The Others Sanat moda olmamalı

Sanat moda olmamalı

22.11.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sanat moda olmamalı

Sanat moda olmamalı

Yaşar Kemal'in yeni romanı Fıratın Suyu Kan Akıyor Baksana, yarın Milliyet'te yayınlanmaya başlıyor. Onun kitaplarında bugüne kadar tanıdığımız düşler ve mücadeleler diyarı Çukurova bu kez arka planda; yazar, her zaman kendine kaynak aldığı destan geleneğinin atası Homeros'un ülkesine uzanmış bu kez. Kan gibi akan Fırat'ın suyundan Sakarya'ya, Kurtuluş Savaşı'na, Batı Anadolu'nun dönüşümünden, günümüz İstanbul'una kadar gelen bir serüvene dalmış. Ama Yaşar Kemal'in derin temalarını, bir mecburiyet gibi karşımıza çıkan şiddeti ve insan ruhunun direncini bu kitapta da buluyoruz. Söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye'nin kültür tarihini ve romancılığın kaynaklarını konuştuk.
*Türkiye bazı kültür zenginliklerini kaybetti. Sizce 1908'de yahut daha sonra yeni bir birlikte yaşama modeli kurma şansı var mıydı? Yeni romanınızda biraz da bu şansın kaçırılışını anlatmıyor musunuz? Derindeki politik/tarihsel motif bu mu?
1908'deki Genç Kalemler'le başlayan dil arınması hareketi önemli bir hareketti, Osmanlı'dan Türklüğe dönüş. O yıllarda Türkçe'ye, Türk tarihine, kültürüne dönüş Turancılıkla karıştırıldı, bu da bir ırkçılığa dönüştü. Bu ırkçılık da Türkiye'ye çok zarar verdi, daha da veriyor. Oysa Türkçe'ye, Türk kültürüne, daha doğrusu Anadolu Türk kültürüne dönüş bir ulus yaratmak çabasıydı. Bu çaba Türk dilini geliştirdi. Bu yüzden büyük şairler, yazarlar kazandı Türkiye.
Oysa Anadolu birçok kültürden oluşmuş bir toprak parçasıydı. Tarih boyunca bu kültürler ve insanlık kültürleri hep birbirlerini beslemişlerdi. Bu yüzden de Anadolu kültürleri insanlık kültürüne kaynaklık eden kültürlerden biri olmuştu. Cumhuriyet çağında Türk kültürüne açılan kapı öteki Anadolu kültürlerine de açılsaydı kültürler birbirlerini besler, böylelikle Türk kültürü yalnız kalmaz, yakın kültür alışverişleri Anadolu kültürlerini toptan geliştirdiği gibi, Türk kültürünü de daha çok geliştirirdi. Daha bu olanağı yitirmiş değiliz.
Anadolu her zaman bütün kültürleriyle birlik bütünlük göstermiştir. Bu mozayığı bozmak Anadolu kültürüne çok şeye maloldu. 1923'lerden sonra Anadolu Türk kültürüne dönüş çabası 1950'lerde durdu, bu yüzden de dünya kültürüne çok az katkımız oldu. Mozayık kültür sürüp gidebilseydi bugün insanlık kültüründe büyük bir yerimiz olabilirdi.
Yukarıda söylediklerim benim durmadan yazdıklarım, söylediklerim. Romanlardaki derdim başka. Evrensele ancak yerelden ve ulusal kültürlerden gidilir. Bir de kendi özsel kültürününün üstüne, insanlık kültürünü özümsemek var. Yani öykünmemek, özümsemek.
*Sizin romanlarınızı okuyunca, insan devlet - çeteler ilişkisinin hiç de yeni olmadığını anlıyor. Yine de Susurluk sizi şaşırttı mı? Romanlarınızda adeta abartılan bir çürümeyi hayat çoktan aştı...hayat sanatı taklit edebilir mi?
Bu çeteyi 1950'lerden bu yana devlet yarattı gibi geliyor bana. 1950'lerden önce de var mıydı? Kimi olaylar gösteriyor ki vardı. Çeteleşmek bir devlet için bir ölüm kalım sorunudur. Hele bu çağda...Bu ülkenin insanları çetelerin sızdığı bir devlete layık değil. Cumhuriyet kurulurken bu devletin kurucuları çetelerden kurtulmak için büyük bir savaşım verdiler. Çünkü çetelerle birlikte ne bir savaş kazanılır, ne de bir devlet kurulurdu. Kurucular bunun bilincindeydiler. Bugün de çetelerden kurtulacağımızı sanıyorum. Çünkü insanlarımız onuruyla yaşayacak bir devleti hak etmiş insanlardır. Çeteleri ve daha birçok kötülüğü yakınlarda aşacağımıza inanıyorum. Çünkü o boynu bükük sandığımız Anadolu halkı, kadim, köklü kültürüyle birçok kötülüğün, zulmün üstesinden gelmiştir. Bundan sonra da gelecektir. Düşmez kalkmaz bir Allah demişler atalar.
İnsan bir takım kötülükleri zaman içinde sezinliyor da, gerçekle karşılaşınca şaşkınlık içinde kalıyor. Şimdi şaşkınlık içindeyiz, ben de öyle, ne yapacağımızı bilemiyoruz. Ama biz insanlık içinde onurumuzla yaşamaya mecbur bir ülkenin insanlarıyız.
Yaşam çoğu zaman sanata öykünmesini bilmiştir. Derin bir konu. Sanat insanın en büyük gerçeklerinden biridir. O doğaya öykünmez.
*Türkiye'de romanın bugüne kadar genel olarak politika üstüne oturduğu görüşüne katılır mısınız? Politikadan kaçış mümkün mü Türkiye'de roman için?
Romanlarını politika üstüne oturtanlar var. Bunlar beni hiç ilgilendirmiyor. Benim işim bu değil. Roman otursa otursa insancıl gerçeklerin ve yaşamın üstüne oturur. Çünkü insanoğlu başı sıkıştığında, yaşamı güçleştiğinde kendine bir dünya kurar, düş ve mit dünyası yaratır ve o dünyaya sığınır. Kişiler de, toplumlar da aynı şeyi yaparlar. Şimdiye kadar insanoğluna yarattıkları düş, mit dünyaları yardımcı olmuştur.
Benim romanlarım benim kişiliğimin dışında oluşmuyor. Belki ben de onlara sığınıyorum yaşamımı sürdürmek için. Bugünlerdeki savaşımım politikaysa ben politikanın içindeyim. Barışı istemek, insanın insanı sevmesini istemek, insanın insanı öldürmemesini, aşağılamamasını istemek politikaysa eğer, benim romanlarım da politikanın içinde.
*Kendi köklerinize bağlarınız hiç koptu mu?
Kendi köklerimden en küçük bir kopmam olsa, olduğu gün, romanı bıraktığım gün olurdu. Daha yüreğimin kökünde Çukurova toprağı bütün görkemi ve tazeliğiyle, börtü böceği, insanı, diliyle öyle duruyor. Sonuna kadar da böyle duracak. İnsan yılan gibi kabuk değiştiremez. Değiştirdik sananların yazar olarak, her hangi bir şey olduklarını sananların hallerine bir baksana.
*Romanda sizin açtığınız yoldan pek yürüyen çıkmadı; neden?
Niçin benim yolumdan yürüsünler ki, herkesin kendi yolunda yürümesi gerek. Sanat moda olmamalı. Her iyi romancı bir kişiliktir. Bir dili, bir biçimi, içeriği vardır. Bizim gençlerden de kişilikli sesler geliyor.
*Dünyanın ve Türkiye'nin size bakışındaki en büyük farklar nedir?
Öbür ülkeler dedikodu yapmıyorlar. İnsana sövmüyorlar da. Yazarlığa derinlemesine eğiliyorlar.
Elbette, bir Fethi Naci'nin eleştirileri Batılı birçok eleştirmenin eleştirilerinden çok daha ciddi ve emek verilmiş, Batılılardan daha derinlemesine yazılmış eleştiriler.
*Çok gençken gezgin aşık olmakla, yazılı edebiyat arasında zor bir seçim yaptınız. Hiç pişman oldunuz mu?
Bir destan anlatıcısının, halk aşığının yazılı edebiyata geçmesi zor bir iş. Yalnız destan anlatıcılar dili iyi kullanmak zorundalar. Dillerinde her hangi bir aksama olursa halk onları dinlemez, onlarla alay bile ederler. Onun için anlatıcılar ustalarından bir de dili iyi kullanmayı, zenginleştirmeyi öğrenirler. Benim yazılı edebiyata geçişim çok zor oldu, dedim ya, bir de bunun kolaylığı vardı, anlatıcılıkta büyük dil kaynağına ulaşmıştım. Dil kaynağının olması bir romancı için bulunmaz bir nimettir.