The Others Partiler şiddet eylemlerinin odağı ise kapatılabilir

Partiler şiddet eylemlerinin odağı ise kapatılabilir

29.05.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Partiler şiddet eylemlerinin odağı ise kapatılabilir

Partiler şiddet eylemlerinin odağı ise kapatılabilir


İstanbul Barosu Başkanı Dr. Yücel Sayman'la, demokrasilerde parti kapatmadan TBMM'de başörtüsü, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın özgürlükler üzerine konuşması ve İmralı'da "Kriz Masası"na kadar uzanan hukuk sorunlarımız üzerine konuştuk.


Naki Özkan


* FP'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi'nde açılan dava iddianamesini hukuk açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir devletin örgütlenmesinde esas olan demokrasi ise, burada partilerin siyasi sistemdeki yeri nedir, ne olmalıdır diye sorulmalı. Devlet, bütün görüşlerin siyasi iktidar olabilmesine imkan veren çoğulcu bir anlayışla mı örgütlenecek yoksa, "Ben bu devleti resmi ideolojiyle örgütlüyorum, partiler ancak resmi ideoloji çerçevesinde kalındığı sürece görüşlerini iktidara taşıyabilirler" mi diyeceğiz? Bence birincisi geçerli olmalı.
Partiler ancak meşru olmayan, parlamento dışı yollardan iktidara yönelmeleri halinde ve silahlı eylemlerin odağı olma durumunda kapatılmalı. Yoksa bir parti anayasal düzeni değiştireceğini, ama bunu demokratik yollarla yapacağını söylüyorsa, bu partinin görüşleri, programı, konuşmaları nedeniyle kapatılmaması gerekir. Kapatılıyorsa çoğulculuk yok demektir. Bizde 25 siyasi partinin var olması çoğulculuk olarak anlaşılıyor. Çalgıların sayısının çokluğu çoksesli müzik yapıldığı anlamına gelmez.
Türkiye'de ne yazık ki resmi ideoloji ve anayasanın öngördüğü anlayış çerçevesinde konumlanan partilere izin var. Tehlike arzettiği düşünülerek, silahlı eylemlerin odağı haline gelmemiş olsa bile, hatta programlarındaki bir madde yüzünden parti kapatıldı.

* O zaman, Refah Partisi'nin kapatılması yanlış mıydı?
Demokrasiyle bağdaşmadığını düşünüyorum. Şu fikir hep ileri sürülüyor: "Peki, demokrasi kendini korumayacak mı?" Demokrasi zaten bu noktada başlar. Ancak, eleştirilmesi gereken esas konu seçim sistemi. Baraj yüzünden halkın yüzde 15'inin oyu parlamentoya yansımıyor. Yüzde 18 oy alan bir partiye "oy patlaması yaptı" diyoruz. Sistem yanlış. Bunu demokrasi olarak nitelemek mümkün değil.
RP'nin gelişmesini sağlayan koşulları sistemin kendisi üretmiştir. Bütün partiler dini siyasete alet etmediler mi? İmam hatip okulları RP döneminde mi açıldı? İmam hatip liselilerin ünversiteye girmesi, yargıç ve avukat olması, idari kadroda yer almalarını sağlayan RP miydi? Değildi. RP, bunlara sadece sahip çıkmıştır. Mevcut hukuki düzenleme açısından uygun muydu, değil miydi, tartışılabilir ama benim söylediğim böyle bir hukuki düzenlemenin demokrasiyle bağdaşmadığıdır. Esas tehlike yüzde 15 ile iktidar olup her şeyi değiştirebilme olanağının bir partiye sağlanmış olmasında.

* "Naziler de seçimle geldi, sonra bütün sistemi değiştirdi. Bundan dolayı bir parti şiddet kullanmasa da kapatılabilir" iddiasına ne diyorsunuz?
Naziler çok demokratik yollardan gelmediler, sistemi de şiddete dayanarak değiştirdiler. Onlara karşı siyasi mücadele verilmedi. Büyük sermaye çıkarlarını onlarda gördü, sesini çıkarmadı.

* Merve Kavakçı olayını nasıl değerlendiriyorsunuz? Siyasete girmeseydi hala Türk yurttaşıydı...
Türk vatandaşlığını koruyarak yabancı bir devletin vatandaşlığına geçmek istiyorsa, Bakanlar Kurulu'ndan izin almalıydı. İzin almaksızın geçişlerde, Vatandaşlık Kanunu, "Bakanlar kurulu kaybettirme karar verir" diyor. Hukuka aykırı bir durum yok.

* Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden vatandaşlık alan yurttaşların çoğu Bakanlar Kurulu'ndan izin almadı...
İhbar olursa vatandaşlık kaybettirilir ama genellikle hoşgörülü yaklaşılıyordu. Şimdi çok politik bir durum var. Böyle bir yasal düzenlemeyi kullanarak sorunu "çözmüş" oldular. Siyasi olarak sorgulanabilir, ama hukuka aykırı bir işlem olduğu söylenemez.

* Türbanla yemin etme meselesine nasıl yaklaşıyorsunuz?
Bir özgürlük kullanılırken, fiilen bir başka özgürlüğü ortadan kaldırmıyorsa, o özgürlük sınırlanamaz. Kavakçı olayında parlamentoda öyle bir gürültü koparıldı ki... Bir kamplaşma ortamı yaratıldı gereksiz yere. Kavakçı'yla ilgili olarak soru işaretleri doğuyor ama bu tartışma başka birçok sorunun tartışılmasını engelledi. Seçim sisteminin tartışılması engellendi. Bir parti, koalisyon pazarlığı olarak idam cezalarının infaz edilmesini ileri sürdü. Bu hiç tartışılmadı.
DSP, Milli Eğitim, Dışişleri, Sağlık bakanlıklarını istiyor ama Adalet Bakanlığı gibi son derece önemli bir bakanlık açıkta bırakıldı. Bu bakanlık, sürekli kadrolaştığı söylenen bir partiye bırakıldı. Yargının pazarlık konusu olarak ortada bırakılması da hiç tartışılmadı.

* Merve Kavakçı'nın türbanından önce tartışılması gereken neydi?
20 partinin 15'i parlamento dışı kaldı. Böyle bir sistemde türbanla yemin edilse ne olur, yemin etmese ne olur? Parlamento siyasetin yapıldığı yerdir. Bir parti siyasi olarak türbanı savunuyorsa, bunun mücadelesini vereceği yer parlamentodur. Kurallar yemini yasaklamışsa, yemin ettirilmezdi. Kurallar üzerine tartışılır, ama sonunda bir karar verilirdi. Türkiye'nin siyasi gündeminin bu olması çok zararlı oldu.
Türkiye'nin sorunu sadece türbanla yemin etme sorunu mu? Uçaklarınız başka ülkeyi bombalıyor. Bu yasal mı, değil mi? Bana göre değil, ama parlamento bunu tartıştı mı? Tartışmadı, türbanı tartıştı.

* İstanbul Barosu'nda "türban sorunu" var mı?
Tartışma var. Demokraside tartışma olur. Bizim yönetim olarak kuralımız var: "Yargılama sürecinde din ve vicdan özgürlüğü kullanılamaz. Fiilen kullanımı hak arama özgürlüğünü ortadan kaldırır, yargı bağımsızlığını zedeler" dedik. Duruşma ve keşifte türban kullanılmasını meslek kurallarının ihlali olarak gördük. Bunun dışında türban takılmasına karışmıyoruz.

* Öcalan davasında bir hukuki sorun var mı?
Tartışılacak bazı hukuki sorunlar var. Bunu açık yüreklilikle ortaya koymak lazım. Orada "kriz hali" ilan edildi. Bunu başbakanın açıklamasıyla öğrendik. "Kriz hali" Refahyol döneminde çıkarılan, "Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği"nin bir uygulaması. O yönetmelik hakkında biz Baro olarak iptal davası açtık. Yönetmelik "Olağanüstü Hal"den daha olağanüstü bir hali varsayıyor. Merkez'e verilen yetkiler muğlak. Kim bu "Kriz Masası Yönetimi"? Nasıl örgütleniyor? Bütçesi nereden geliyor? Kimler tayin ediliyor? Ne iş yapıyor? Denetimi nasıl yapılıyor? Bunları bilmek mümkün değil. Bu uygulama İmralı adasında yapıldı. "Eşgüdüm Masası", "İrtibat Masası" deniliyor... Kimdir, nerededir, bilinmiyor. İşlemlerine karşı ne yapabiliriz, belli değil. Bunlar hukuki olarak önümüze çıkacak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde de sorun çıkabilir.

* "Kriz Masası" hiç bilginiz yok mu?
Bir koordinasyon örgütlenmesi gibi ortaya çıkıyor, ama bütün Türkiye'de köylere kadar inen bir örgütlenme öngörülmüş. "Kriz hali" ilan ettiğiniz zaman, bu örgütlenme harekete geçecek. Merkezi Genelkurmay'da. MGK Sekreteri, buranın da sekreteri. Başbakanlık'ta da yetki var. Ama esas hakim olan güç, askeri güç. Bunun bütçesinin nereden geldiği, nasıl çalıştığı, elemanlarının kim olduğu; devlet memuru, sivil - asker olup olmadığı belli değil.

Kimse Anayasaya uygun düşünmeye zorlanamaz

* Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'in anayasayı eleştirmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Başkan önemli noktaları gündeme getirdi. Anayasanın 13. maddesine göre, özgürlüklere genel bir sınırlama getirilmiştir. Ancak, bu sınırlamaların "demokratik toplumun gereklerine aykırı olamayacağını" da söylemiştir. Sorun burada. "Demokratik toplumun gerekleri" kavramı nedir? Bazı siyasetçi ve hukukçular, bunu anayasanın öngördüğü sınırlar içinde anlıyor. Böyle olmadığını Anayasa Mahkemesi Başkanı söyledi.
13. maddedeki "demokratik toplum"dan kasıt, çağdaş, özgürlükçü, Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın öngördüğü çoğulcu demokrasi anlayışıdır. İfade özgürlüğünü bizim anayasamızdaki demokrasi anlayışıyla sınırlayamazsınız. Çağdaş ve çoğulcu bir anlayışla bakmak lazım demokrasiye.
Bizlere deniyor ki, "Anayasaya uygun düşünün". Kimseyi anayasaya uygun düşünmeye zorlayamazsınız. Bu insan beynini cendereye almaktır. İnsanları sadece Türk Anayasası'na göre değil, en iyi anayasaya göre de düşünmek zorunda bırakamazasınız.
Neden anayasaya uygun düşüneyim ki? Laiklik, aykırı düşünmeye başladığınız ve bunun önünü açtığınız zaman ortaya çıkar. Laiklik sadece dine referans yapmama değildir. Asgari tabanı odur. Ama bir başka anlamı aklın özgürleşmesi; önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Dine referans yapmayacağız ama iyi de ille anayasaya referans yaparsak, arada ne fark kalır ki? Böyle bir aydınlanma anlayışı olamaz.

* Sezer'in açıklamalarında altının çizilmesi gereken noktalar neler?
Başkan'ın, düşünce özgürlüğü alanından suç alanına geçişteki kriteri açıklaması da çok önemliydi. Amerikan Federal Mahkemesi'nin, "Bir düşünce yakın ve açık bir tehlike arzederse sınırlanabilir" dediği söylendi yıllarca. Bu kasıtlı olarak yapılan bir tahrifattı. Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin dediği, "yakın" değil "mevcut" tehlikedir. "Yakın tehlike" potansiyel bir şeydir. Ayrıca tehlikeli görülen, düşüncenin içeriği değildir. İkinci tahrifat burada yapıldı. Düşünce eyleme dönüşürse tehlike ve suç olarak kabul ediliyor.
Başkan bu iki tahrifatı ortadan kaldırdı. Ayrıca Başkan'ın "yasak olan dil" kavramına getirdiği açıklama da çok önemliydi. Anayasada hala böyle bir yasak var. 1992'de "yasak diller" yasası kalktı ama hala Anayasada, "insanları düşüncelerini yasaklanmış bir dille açıklayamazlar" şeklinde bir düzenleme var. "Hiç kimse ana dilini kullanmaktan alıkonamaz" dedi Mahkeme Başkanı.