 97 gazetecinin cezaevinde olduğu bir ülkede ‘ileri demokrasi’den söz edilemez. Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi haber yapmak,kitap yazmaktan başka ‘suç’ları olmayan gazeteciler serbest bırakılmalıdır.




BAŞBUĞ İLK DEĞİL!


Mİllİyet, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasını “Türkiye tarihinde bir ilk olarak” verdi. Ancak bu sivil yargıda, sivil mahkeme tarafından bir ilktir. Daha önce de 27 Mayıs darbesinden hemen sonra 1958’de Türkiye’nin 10. Genelkurmay Başkanı olan Rüştü Erdelhun emekliye sevk edildi. Daha sonra çıkartıldığı mahkemede “hükümet yanlısı ve ihtilal karşıtı” olduğu gerekçesiyle tutuklandı. 4 yıl sonra 1964’de Cumhurbaşkanı Gürsel tarafından affedildi.