The Others Türkiye, ‘Şark’ değil

Türkiye, ‘Şark’ değil

19.10.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye, ‘Şark’ değil

Türkiye, ‘Şark’ değil


Almanya’nın saygın haftalık dergisi Der Spiegel, 2 Ekim tarihli sayısında, derginin önemli yazarlarından olan Dieter Wild’in Türkiye üzerine bir yorumunu yayımladı. “Güller ve Dikenler" başlıklı yazıyı biraz kısaltarak, dikkatinize getiriyoruz.


       İrlanda ile Hindistan arasındaki bölgede hangi büyük ülke bu yıl yüzde 5’in üzerinde bir ekonomik büyüme bekliyor? Hangi ülke kredi kartlarında ve cep telefonlarında en hızlı büyüyen pazara, en dinamik borsaya sahip? Hangi ülke yakında Almanya kadar bir nüfusa sahip olacak? Ve hangi ülkenin yüzölçümü Britanya ve Fransa’nın toplamı kadardır?
       Bu ülkenin sadece yüzde 3 gibi küçük bir kısmı Avrupa kıtasındadır. Ve nüfusunun yüzde 99’u Müslümandır. Bu Türkiye Avrupalıları zorluyor, kendi korku ve ikiyüzlülükleriyle savaşmak durumunda bırakıyor. Çünkü Avrupa’ya ait olduğunu söyleme cesaretini gösteriyor.
       Türkiye sadık ve katıksız Avrupalılar için hala “Şarkötır; Batı’nın değerlerine yabancı, hatta düşmandır. Oysa o “Şarköta artık ne sultanlar ve vezirler, ne de paşalar ve yeniçeriler yaşamaktadır. Yoksa biz Avrupalılar başdöndürücü modernleşmelerinden dolayı Türklere kızmaya mı başladık? Türkiye artık o eski “Şark" değil. Öyle olsaydı, 1952 yılında NATO’ya alınmazdı. AET, Türkiye ile 1963 yılındaki antlaşmayı yapmazdı.
       AB’nin 1997’deki Lüksemburg Zirvesi Türkiye’ye adaylık statüsünü bile layık görmeyecek kadar gaddar davrandı.

       Mustafa Kemal’in rolü
       Türklerin gururu, Batı’nın azametli kibirinin umurunda bile değildi. Halbuki Türkiye’nin kişi başına düşen geliri aday tanınan Romanya ve Bulgaristan’ın çok üstündeydi. Kuşkusuz, Türkiye’nin üyeliği AB’ye çok pahalıya patlayacak. Türkiye, AB kasasına ödediği her bir euro karşılığında, AB kasasından 3,6 geri alacak. Ama Yunanistan da bir koyup, 4,9 alıyor.
       Türklerin tarih bilançosunda şan - şöhret ile ayıplar, erdemler ile başarısızlıklar hep saygı duyulacak çerçevede kalmıştır. Avrupalılar bugün pek kabul etmek istemeseler de, bunda hep Avrupalıların etkisi olmuştur.
       Türkiye’de reformcu yöneticiler erken sayılabilecek bir dönemde Avrupalılaşmanın kaçınılmaz olduğunu gördüler. İlk kez 1876 Anayasası İmparatorluğu anayasal monarşiye dönüştürdü. “Boğaz’ın hasta adamı" bütün Balkanların ve Orta Doğu’nun sömürge durumuna düşmeyen tek ülkesi olarak kaldı. Üst tabaka “ulus devlet" düşüncesini Avrupa’dan aldı. Osmanlı devletindeki İngilizler, Fransızlar, Almanlar, Avusturyalılar ve İtalyanlar ekonomik açıdan ihya olurken, Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar ve Sırplar bağımsızlıkları için hırslandırıldı.. “Ulus devlet" fikri hiç de Şark’ta yetişen bir ürün değildi.
       Ve ardından Genç Türkler geldi. Onların da esin kaynağı yine Avrupa idi. Onların örnekleri “Jung Deutschland" ve “Jeune France" idi. İdealleri de, Fransız Devrimi’nin idealleriydi. Niyetleri oryantalist devleti sona erdirmekti, ama çabaları 1. Dünya Savaşı’nın girdabında boğuldu. “Hasta adam"ı bu savaşın içine sokanlar Avrupalılardı ve Almanya’ya zincirlenmiş olan Osmanlı devleti parçalanıp yutuldu. Batı’nın galip devletleri Türk imparatorluğunu acımasızca parçaladılar. İngilizler İstanbul’u işgal ettiler, 1920’de Türk parlamentosunu kapattılar ve milletvekillerini hapse soktular.
       Güney Anadolu’yu hediye olarak alan İtalyanlar ise, kendilerini örnek Avrupalı olarak görüyorlardı. Çöken bir ülkede, yine “Jön Türkleröin idealleriyle bezenmiş bir çevreden, Avrupa ideallerini taşıyan bir kurtarıcı çıktı: Mustafa Kemal Atatürk. O, Abdullah Cevdet’in düşüncelerinden etkilenmişti: “Uygarlık demek, Avrupa uygarlığı demektir. İşte bu uygarlık getirilmelidir, bütün dikenleri ve gülleriyle birlikte".
       Kemal, Avrupa’nın 20. yüzyıldaki en büyük kültür devrimcisidir. Reformcu padişahların ve Jön Türklerin başlattıklarını tamamladı. Böylece laik Cumhuriyet kuruldu. Ancak orta ve üst tabakalara öyle bir Kemalist devlet kavramı aşıladı ki, yurttaşlık ve hukuk devleti bilinci yeterince gelişemedi.

       Türkler aşağılanamaz
       Batılılar da bazı yanlışlardan ve uç deneyimlerden dersler çıkardıktan sonra medenileştiler. Türkleri bu konularda aşağılamaya hiç hakları yoktur. Artık Turgut Özal döneminde başlatılan globalleşme çabalarıyla birlikte Batı’ya doğru atılan adımları görmezlikten gelmek mümkün değildir, özellikle ekonomik açıdan.
       Başbakan Bülent Ecevit’in düşündüğü gibi, AB’ye üyelik görüşmelerinin gerçekten 2004 yılında başlayacağına şu sıralarda kimse inanmıyor. Ama AB ülkeleri bu süreyi fazla uzun tutmamalı. Aksi takdirde İslamcı kesimi cesaretlendirir ve Türkiye’yi tekrar uzun Batılılaşma yolculuğunda arkalarında bıraktıkları “Şarköa iterler. Türkiye Avrupa’ya ne kadar çok yakınlaştırılırsa, yurttaşlık ve insan hakları konusundaki yetersizlikler de o kadar hızlı şekilde aşılabilir.
       Bütün insan hakları ihlallerine rağmen, Türkiye yine Doğu Akdeniz bölgesinin en eski demokrasisidir ve geçenlerde “Time" dergisinin de belirttiği gibi bölgenin “dinamosuödur; hatta Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in ifadesiyle “Avrasya’nın stratejik merkezi" olma şansı vardır.