Tutucu kanat Dünya Ticaret Örgütü üyeliği için verilecek tavizlere karşı çıkıyor, Başbakan Zhu'nun istifasını sağlamak istiyor.
Şahin ALPAY
Batılı gözlemciler arasında Çin'deki rejimin geleceğine ilişkin iki ana teori olduğu söylenebilir: 1) Rejim, reformcu yönetimin önderliğinde ve giderek nüfuzları artan iş çevrelerinin desteğiyle adım adım demokratikleşebilir. 2) Ekonomik büyümenin durması, işsizlik ve yoksulluğun artması halinde patlak verecek sosyal huzursuzluklar rejimi yeniden daha otoriterliğe götürebilir.
İkinci ihtimali güçlü görenler, Çin'de yaygın olan şu üç eğilime dikkat çekiyor:
a) Eşitlikçilik: Ekonomik reformların tökezlemesi halinde, yolsuzluklarla ve sosyal adaletsizlikle mücadele için daha merkeziyetçi bir yönetim talebi yayılabilir.
b) Otoriterlik: Çin'de yalnızca yönetici sınıfın değil, işadamları ve hatta aydınların da bir numaralı kaygısı ülkenin kargaşaya sürüklenmesi. Statükoyu ve ayrıcalıklarını koruyacak, rüşvet almaya devam edecek, otoriter bir yönetim işadamlarının daha çok işlerine geliyor.
c) Milliyetçilik: Aydınların birçoğu, Batı'nın Çin'in güçlenmesinden korktuğuna inanıyor. Milliyetçiliği modernleşmenin önkoşulu olarak görüyor. Çin imparatorluğunun 1912'de yıkılmasından sonra yayılan etnik ayrılıkçılık hafızalardan silinmiyor. Merkezi yönetimin ayrılıkçı akımlara karşı güçlü olması isteniyor. Bazı komşularla olan sınır uyuşmazlıkları da milliyetçi eğilimi körüklüyor. Komünist ideoloji geçerliliğini tamamen yitirmiş olduğundan, başka yerlerde görüldüğü gibi Çin'de de rejimin bunun yerine milliyetçiliğe sarılmasına yol açabilir.
Çin'de rejimin uzun vadede demokratikleşeceğini öne sürenler ise, son 20 yıldaki şu gelişmelere dikkat çekiyor: a) Sivil toplum hızla güçlenmekte.
Devlet - dışı sektörlerin milli servetteki payı, devletin payını aşmış durumda. Eğitim, kültür, yayıncılık ve hukuk alanlarında devletten bağımsız örgütlenmeler giderek kuvvetleniyor. b) Hukuk devletine, "kişiler yerine kuralların egemenliği"ne doğru gidiş hızlanıyor.
c) Şimdilik yönetimin en alt kademeleri için
seçim yapılmakta. Ancak seçim yönteminin yukarı kademelere doğru yayılması eğilimi de görülüyor. d) Tiananmen olayları sırasında yüzlerce, kimi tahminlere göre 2 bin öğrencinin öldürülmesiyle sonuçlanan olaylar, komünist rejimin ideolojik meşruiyetini çökertti. Devletin meşruiyetini yeni bir ideolojiye dayandırma ihtiyacı var. Çağdaş dünyada bu, demokrasiden başkası olamaz.
Bu "temkinli iyimser" görüşün sahiplerine göre, şimdilerde sıradan Çinliler devlet denetiminden ve otokratik yönetimden duydukları hoşnutsuzluğu ifade ediyorlar. Ancak hoşnutsuzluklarıyla, demokrasinin çare olabileceği fikri arasında bir ilişki kurabilmiş değiller. Bunun için Çin'deki demokratlara büyük görev düşmekte. Demokratik ideal ve ilkelerin, çatışan çıkarlar sorununu nasıl çözebileceğini topluma anlatabilmeliler.
1989 Demokrasi hareketinin önde gelen liderlerinden olup, uzun yıllar hapis yattıktan sonra 1994'te ABD'ye göçmesine izin verilen Juntao Wang'a göre, eğer demokrasiye inan aydınlar bunu başaramazlarsa, Çin'de demokrasi rakiplerinden birine yenik düşebilir (Bkz Journal of Democracy, Ocak 1998).
Bazı gözlemcilere göre Çin'de rejimin geleceği Başbakan Zhu Rogji'nin liderliğindeki reformcu kanat ile, Ulusal Halk Kongresi (Meclis) başkanı ve eski başbakan Li Peng'in başında olduğu tutucu kanat arasındaki mücadelenin sonucuna bağlı. Li, 1989'daki Tiananmen öğrenci gösterilerinin bastırılmasındaki rolüyle tanınıyor.
Reformcular Dünya Ticaret Örgütü'ne katılarak dünyaya açılmayı sürdürmek istiyor. Bu amaçla Başbakan Zhu, Başkan Clinton'a gümrükleri indirme ve güvenlik nedeniyle kapalı tutulan çeşitli sektörleri yabancı rekabete açma vaadinde bulundu. Tutucular ise milli çıkarlara aykırı olduğu gerekçesiyle DTÖ üyeliği için verilecek tavizlere karşı çıkıyor, mümkünse Zhu'nun istifasını sağlamak istiyor.
7 - 10 Nisan 1999 tarihlerinde Washington'a yaptığı ziyaret sırasında ABD yönetimini Çin'in DTÖ üyeliğine yeşil ışık yakmaya razı etmeyi başaramaması üzerine Başbakan Zhu'ya yönelen eleştiriler resmi basına da yansıdı. Cumhurbaşkanı Jiang'ın Başbakan Zhu ile arasına mesafe koyduğu yorumları yapılır oldu.
7 Mayıs günü NATO'ya bağlı Amerikan uçaklarının Belgrad'daki Çin büyükelçiliğini bombalayarak Çinli 3 gazetecinin ölümüne neden olmalarından sonra, eleştiri okları doğrudan Çin'in açıklık politikasını hedef almaya başladı. DTÖ anlaşmasının yasama organından geçirilmesi şartını kabul ettiren tutucu kanadın lideri Li Peng, bombalamayı protesto konusunda bütün öteki liderlerden daha ileri gitti. Bombalama vakasıyla başlayan gelişmelerin, Çin yönetimindeki mücadelede reformcu kanadın zayıflamasına neden olabileceği yorumları yapılıyor (Bkz. International Institute for Strategic Studies, Strategic Comments, "Sino - American Tensions", June 1999.)
Son gelişmeler tutucu kanada güç vermişe benziyorsa da reformcu kanat duruma hakim görülüyor. Ancak, mücadelenin sonucunu önümüzdeki dönemde Çin - ABD ilişkilerinin alacağı biçim belirleyebilir. Her ne kadar Belgrad olayı, ABD'ye ve genel olarak Batı'ya karşı milliyetçi tepkileri ateşlemiş ise de, Çinlilerin çoğunun Batı kültürüne ve Batılı mallarına zaafı sürüyor. Çin'e giden her yabancı bunu görebilir.
Cumhurbaşkanı Jiang Zemin gibi ortayolcu liderler, ABD ile iyi ilişkiler sürdürmenin reform politikalarının geleceği bakımından arzettiği önemin, herşeyden önce Amerikan pazarının Çin ihraç ürünleri bakımından değerinin bilincinde. 1998 yılında Çin, ABD'ye 70 milyar doların üzerinde ihracat yaptı. Bu Çin'in toplam ihracatının
yüzde 40'ına tekabül ediyordu. İhraç malları üreten sanayiler ve yöreler, ABD ile iyi ilişkilerden yana güçlü bir lobi oluşturmakta.
Pekin yönetimi Çin'in ne ABD ile bir silahlanma yarışına girebilecek kadar zengin, ne de gerekli teknolojiye sahip olduğunun da farkında. Çin'in askeri bütçesi 1998'de en çok 35 milyar dolarla ABD'nin 278 milyarlık dolarlık bütçesinin hayli gerisindeydi.
Çin, ABD tarafından "kuşatılma" endişesinde
Son yirmi yıldır Asya'da barış ve ekonomik kalkınmayı vurgulayan Çinli stratejistler arasında, ABD'nin Çin'e karşı bir "kuşatma" politikası izlediği kaygısı yayılıyor. ABD'nin (Çin'in bir parçası saydığı) Tayvan'a silah satması, Çin'in komşularıyla askeri işbirliğini güçlendirmesi, Japonya'yı ve belki Tayvan'ı da kapsayacak bir füze savunma sistemi kurma yönünde attığı adımlar Çin'i endişelendiriyor. 1970'ler ve 1980'lerde egemen olan, Sovyetler'e karşı ABD - Çin yakınlaşmasının yerine, ABD'ye karşı Çin - Rus yakınlaşması filizlenmekte.
China Daily gazetesinde 14 Haziran günü yayımlanan "ABD'nin Avrasya egemenliği bir hayal" başlıklı makale, Çin yönetiminin yeni stratejik bakış açısı bakımından son derece dikkate değerdi. Aynen aktarıyorum:
"NATO'nun ABD önderliğindeki Yugoslavya müdahalesi, ittifakın 21. yüzyıl için belirlediği Yeni Strateji, yeni ABD - Japonya Güvenlik Savunma İşbirliği İlkeleri, ABD'nin hegemonya kurmaya yönelik niyetlerini ortaya koyuyor.
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ABD tek kutuplu bir dünya kurmanın peşinde. İzlenen teoriye göre, 21. Yüzyılda bütün dünya ABD'nin değerlerini benimsemeli. Bunun için ABD, Zbigniew Brzezinski'nin Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında önerdiği üzere tüm Avrasya'yı denetimi altına almayı hedefliyor. Çünkü: 1) Bu bölge dünya nüfusunun yüzde 75'ini ve dünya zenginliklerinin yüzde 60'ını barındırıyor. 2) Avrasya, Amerikan hegemonyasına meydan okuyacak bir rakibin çıkabileceği tek bölge. ABD Savunma Bakanlığı'na göre, '2015 yılına kadar ABD ile boy ölçüşecek güçte bir devletin ortaya çıkması kuvvetle muhtemel. Bu devlet Çin ve Rusya'dan biri olabilir.' Bunun için ABD, Çin'I kuşatması ve Rusya'nın yeniden bir süperdevlet olarak ortaya çıkmasını engelleme peşinde. 3) Avrasya'nın doğusu ile batısı arasında karmaşık dinsel, etnik ve sınırlarla ilgili uyuşmazlıklar var. Bunlar ABD'nin hegemonyasını tehdit edebileceği gibi, ABD'ye 'yeni müdahaleciliğini' ilerletmesi için bir bahane sağlayabilir. 4) Bu bölge aynı zamanda Amerikan stratejisinin candamarı olan zengin doğal kaynakları kapsamakta.
Avrasya'nın ve giderek bütün dünyanın denetemini ele geçirmek için ABD şunları yapıyor: 1) NATO'yu doğuya doğru genişleterek Rusya'nın stratejik alanını daraltıyor. NATO'nun yeni stratejisi ittifaka savunma değil saldırı ittifakı niteliği kazandırıyor. 2) Yeni kabul edilen ABD - Japonya Güvenlik Savunma İşbirliği İlkeleri, iki ülke arasındaki askeri işbirliğini ilerletti. İki ülke Tayvan'ı da kapsayacak bir füze savunma sistemi geliştirmekteler (Theatre Missile Defence / TMD) ABD Japonya ve başka bazı Asya ülkeleriyle Asya'ya özgü bir NATO kurma peşinde. 3) ABD'de bazı kimseler son zamanlarda Çin'I siyasi, ekonomik ve askeri bakımdan kuşatma altına almak için büyük çaba harcıyor.
ABD önderliğinde yeni bir dünya düzeni fikri şimdiden bütün dünyada cazibesini kaybetti. Çok kutuplu bir dünya talebi, Avrasya'da barışçı ve hegemonyaya karşı çıkan bir gücün doğmasına yol açacak. ABD'nin Avrasya'ya egemenliği bir hayal."
Yarın: Çin'in bölünme korkusu