The Others Sürgünler, maçı asla kazanamaz

Sürgünler, maçı asla kazanamaz

15.09.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sürgünler, maçı asla kazanamaz

Sürgünler, maçı asla kazanamaz


Doğan - Ayşe - Can - Ceren, dört kişilik mülteci bir aile... 1985'te İzmir'de gözaltına alınmışlar, 16 aylık Can'la birlikte işkence görmüşler. 1998'de vatandaşlıktan çıkarılan Doğan Akhanlı; "Despotizm sürse de, doğduğum, büyüdüğüm, ilk aşık olduğum topraklara döneceğim" diyor.


       Gecikmiş gurbetlerde geceler benim değil
       Artık yeni şarkılar bulmalıyım kendime
       Hicri İzgören

       Dom'da Köln Katedrali'nin önündeki havuzun yanında karşılaşıyoruz. Üzerinde tişört, ayağında blucin, ince çerçeveli gözlükleri, hiç tarak görmemiş gibi filozofumsu savrulan kıvırcık saçları, eliyle yürüttüğü bisikletiyle bizi bulmak için aranırken görüverdik birbirimizi.
       Türkiye'de yayımlanan "Kayıp Denizler" adını verdiği roman üçlemesinden ilk ikisini okumuştum. Yüz yüze tanıştık. Biraz ileride açık havadaki kafeye oturduk. Bir şeyler içerken hemen Köln'deki randevuları bağlayıverdi. Kahvelerimizi bitirip Köln'deki ilk randevu yerine doğru yöneldik.
       Bu 12 Eylül mültecisinin adı Doğan Akhanlı'ydı.

"Çocuk umudun kendisidir"

       Doğan Akhanlı'ların 12 Eylül öyküleri ailecek olduğu için, anlatılanlar hep çoğul. O sıralarda Doğan, Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü son sınıfındadır, eşi Ayşe de Hacettepe Üniversitesi Yüksek Hemşirelik Okulu öğrencisidir.
       Doğan Akhanlı anlatıyor:
       "Darbe sabahı ikimiz de öğrenciydik. Talihimiz yaver gitti ve darbenin ilk günlerinde tutuklanmadık. Diğer dernekler gibi, üyesi olduğum YDGF (Yurtsever Devrimci Gençlik Federasyonu) ve Ayşe'nin merkez yönetim kurulu üyesi olduğu Tüm - Sağlık - Der kapatılmıştı. Ben Trabzon'da, o Ankara'daydı. Polis raporlarına, iddianamelere, gerekçeli kararlara, kısaca dava dosyasında yazılanlara göre, ben 1981 yılı sonunda İzmir'e örgütü yeniden kurmak için gönderilmiştim. Gene dava dosyasına göre, Ayşe de aynı amaçla 1982 yılı sonunda İzmir'e ulaşmıştı. Günlük yaşantımızı sürdürebilmek için gerekli olan sahte kimlikleri bir biçimde edinmiş, İzmir yakınlarındaki Zeytinalan'da, görünüşte yeni evli bir çift gibi yaşamaya başlamıştık.
       1984 yılının ilk günlerinde çok daha önemli bir değişiklik oldu. Can, İzmir'de Bornova Üniversitesi Hastanesi'nde dünyaya geldi. O koşullarda çocuk yapmak 'normal' insanlar için anormal görünür. Oysa çocuk, geleceği pek de parlak görünmeyen ve bir uçurumun kenarında yürüyor gibi yaşayan bize benzer insanlar için umudun ta kendisidir. Gerçi çocuk, illegal yaşayan birine sürekli, birlikte gözaltına alınma gibi ürkütücü bir ihtimali hatırlatır, ama aynı zamanda direncini artırır, 'kendini koyverme' lüksünü elinden alır.
       O ürkütücü ihtimal gerçek oldu ve Can doğduktan 16 ay sonra, 18 Mayıs 1985 tarihinde de ailecek gözaltına alındık."

"Baba, kurtulduk di mi?"

      
Sonrası şöyle olmuş:
       "Bir aylık sorgudan sonra, 1985 Haziran'ının ortalarına doğru sıkıyönetim savcılığına çıkarıldık. Tutuklandık. Beni Şirinyer Askeri Cezaevi'ne, Ayşe'yi Buca Cezaevi'ne gönderdiler. O günlerde İzmir'de sıkıyönetim kaldırıldığı için yıl sonunda İstanbul'a sevk edildik. İkimiz de Metris Askeri Cezaevi'ne konulmuştuk. Ayşe bir yıl, ben yaklaşık üç yıl tutuklu kaldık. Cezaevindeyken evlendik. Dava 141'inci maddeden açıldı. Ben toplam 9 yıl, Ayşe 7 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay başka bir davayı emsal göstererek bozmasaydı; şu anda, sabıka kayıtları da silinmiş iki normal Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacaktık. Ben tahliye edildikten sonra dava 168'inci maddeden açılarak sürdü. 1988'in ilk aylarında kesinleşti. Ben 186/1'den 20 yıl; Ayşe 168/2'den 13 yıl 4 ay hapis cezası aldık."
       Akhanlı ailesi için bu durumda yeniden kaçaklık günleri başlar. Kızları Ceren dünyaya gelir. Böylece her iki çocukları da "illegal" doğmuştur. Evler değiştirilir, adlar değiştirilir, ama oğulları "Can", adının değiştirilmesini kabul etmez.
       Ertesi gün öğleyin biz evde otururken, önce Ceren bir Alman kız arkadaşıyla okuldan döndü. Tanıştık. Ardından Can geldi birkaç arkadaşıyla onu da gördük...
       Yargısız infazlar, insan hakları ihlalleri kaçak yaşayan aileyi ürkütür. Yurtdışına çıkmaya karar verirler.
       Doğan Akhanlı yazıyor:
       "1991 yılı sonunda, dostlarımın yardımıyla edindiğimiz sahte pasaportlarla hava yoluyla Köln'e ulaştık. Ben Can ile kaçtım, Ayşe de Ceren ile... Can'ın kaçtığımız güne dair anıları da sisler arkasında kaldı. O gün heyecandan ateşinin yükseldiğini, uçak havalandığında 'Baba kurtulduk di mi?' diye sorduğunu, 'Kurtulduk Can' diye cevap verdiğimi hatırlamıyor. O güne dair tek anısı, babası tutuklanırsa, kendisine sahip çıkacak olan amcasının varlığıydı. 'Amca'yı unutmamıştı Can. Ceren ile Ayşe'nin kaçışı daha sorunlu oldu. Ayşe'den havaalanında şüphelendiler. Biraz da ünü artık Köln'ü aşmaya başlayan Ceren'in akıl almaz yaramazlığı sayesinde paçayı kurtardılar, uçağa en son yolcular olarak binmeyi başardılar.
       Havaalanında bizi on beş yıldır görmediğim, halen de en yakın dostlarım olan evli bir çift karşıladı. Onlar da politik mülteciydiler. 'Oligarşiye bir gol daha attık' dedi erkek olanı. 'Kimin gol attığı daha belli değil' dedi karısı düşünceli. Haklıydı: Sürgün yaşayanlar maçı asla kazanamazlar, son golü hep onlar yer."

"Şu anda vatansızım"

       Akhanlı ailesi önce mülteci yurtlarında barınmışlar. Sonra "Iohngemeinschaft" denilen mutfağın, tuvaletin ve banyonun paylaşıldığı bir eve geçmişler. Almancayı söküp ilerletmişler, Doğan şimdilerde edebiyat ve çeviriyle uğraşıyor. Af Örgütü ve Köln'deki İnsan Hakları Derneği'nin üyesi. "Devrimcilik benim için halen haksızlığa meydan okumaktır" diyor.
       Maceranın sonunu şöyle anlatıyor:
       "14 Mayıs 1998'de vatandaşlıktan çıkarıldığım haberini aldım. Vatandaş olmadığıma göre 'vatan haini' statümü de kaybetmiş olmalıydım. Doğduğum ve halen kokusunu aldığım köyümün ve evimin olduğu yere bir daha dönememe düşüncesi son derece can sıkıcıydı. Şu anda vatansızım. Yeniden vatandaşlığa alınmak için asla talepte bulunmayacağım. Bu Türk devletinin kendi kusuru ve kendi ayıbıdır. Şu anda iktidar talep eden, herhangi bir politik organizasyon ile ilişkim yok ama, kendime özgü bir devrimciyim. Dolayısıyla hiçbir kutsal devlet, benim, annemin mezarının ve dostlarımın olduğu topraklara girme hakkımı elimden alamaz. Bu lanet olası despotizm ve acımasızlık sürse de, doğduğum, büyüdüğüm, ilk aşık olduğum topraklara döneceğim. Nasıl o toprakları kendi isteğimle terk etmişsem, günü geldiğinde, köyüme kadar gidecek, iki katlı ağaçtan baba evimde, çocukluk odamda, sabah güneşi beni uyandırıncaya değin, gül, çam ve anne kokuları arasında uyuyacağım."

       YARIN:
       29 yıllık mülteci Doğan Özgüden