The Others Seçimle diktatörlük

Seçimle diktatörlük

17.04.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:

Seçimle diktatörlük

Seçimle diktatörlük

Seçimle diktatörlük
       Türkiye'de demokrasi var, ama liberal değil. Demokrasi tek başına yeterli mi? Giderek daha çok ülke "demokrasiyim" diyor; fakat anayasal liberalizm olmadan bunun fazla bir anlamı var mı?
       ABD'de yayınlanan Foreign Affairs dergisinin yönetmeni Ferit Zekeriya, Kasım - Aralık 1997 sayısında bu soruyu ortaya atalı beri, tartışma büyüyor. Son olarak ırkçı Ulusal Parti ve Le Pen'in güçlenmesiyle Fransa'da gündeme gelen "seçilmiş diktatörler" sorunu ve Türkiye'nin bıçak sırtında yaşadığı Refahyol koalisyonu, birçok ülkenin demokratik kurallara göre seçilen otokratlar tarafından yönetildiğini dünyaya hatırlattı. Fransa'da L'evenement du Jeudi dergisinin Ferit Zekeriya ile yaptığı söyleşiyi ve "liberal olmayan demokrasileri" gösteren dünya turunu ilişikte bulacaksınız.

       Liberal özgürlüklerin olmadığı demokrasi, gerçek demokrasi sayılır mı?
       Aslında bu hiç de yeni bir soru değil. Geçen yıl ölen İngiliz düşünür Sir Isaiah Berlin, hayatını bu konuya adamıştı. Pozitif özgürlük ile negatif özgürlük arasındaki ilintiyi irdeliyordu yazılarında.
       Geçenlerde bu konuyu ele alan Financial Times yorumcusu Edward Mortimer'in hatırlattığı gibi, pozitif özgürlük ise, bireysel haklar, yani her bireye kişisel bir bağımsızlık alanı garanti edilmesi. Bir başka deyişle, klasik anlamda liberalizm.
       Batı demokrasilerinde artık özdeşleşen bu ikili, başka ülkelerde ille de el ele gitmeyebiliyor.
       Türkiye bunun sadece bir örneği. Foreign Affairs dergisi yayın yönetmeni Ferit Zekeriya'ya göre "liberal olmayan demokrasiler" yelpazesinde daha başka ve daha vahim örnekler de var. Mesela İran, Endonezya, Peru, Kazakistan ya da Arjantin.
       Zekeriya'nın tezi gayet basit: Demokrasi dünyada giderek yayılıyor yani çok daha fazla sayıda ülkede hükümetler yönettikleri halk tarafından seçilerek iş başına geliyorlar. Bu memnuniyet verici.
       Ama, diye devam ediyor Zekeriya, demokrasinin böyle yayılması beraberinde anayasal liberalizmi de getirmiyor ne yazık ki. Burada "anayasal" terimiyle hukuk devleti kastediliyor.
       Zekeriya'ya göre demokratik seçimle işbaşına gelen yönetimler kendi güçlerinin anayasal sınırlarını giderek daha fazla çiğniyor, yurttaşlarını temel hak ve özgürlüklerden mahrum ediyorlar.
       Örnek olarak Rusya'da Boris Yeltsin'in ve Arjantin'de Carlos Menem'in parlamentoları saf dışı bırakarak, kanun hükmünde kararnamelerle ülkeyi yönettiklerini belirtiyor. Anayasal denetim kabul etmeyen, mutlak bir yürütme gücü kullanıyorlar. Yani bunlar adeta seçilmiş diktatörler.
       Halbuki liberal demokrasi sadece seçim ve yürütme erki değil aynı zamanda gücün denetlenmesi, hukukun üstünlüğü, yürütme - yargı ve yasama güçlerinin ayrımı, konuşma ve ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, vicdan ve mülkiyet özgürlüğü anlamına geliyor.
       Zekeriya'nın ifadesiyle, Batı'da anayasal liberalizmle bütünleşmiş demokrasi modelinin en iyi simgesi sandık değil, bağımsız yargıç.
       Zekeriya bu tür bağımsızlıkların gözardı edildiği, liberal olmayan demokrasilerin giderek arttığını ve güçlenen bir eğilim haline geldiğini söylüyor. Makalesinin adı da "Liberal Olmayan Demokrasilerin Yükselişi".
       Zekeriya, şu anda Türkiye'yi de saran "parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi" tartışmasını da bu açıdan fazla anlamlı bulmuyor. "Siyasi gücün gasp edilmesi" dediği olayın iki sistemde de cereyan edebileceğini söylüyor. Önemli olan, alternatif güç merkezlerinin, yani bağımsız üniversitelerin, bağımsız mahkemelerin, güçlü yerel yönetimlerin olması.
       Bunlar yoksa ya da zayıfsa, demokrasiyi hiçe sayanların demokratik yoldan iktidara gelmesi işten bile değil.
       Bu konu en taze olarak, ırkçı Ulusal Cephe ve lideri Jean Marie Le Pen'in güçlenmesiyle gündeme geldi.
       L'evenement du Jeudi dergisinin 8 Nisan sayısındaki dosyayı sunan Bernard Poulet yazısına "Demokrasi özgürlükleri yok edebilir mi" sorusuyla başlıyor, Ulusal Cephe'nin tek başına ya da koalisyonla iktidara gelmesi olasılığıyla birlikte, Fransa bu soruyla yüzleşti. Tıpkı Refahyol koalisyonunda Türkiye'de olduğu gibi.
       Sonuç her örnekte aynı: Liberal değerler yeterince kök salmamışsa, tehlike büyük.
       Bir başka deyişle, demokrasi bütün ögeleriyle ve en önemlisi de siyasi partileriyle, liberal değerlere bağlı değilse, uzun süre ayakta kalamaz.
       Poulet'nin belirttiği gibi, bütün dünyadaki Le Pen'ler halk adına hareket ettikleri iddiasındalar, yani alabildiğine popülistler; ama ister ırkçı olsun ister dinci, asla liberal değiller.
       1995 seçimleri sırasında, Refah Partisi'nin Urfa milletvekillerinden Halil İbrahim Çelik'e Refah iktidara gelirse, inanmama hürriyeti de garanti altında olacak mı diye sormuştum. "Cehenneme gitmek serbest" diye cevap vermişti.
       Vicdan hürriyetini cehenneme gitme özgürlüğü diye tanımlayan zihniyet, "negatif özgürlük" fikrini kavrayamayan, bireyin çoğunluktan ayrılan özgürlük ya da farklılık alanını kabul edemeyen, yani liberallikle bağdaşamayan bir zihniyet. Irkçılık da öyle. Halbuki negatif özgürlük güvencede değilse, seçimler de özgür olamaz, dolayısıyla insanlar pozitif anlamda yani katılım açısından da özgür değildir.
       Fransa'da hem liberal değerler daha köklü, hem de ırkçılık daha net bir hedef olduğu için, kamuoyu erken harekete geçti, sistem daha az zararla kendini savundu. Türkiye'de ise hem liberal değerler zayıf, hem de din konusu istismara daha açık, dolayısıyla zihinler daha bulanık olduğu için, savunma daha gecikmeli ve karmaşık oldu. Bundan da çıkarılacak ders gayet açık: Demokrasi ne kadar liberalse kendini o kadar daha etkili savunabiliyor. Otoriter demokrasiyi savunacak daha az insan buluyorsunuz, çünkü herkes sistemden biraz müşteki.
       Ferit Zekeriya da, yankı yapan makalesinde aynı sonuca varıyor: "Anayasal açıdan liberal olmayan demokrasi sadece yetersiz değil aynı zamanda tehlikeli, çünkü beraberinde özgürlüklerin aşınmasını, iktidarın istismarını ve etnik (buna dini de ekleyebiliriz / N.K.) bölünmeleri getirebiliyor".
       Bu nedenle, Zekeriya'ya göre, 21. yüzyılın en büyük sorunu demokratikleşme değil, demokrasilerin sağlamlaşması yani liberalleşme.
       Türkiye de 21. yüzyıla bu soruyla giriyor. Bazı hatalarla ve otoriterce de olsa, laikliği anayasal olarak savunmayı başardık; acaba demokrasiyi liberalleştirmeyi de başarabilecek miyiz? Bunu akademik ya da entellektüel bir tartışma konusu gibi görmek büyük hata olur; Zekeriya'nın tezi doğruysa, demokrasinin geleceği açısından en hayati konu.

       Foreign Affairs dergisi yayın yönetmeni Ferit Zekeriya ile L'evenement du Jeudi dergisinin yaptığı söyleşiyi özetleyerek sunuyoruz:
       *Özgürlüklere saygı göstermeyen demokrasilerin çoğaldığını söylüyorsunuz. Ama bu yeni bir şey değil herhalde?
       Hayır, halkın desteğiyle liberal olmayan rejimler daha önce de kuruldu, mesela 1920 - 30 arası dönemde. Aslında demokrasi - evrensel oy hakkı ikilisiyle, liberalizm - anayasalcılık ikilisi arasındaki gerilim 19. yüzyılın başından beri var. Liberalizmin büyük kuramcıları, John Stuart Mill veya Akexis de Tocgueville demokrasiden farklı bir şey bekliyorlardı. Bireysel hakları, sivil hakları, hukuk devletini öne çıkarıyorlardı. Halbuki demokratlar için halkın egemenliği hep daha öndedir. Bugün dünyadaki 193 ulus devletin 118'i için bu anlamda demokrasidir diyebiliyoruz; demokrasinin bu şekilde yayılması çok olumlu. Ama çoğunluğu liberal olmayan demokrasiler.
       *Fransa'da seçimlerin demokrat olmayan ırkçıları iktidara getirebileceğini fark ettik. Özgür seçimler özgürlüklerin garantisi olmayabiliyor. Niçin?
       Özgür seçimler demokrasi için zorunlu, ama yeterli değil. Asıl soru, seçimlerden sonra ne olacağı. Demokratik olarak seçilen hükümetler anayasanın iktidara getirdiği sınırları aşabiliyor ve yurttaşları temel haklardan mahrum edebiliyorlar.
       *Bu nedenle mi demokratikleşmeden çok liberalleşmeyi vurguluyorsunuz?
       Evet çünkü liberalleştiğiniz takdirde demokratikleşmemek neredeyse imkansız. Burada sadece ekonomi değil sözkonusu olan. Eğer toplumda mülkiyet haklarına gerçekten saygı varsa, bireylerin özgürlüğü ve özerkliği fikrinin temeli atılmış oluyor, sivil ve dini haklar, düşünce özgürlüğü de güçleniyor, çünkü birey bilinçleniyor ve haklarının korunmasını talep ediyor. Bu koşullarda demokratikleşme kaçınılmaz oluyor bence.
       *Sırbistan, Kazakistan ve Rusya ekonomilerini liberalleştirdi ama özgürlükler gelişmedi...
       Liberalleşme sadece kapitalist ekonomiyi tesis etmek anlamına gelmiyor. Bugün bütün dünya kapitalist artık. Önemli olan hukuk devleti, azınlıklara saygı, hukukta eşitlik. Saydığınız ülkelerde kapitalist oligarşiler var. Hatta diktatörlüğe dönüş bile söz konusu olabilir.
       *Farklı ırkların yaşadığı toplumlarda liberal demokrasi daha mı zor?
       Büyük bir güçlük var çünkü çok partili sisteme geçişle birlikte ister istemez etnik partiler ortaya çıkıyor. Yugoslavya'da veya Afrika'da bunun örneklerini gördük.

       1.MEKSİKA. Ernesto Zedillo devlet başkanı. Halk tarafından seçiliyor ama yetmiş yıldır iktidarda olan devrimci devlet partisi aday gösterirse...
       2.ARJANTİN. Carlos Menem, Peron'un mirasçısı; parlamentoyu dinlemeden ülkeyi kararnamelerle yönetiyor.
       3.PERU. İkinci kez başkanlığa seçilen Alberto Fujimori parlamento yaşamını fiilen söndürdü.
       4.RUSYA. Boris Yeltsin hükümetini azlederek otoriter demokrasi anlayışını bir kez daha kanıtladı.
       5.BELORUSYA. Bütün muhaliflerini ezen Alexander Lukaçenko, Hitler hayranı bir demokrat!
       6. SLOVAKYA. Güçlü başbakan Vladimir Meclar daha fazla demokrasi isteyen devlet başkanını bertaraf etti.
       7.HIRVATİSTAN. Popüler başkan Tudjman milliyetçilikle flört ederken bütün eleştirileri de susturuyor.
       8.SIRBİSTAN. Miloşeviç'in ceberrutluğu karşısında demokratlar azınlıkta kaldı.
       9.BOSNA. Aliya İzzetbegoviç, yeniden çok kültürlü olmayan ülkede Müslümanların devlet başkanı.
       10.İRAN. Ortadoğunun en demokratik koşullarında parlamento seçimi yapılan ülkede hala demokrasi yok.
       11.KAZAKİSTAN. Eski komünist lider Nazarbayev gene iktidarda.
       12.TÜRKİYE. İslamcılarla Kemalist ordu arasında sıkışan Türk demokrasisi diken üstünde.
       13.FİLİSTİN. Arafat çoğunluğa sahip ama iktidarının muhalefete tahammülü yok.
       14.AFRİKA. Birçok ülkede seçimler var ama demokrasi ilerlemiyor.
       15.PAKİSTAN. Başbakan Navaz Şerif ülkeyi saran şiddeti kontrol etmekte zorlanıyor.
       16.ENDONEZYA. General Suharto kendini yine seçtirdi, rejime de ailesi hakim.
       17.SINGAPUR. Asya değerlerinin beşiği zengin ülkecik totaliter demokrasi diye tanımlanabilir.