The Others Rusya, Latin Amerika'ya döndü...

Rusya, Latin Amerika'ya döndü...

02.03.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Rusya, Latin Amerika'ya döndü...

Rusya, Latin Amerikaya döndü...

Bilkent için Oxford'u bırakan ünlü tarihçi Prof. Norman Stone

Komünizm, her zaman bir mafya operasyonu gibiydi. Bugünkü mafya, komünizm sonrası dönemin bir ürünü değil.

İngiliz tarihçi ve Rusya uzmanı profesör Norman Stone, 13 yıldır modern tarih hocalığı yaptığı Oxford Üniversitesi'nden ayrılıp Ankara'da Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nün başına geçti. Burada bir Türk - Rus Enstitüsü kurmaya hazırlanıyor... 1995'ten beri Ankara'ya gelip giden Profesör Stone, Türkiye'ye yerleşmeye karar verince, bu fikri İngiliz akademik çevrelerinde hayret ve küçümseme ile karşılanmıştı. Körfez Savaşı sırasında İngiliz medyasındaki yorumlarıyla kamuoyunca da tanınan Stone'un kararı, İngiliz basınına da konu oldu. Örneğin, 1 milyon tirajlı ciddi Daily Telegraph, onun, "Ankara'da uçaktan indiğimde evime geldiğimi anladım" cümlesini başlığında kullandı... Akademik yayınlarıyla olduğu kadar gazete makaleleriyle de ünlü Prof. Stone, Fransızca, Almanca, Rusça biliyor. Macarca, İtalyanca ve Lehçe 'anlıyor'... Başta, "Doğu Cephesi: 1914 - 17" ve "Değişen Avrupa (Europe Transformed) 1878 - 1919" gibi temel klasik eserleriyle ve diğer yayınlarıyla Avrupa'nın önde gelen tarihçilerinden olan Prof. Stone'a, Rusya ve Türkiye'ye ilişkin görüşlerini sordum.

- Rusya, 1989'dan beri çok büyük bir değişim içinde. İyiye doğru mu sizce?
Rusya, 1989'a bakışla çok daha zayıf... 1914'te Birinci Dünya Savaşı'nda Rusya fazla güçlendi diye Almanya, ona savaş açmıştı. Yaklaşık bir yüzyıl sonra bugünkü Rusya'nın her tarafı dökülüyor. Uluslararası Para Fonu IMF yardım etmeden Rusya'nın ayakta durması mümkün değil. Ama bu yardım ne oluyor? Parayı hemen Kıbrıs Rum kesimine veya İsviçre'ye aktarıyorlar.
- Kim aktarıyor? Mafya mı?
Rusya, bir Latin Amerika ülkesine döndü. Mafya hep vardı. Şimdi ise devlet çözülüyor. Rusya, bir eliyle yardım alıp öbür eliyle başkasına veren biri gibi.
- Ya uluslararası alanda? Rusya hala güçlü değil mi? Son Irak bunalımında Amerika'ya kafa tutmadı mı?
Rusya hala İkinci Dünya Savaşı ertesine rastlayan tuhaf bir düzenlemeden yararlanıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesinden biri Rusya. Nasıl ki İngiltere, savaş dönemi ve sonrasındaki gücünde değil artık, Rusya da aynen öyle. Ama ikisi de hala Güvenlik Konseyi üyesi. Ve dünyanın kaderine hükmediyorlar. Veto hakları var.
- Rusya'nın geleceği ise Yeltsin'in sağlığına bağlı sayılmaz mı? Onu kim izleyebilir? Bu yeni kişi ile Rusya'nın yönü değişir mi?
Yeltsin hala hayatta mı sizce?.. Yeltsin'den sonra ne olur, bilmiyorum... Çünkü Rusya, artık üzerinde tahmin yürütülemeyecek bir ülke oldu. 1991'de Gorbaçov'a yönelik darbe girişiminin başarıya ulaşamayacağına emindim. Nitekim öyle de oldu. "Gorby, Cuma günü işinin başına dönecek" dedim. O gün değil ama ertesi gün döndü. Bir günlük bir yanılma... Ama bugün için bir tahmin mümkün değil.
- Neden ama? Belli göstergeler yok mu?
Yeltsin'in, kendisine kafa tutan parlamentoyu topa tutacağını hiç ummamıştım. Bu yüzden de Rusya'nın geleceği hakkında tahminde bulunamıyorum. Ama şu, dikkat çekici: Rusya'da serbest piyasa ekonomisine yandaş olanlar önce parlıyor sonra sönüyor. Önleri açılmıyor. Bir kenara itiliyorlar.
- Bu acaba, komünist yönetimin en azından bazı uygulamalarına geri dönme arzusunun bir belirtisi mi?
Rusya, hiç bir zaman komünist uygulamalardan vazgeçmedi ki... Komünizm her zaman bir mafya operasyonu gibiydi. Bugünkü mafya, komünizm sonrası dönemin bir ürünü değil. Bir de şu var: Eski Doğu Bloku ülkelerinden ortodoksluğu benimseyenler, Batı Avrupa tipi demokrasiye o kadar alışamadı. Bu biraz Huntingtonvari bir izlenim. Eski Doğu Bloku ve demokrasi denilince akla Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Sırbistan, Beyaz Rusya ve Rusya'da yaşanan sorunlar geliyor. Rusya'nın, Gorbaçov'dan sonra sorunlarını çözmesi beklenirdi.
- Türkiye ile Rusya, çağdaşlaşma sorunları yaşıyor. Bir karşılaştırma yapsanız?
Türkiye'nin sorunları, Rusya'nınkilere bakışla çok daha kolay çözülecek nitelikte. Eğer 1923'ten bugüne Türkiye'nin gelişme çizgisine bakarsanız içiniz ferahlar. Bu, sürekli yükselen bir çizgidir. 1923'te eğer dört ayağı da yere basan, dingildemeyen bir masa isteseniz bunu size azınlıklar yapar getirirdi. Şimdi Türkiye'de artık faks makinası bile üretiliyor... 1960'da Türkiye fındık ihraç ediyordu. Şimdi ekonomisi İsveç'inkini geçti. Gerilik bir Osmanlı hastalığıydı. Artık Türkiye için böyle bir sorun yoktur. Türkiye'de ortalama insan ömrü 68 yılken, Rusya'da 54'e geriledi.
- Yani bütün karşılaştırma bundan mı ibaret?
15 Ekim 1552, Türk tarihinde önemli bir dönem noktası. O gün Rus Çarı İvan, Türklerin Rusya'daki Kazan kentini ele geçirdi. O günden itibaren Türkler için gerileme başladı. Kafkaslar'dan, Balkanlar'dan, Kırım'dan atıldılar. Bu uzun gerileme döneminde Türklerin ileriye adım attıkları da oldu. Örneğin Kırım Savaşı'nda. Ama genellikle hep gerilediler. Ve bugüne geldik. Yine de, Rusya'nın bugünkü haline bakışla, Kazan halkı yeniden Türk egemenliği altında yaşamaya can atar halde. Türkler, kendilerini Almanya ile karşılaştıracaklarına, Rusya ile karşılaştırsalar nereden kalkıp nereye geldiklerini daha iyi görürler.
- Rusya için Avrupa'nın Hasta Adamı deniliyor. Bu, insafsızca bir değerlendirme değil mi?
Türkiye, kalkıp ilerlemeye hazır bir ülke. Rusya gerçekten hasta adam. Bunu, Türkiye ile Rusya arasındaki ticari trafikte görüyoruz. Karadeniz kıyı yolu normal trafiğe neredeyse kapalı. Kafkasya ve Rusya'dan gelip Türkiye'den tonla mal alıyorlar. Türk girişimciler Rusya'nın her tarafında. Hele inşaat sektöründe... Şimdi şu anlaşıldı: Türkler iyi iş adamı oluyor. Oysa eskiden Türkler iş adamlığından anlamazdı.
- Türkiye ile Rusya arasındaki ilişki sürekli gelişiyor. Bir Türk - Rus Enstitüsü, Türklerin Rusları anlamasına her halde daha da yardımcı olur?
Türkler, Rusları gerçekten tanımıyor. Hele Sovyetler Birliği kurulduktan sonra kuşaklar boyunca Türklerin Rusça öğrenmesine Rusları tanımasına izin yoktu. Ankara'daki dil öğretmenlerine bile polis, zanlı muamelesi yapıyordu. Bunu anlamak kolay. Sovyetler Birliği, Türkiye'ye fazla yakındı. Türkiye ise Sovyet tehdidine çok açıktı. O kadar ki Türkiye, Sovyet tehdidinden kıl payı kurtulmuştur. 1920'lerde Türkiye, Lenin'in müttefiğiydi. Yöneticiler ne yaptıklarını bilmeseler, zaaf gösterseler Türkiye, yeni Sovyetler Birliği'nin egemenliği altına bile girebilirdi. Bence, zayıf bir konumdayken komünistlerle ilişki kurarak güçlü konuma geçebilen sadece iki Batılı devlet adamı vardır: de Gaulle ve Kemal Atatürk. İkisi de komünistlere taviz verir gibi yaptı. Ama gerçek gücü daima kendilerine sakladı. Ve uygun zamanda da darbeyi indirdi.
- Atatürk, komünistlerle bu dengeyi kuramasaydı diye hayali bir soru sorsak?
Atatürk'un liderliği olmasaydı ne mi olurdu? Batı Anadolu'da mini bir Yunan devleti kurulacaktı. Ermenistan ve Kürdistan kurulacaktı. Anadolu'da ise Sovyet egemenliği altında bir Anadolu Halk Cumhuriyeti. Yani, Kafkas Cumhuriyetlerinin en güney ucu Anadolu'ya kadar inecekti. Sonra ne olurdu?.. Kestirmek güç. Ama, bağımsızlık olmazdı. Bu kesin.
- Türk - Rus ilişkileri karşılıklı güvensizlik nedeniyle neredeyse 70 yıl hep soğuk sürdü.
Bu, Türkiye'de kendisini, Rus araştırmaları ve diline karşı durma şeklinde gösterdi. Rusya konusunda pek az uzman yetişti. Onlar da hiç teşvik edilmedi. Ama bugün bambaşka bir durum var. Bilkent'teki öğrencilerin Rusça öğrenmeye hevesli olduklarını görüyorum. İngilizceden sonra en popüler dil Rusça. Bilkent'te ayrıca Orta Asya'dan, Kafkasya'dan Kırım'dan Türk kökenli öğrenciler var. Eski Sovyetler Birliği'ni merak ediyorlar.
- Bilkent Türk - Rus Enstitüsü, o halde ikili ilişkiye katkıda bulunmak için en önemli akademik adım olacak?
Türkiye, güçlü bir Rus ve hatta Ukrayna araştırmaları merkezi olabilir. Böyle bir girişim, siyasi ve ekonomik ilişkileri daha da canlandırır. Eskiden Sovyetler Birliği, kültürü bir propoganda silahı olarak kullanırdı. Bunu, muhaliflerini ülke içinde tutmak için Batı'dan para sızdırma aracı olarak kullanırdı. Şimdi durum farklı. Aklı başında Ruslar, kültürü ülkelerinde değil ülkelerinin dışında öğrenmek istiyor. Bu ülkelerden biri Türkiye olabilir.

- Bir Türk - Rus Enstitüsü fikri nasıl doğdu?
1995 Nisan ayında Ankara'da Bilkent Üniversitesi'nde toplanan bir Bosna Hersek Konferansı'na katıldım. Bilkent Rektörü Ali Doğramacı ile konuşurken, Doğramacı bana, böyle bir enstitü kurup kuramayacağımı sordu. Ankara'yı sevmiştim. Çok ilgilendim. İngiltere'den Ankara'ya taşınmam da mümkündü. Oğlum 13 yaşındaydı. Yatılı okula gitmek üzereydi. Oxford Üniversitesi de bana 55 yaşımda erken emekli olma fırsatı tanıdı... Burada kuracağımız enstitü ile, Türklerle Rusların birbirlerini tanımalarını sağlayacağız. Komşuların tanışması artık gecikmemeli.
- Oxford gibi dünya üniversitelerinin birinci liginde üst sırada bir kurumu bırakıp Türkiye'ye gelmenizi nasıl karşıladılar?
Tuhaf buldular tabii... Ama Türkiye'yi seçmekle ne kadar haklı olduğumu düşünüyorum. Türkiye, gelişmekte olan ülkeler arasında en başarılı olanı. Üstelik bunu, çalışma kampları kurmadan veya modernleşme adına başka türlü sömürülere başvurmadan, savaşmadan yaptı.
- Ankara'daki çalışma ortamını Oxford'la karşılaştırsanız?
Bilkent kütüphanesi her hangi bir kitabı dünyanın her hangi bir yerinden kolayca getirtiyor. Öğrenciler çok çok parlak. Türkiye, öğrencilik yıllarımı geçirdiğim eski İngiltere'nin değer yargılarını hala koruyor. Örneğin insanlar arasında saygı, dayanışma, muhabbet var... İngiltere'yi bırakıp da Türkiye'ye geldiğim için saniyenin binde biri kadar bile pişman olmadım.