The Others Sanat gündelik hayata girmeli

Sanat gündelik hayata girmeli

30.04.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sanat gündelik hayata girmeli

Sanat gündelik hayata girmeli

Karikatürcü, ressam Mahmut Karatoprak sanatı kanıksayacağımız günleri düşlüyor


Karikatür, grafik, el sanatları ve gerçeküstü resim, Mahmut Karatoprak için tek bir dil oluşturuyor. 1953 Kayseri doğumlu sanatçı İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar grafik bölümü mezunu. Hürriyet gazetesi bünyesinde, Çarşaf ve Çivi dergilerinde uzun yıllar karikatürist olarak çalışmış ve uluslararası ödüller kazanmış.
15 yıllık Almanya serüveni, Hörzu televizyon dergisinde karikatür çizerek, kitap illüstrasyonları yaparak ve Frankfurt'ta bol resim sergisi açarak geçmiş.
Şimdi gene Türkiye'de, Milliyet'in çizerleri arasına katıldı. Karikatürlerini tanımak için her hafta sonu Milliyet Pazar'ı açmanız yeterli. Resimlerini tanımak için, İstanbul'da Contemporary Art Marketing C.A.M. Galeri'de 28 Mayıs'a kadar sürecek sergisini görmeniz gerekiyor.


*Çocuksu, masalsı, muzip bir hayal gücünüz var. Şaşırmayı ve şaşırtmayı hep sevdiniz mi?
Zaten karikatürün nüvesinde abartı ve fantazi vardır. Her tür abartıya açıktır karikatür. Herhalde oradan kaynaklanıyor biraz. Bu haliyle resime de yansıyor. Karikatürlerimde biraz yaramazlık, muzırlık olduğu doğru. Belki yapıyla da ilgili. Ben çocukken de şakalar yapıp uzaktan seyreden biriydim. Sırf dil ya da durum komikliğinden ziyade, uzun vadeli şakaları sevdim hep; satrançta safhalar hazırlayıp sonra bir netice yapmak gibi. Yahut çocukken paraya ip bağlayıp, duvar arkasından birinin geçmesini bekler ya insan, vay para! deyince de ipi çekersiniz. Bu işin keyifli tarafı. Ama bir de fikir vermek tarafı var tabii.
*Ustanız saydığınız kimler vardı karikatürde?
Beni cesaretlendiren ve çizdiklerime değer veren, hoca ya da ağabey saydığım kişiler arasında Nehar Tüblek, Semih Balcıoğlu ve Turhan Selçuk başta gelir.
*Nedir o kuşağın en büyük özelliği?
Bence onlar ikinci kuşak sayılır. Cemal Nadir ve Ramiz'den sonra karikatürü bir meslek kılan, yazı işlerinde önemini kabul ettiren, karikatürün yayılmasını sağlayan ve o kapıyı açan insanlar. Bizler daha sonra onun rahatlığını yaşadık. Ama biz başlarken de büyük bir pazarı yoktu bu işin şimdiki gibi; bizim kuşak biraz kapının önünde sıkışmıştı, yayın çok azdı. Biz de ustalara öykünerek kalabalıklaştık. Mesela Çarşaf, kapaklarında politikti, ama ben daha ziyade günlük politika dışında, daha insanları yormayan tarzda çiziyordum.
*Şimdiki genç kuşaklardan farkınız?
Bizim kuşağın dergide çalışan karikatürcüleri için bir yığın kıstas vardı, çok ince eler sık dokurduk. Mesela argo yahut küfür kullanmak konusunda tabular vardı. Şimdiki çizerlerin öyle bir endişesi yok.
*Cinsellik mi daha çok girdi karikatüre şimdi mesela? Muhalif yan daha ön planda..bunu bir gelişme sayabilir miyiz?
İnsanları olduğu gibi kabul etmek, edeplerini ya da dünya görüşlerini kendilerine bırakmak anlamında düşünürsek, gelişme tabii. Ama bana çok cazip gelmiyor, bazı şeyleri de izleyicinin hayaline bırakmak, seviyeyi biraz muhafaza etmek lazım, çünkü adı üzerinde, güzel sanatlar var işin içerisinde...
*Sizin için en önemli ödülünüz hangisiydi?
İlkiydi, Marostica'da, İtalya'da aldığım ödül. Daha karikatürden yeni para kazanmaya başlamıştım, beni çok yüreklendirdi. Bir general çizmiştim, apoletleri mezar olmuş..savaşa karşı, insanların silah karşısındaki çaresizliğini vermeye çalışmıştım.
*Simavi Vakfı Özel ödülünü aldığınız karikatür neydi, 1986'da?
Bir kral boğuluyordu, ona merasimle cankurtaran simidi atıyorladı; papazlar, bandolar, borazanlar...ağdalı bir şekilde, kadife yastıklar üzerinde can simidi geliyor, kral suya düşmüş çırpınıyor.
*1980 sonu Almanyaya gittiniz..daha önceki o korkunç yıllarda boğucu geliyor muydu Türkiye?
Tabii, dışarıya çıkamıyorduk. Herşey donmuştu, hayat durmuş, saat ilerlemiyor gibiydi, hiç bir şey düşünmememiz lazım, herşeyi buzdolabına kaldırmamız lazım gibi bir duygu hakimdi.
*Başınız derde girdi mi? serde solculuk var mıydı?
Ben her zaman sosyal demokrat oldum. Fanatik bir tarafım hiç olmadı. İşin içerisine fanatizm girdi mi, insan mantığından biraz uzaklaşıyor. Olaları hep bir metre uzaktan izleyen bir yapıdayım.
*Almanya'dan bakışla nasıl göründü Türkiye?
Dünya kadar çözülecek sorunumuz var. Buradaki bir yığın değer yargımızın orada sırıttığını gördüm. İnsan haklarını, insanların yaşamına fazla müdahale edilmemesi gerektiğini, bireylerin kendilerini sonuna kadar ifade etmek özgürlüğüne sahip olduklarını gördüm, hem de çok doğal, çok kendiliğinden bir hak olarak. Herkes birey olarak kendine karşı sorumlu, sonra toplumuna sorumlu. Mesela Türkiye'de niçin "sanata evet" diye bir eylem yapılması gerekti? Ne kadar gerilik...bizi sanata evet demek zorunda bırakarak, aslında başarmış oluyorlar, böyle bir şeye gerek bile duyulmamalı.
*Sanat hayatı açısından en çarpıcı fark nedir Avrupayla aramızda?
Oradaki sanat faaliyetlerinde, sanatın rengi şekli ya da biçimi ne olursa olsun, günlük hayata ve kitlelere daha yaygın girmiş durumda; herkesin elinin altında sanat, ulaşımı daha kolay. Sanat hayatın içine girmiş. Bizde hala belirli kesimlere sınırlı gibi sanat. Avrupa'da ise sanat artık harcıalem bir şey, insanlar sanatı birbirlerine yaklaşma aracı olarak kullanıyorlar, paylaşıyorlar, sanatçıya kolayca yaklaşabiliyorlar, neredeyse herkes kendini eleştirmen gibi görüyor, tartışıyor da sizinle, beğenmediğini söylüyor, kaynaşıyor; paylaşmaktan biraz da bunu kastediyorum.
*Serginizdeki resimlerde grafik ve desen olarak çok incelmiş Avrupa etkileri var; Art Nouveau, Orta ve Kuzey Avrupa illüstrasyon geleneği gibi izler var. Bu nasıl gelişti?
Yurtdışında olmanın avantajı vardı tabii. Çok müze ve galeri gezdim, çok gözlem yaptım, hep o mutfaktaydım. Her sene Frankfurt'ta kitap fuarı gibi sanat fuarı oluyor, hiç bir zaman kaçırmadım.
*Dünyaya bu masalsı bakışınız hep var mıydı?
Evet. Karikatürdeki o hinliğin resimdeki izi bu. Duvarın arkasındakini de ortaya çıkartma ihtiyacı; bir kural ya da perspektif sizi sınırlıyorsa, hemen o duvarın arkasına geçiyorsunuz, duvarın arkasında bir sandalye varsa onu alıp önüne koyuyorsunuz. Kafamdan geçen herşeyi paylaşmak istiyorum. Bir de herkes bağırarak konuşuyor bugün sanatta, ben ferahlık arıyorum. Detay benim için önemli. Duruşunu ve şeklini sevdiğim şeyler önemli. Onlar beni günlük hayatımdan çıkartıp şiirsel ve biraz mistik bir havaya sokuyor. İçimde yaşayan yahut kullanarak yıprattığım şeyleri gözümün önünde görmek istiyorum, ama birbirini kapatmadan.
*Anadolu Selçuklu, Osmanlı kültür mirasından izler de var. İncelediğiniz bir alan mı bu?
Evet, boşandığım eşimin annesi, kayınvalidem Azade Akar Türk süsleme sanatıyla, minyatürle çok ilgilidir, kitapları da çıktı Amerika'da, rahmetli Süheyl Ünver'in öğrencisiydi, onun çok etkisi oldu üzerimde; zaten doğduğum büyüdüğüm yerler, Kayseri ve civarı, sırf Selçuklu kümbetleriydi, Anadolu halk sanatının çok yoğun yapıldığı, ilk tıp fakültesinin olduğu bir şehir, iki tane etnografya müzesi var, ben müzeden çıkmazdım çocukken; arkadaşlarım sinemaya girderdi, ben müzeye. Cami girişlerindeki taş içiliği ve detayların her dakika farkındaydım, çizer ve saklardım. Bu mirası İstanbul'a taşıdım, oradaki okul birikimi ve piyasa deneyimine bu sefer Almanya'da, Avrupa'da öğrendiklerimi ekledim. Ben sanatta çok mülkiyetçi değilim, "bu benim, başkasının değil" diye bir yaklaşımım yok; ayrı tadlar bir tencerede iyi bir yemek oldu galiba.
*Kullandığınız ahşap eşya çerçevelere de bakılırsa, dekoratif olmaktan korkmuyorsunuz?
Hayır hiç öyle bir endişem yok.
*Kayseri'nin bugün Refah Partisi'nin gücüyle ve film yasaklamayla tanınan bir yer olması sizi üzüyor mu?
Kayseri hep tutucuydu ama ben Kayseri'yi çok severim. Büyük bir metropolle tabii ki kıyaslanamaz. Orada bir yığın küçük küçük çerçeveler vardır; ben o küçük çerçevelerin içinde hep atlayarak büyüdüm. Hepsi beni bağlayıcı çerçevelerdi. Hep yanlışları bilerek, bu yanlış diyerek büyüdüm. Ama o çerçevelerin içinde de yaşamam ve büyümem gerekiyordu. Gizli saklı resim yapardım. Kömürlükte resim çizerdim. Tabii ki insanların birbiren daha kolay tahammül ettiği bir yerde büyümek isterdim. Ama oradaki on kişiden sekizi bundan memnunsa, söyleyecek bir şey kalmıyor. Sadece siz o iki kişiden birisi olarak şehrinizi özetleyerek gidip geliyorsunuz.
*Hoşgörüde yol katettik mi?
Bugün biraz daha farklı tabii. İnsanlar en azından birbirini dinliyorlar. Kavga etseler bile birbirlerine daha çok tahammül ediyorlar, onu gördüm Almanya'dan döndükten sonra. Açık oturumlarda insanların birbirini dinlediğini hatta bazen hak verdiğini görmeye başladım. Eskiden kavganın bile kuralını bilmiyordu insanlar. Bir başka büyük fark da ileri teknolojiyi insanların giderek daha çok benimsemesi, gündelik hayatına sokması. Bu büyük bir aşama. Umarım bir gün sanat da aynı ölçüde gündelik hayatımıza girsin...

Gerçeküstü bir dönüşümler dünyasındayız. Sonsuzluk simgesi selvi ağacı, bir bakmışsınız dolma kalem ya da resim fırçası olmuş; ama dolma kalem de her an bir balığa dönüşebilir.
Geleneksel hat sanatının artık okuyamadığımız metinlerine takılabilirsiniz; yahut metinlerini unuttuğunuz masalların illüstrasyonları sizi kucaklar. Bir Osmanlı minyatürünün sayfalarına bir Grimm kardeşler masal kitabı karışmıştır sanki. Modernist sanatçılar natürmort'larında hep ressam stüdyosunu ayrıcalıklı kılmışlardır; Mahmut Karatoprak ise hayal gücünün büyülü eşyasını seriyor önünüze.
Gündelik hayatın nesnelerini sanatlaştıran, sanat tarihinin klasikleşmiş nesnelerini de güncelleştiren ahşap çerçeveli bir dekorda, yazarını arayan karaterlere dönüşürsünüz adeta.
Aynı şaşırtıcı imgelem, onun karikatürlerinde de var. İçtiğiniz piponun ucunda duman diliyle haberleşen bir kızılderi bulabileceğiniz, televizyonun karşısında ayağınızı uzattığınız kaplan derisinin aniden canlanıp sizi yutabelceği bir karikatür dünyası bu. Ya da bir galericinin gösterdiği çerçeveye "Picasso mu?" diye sorduğunuzda "Hayır, ayna" cevabı alabilirsiniz.
Özetle, olağanı olağandışı kılmak, olağandışı olanı da olağan göstermek, Mahmut Karatoprak'ın imzası.