The Others Türkiye'de sol tartışması sürüyor

Türkiye'de sol tartışması sürüyor

24.01.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye'de sol tartışması sürüyor

Türkiyede sol tartışması sürüyor
24 Ocak 1999

Türkiyede sol tartışması sürüyor
* Halil Ergün
Sol var ama etkin örgütlenme kanalları tıkalı
Solcu partilerin nitelikleri ya da solcuların sayısıyla açıkladığınız zaman Türkiye'de sol yok diyebilirsiniz ama sol şu anlamda var. Sosyalizmin, devrimciliğin, sosyal demokrasinin, yurtseverliğin olması gerektiğini besleyen bir Türkiye toplumu var. Çelişkileri var bu ülkenin, emek ve sermayenin çelişkisi devam ediyor. İnsan hakları sorunu devam ediyor. Demokrasinin tam anlamıyla yaşanmamışlığıyla devam ediyor. Şovenizm tehlikesi en baskın şekliyle devam ediyor. Gerici dayatma en baskın biçimde devam ediyor. Bu ülkede sol olmaz mı? Var tabii ki. Ama solun etkin biçimde örğütlenme, etkin biçimde biraraya gelme noktasında kanallar tıkalı.
Henüz gözünü açıyor sol. Ağır darbelerden gelen bir süreçtir bu. Bırakınız sosyalist partileri sosyal demokrat partiler yerle yeksan edilerek gelindi 12 Eylül faşizminden bugüne. Kültürel ve siyasal kuşatma altında Türkiye insanı. Kendi hayatını, geleceğini örebilme noktasında kuşatma altında. DSP'yi sol parti ilan ederseniz bu kuşatmaların yeni versiyonunu yaparsınız. DSP sol bir parti değildir. Türkiye'de CHP sosyal demokrat söylem üzerine konuşur. O da günah keçisi yapılıyor. Uygulamalarda da sol kanatların safında olma sürecini sürdürür. Uygulamalarını beğenmeyebilirsiniz ama bu kadar geniş bir geleneği olan bir partinin yok olduğunu nasıl söyleyebilirler? Hep bunu yaptılar.
ÖDP, EMEP, HADEP, İP gibi birçok sivil toplum örgütleri var Türkiye'de. Sorun bunların bir cephede buluşturulabilmesi sorunudur. Bunları tartışmak lazım. Türkiye'de yukarıdan programlanan siyasal gelişmeler noktasında, yani sağda şu parti olacak, solda şu parti olacak biçiminde bakarsanız elbette büyük yanılgıya düşülür ve gericiliğin ekmeğine yağ sürülür. Kirliliklerden solun etkilenmemesi mümkün değil. İş solda toparlanmıyor ama sol gerçekten kendi kanalında yürüyor.
DSP'nin iktidar olması beni hiç ilgilendirmez. Beni Türkiye'de yaşanan siyasal süreç ilgilendiriyor: Parlamentonun fonksiyonu, partilerin hayata yönelmeleri. Programlarını uygulayıp uygulamama noktasında benim eleştirim. Türkiye'nin cesur insanlara ihtiyacı var, gerçeği söylemek noktasında. Sağda ya da solda. Meseleyi doğru koyduktan sonra sağ ya da sol fark etmez: İşte Tansu Çiller'e demokratlık düştü yeniden. Bu nasıl bir oyundur anlamıyorum. Türkiye'de şöyle bir beş yıl medyasıyla, yönetimiyle yer yerinden oynayacak; sonra bir bakacaksın bütün bunlar unutulacak, sanki hiçbir şey olmamış gibi bak işte sağcı parti de var solcu parti de diyeceksiniz. Bunun üstüne Tansu Çiller gibi birtakım insanlar demokratlık oynayacak. Böyle bir ülke olur mu? Böyle bir partisel anlayış olabilir mi? Bunların yıkılması, tartışmaya açılması gerekiyor.

* Aydın Engin
Sosyal demokrasi artık sol değil
Soruşturmanın başlığı "Türkiye'de Sol Ne Kadar Sol?"; göze de kulağa da hoş geliyor, gazete sayfasında da iyi duruyor. Ama yanıtlamaya kalkışınca çok az anlam içeriyor. Soruya karşı soru kaçınılmaz gibi: Hangi sol? Sosyal demokrasi mi? Sosyal demokrasinin bugün ulaştığı çizgi mi yoksa klasik sosyal demokrasiyi benimseyen kanatları mı? Marksizmle bağını koparmamış sol mu? Silahlı "mücadeleyi" tek ya da öncelikli eylem yöntemi bellemiş sol mu? Bunların her biri kanımca "ayrı" tartışmalar ve çok kapsamlı tartışmalar. Bu gözardı edilince ister istemez, epey bulanık bir tartışma düzleminde çok genelgeçer bir yanıtla yetinilebilir.
"Sol" deyince kapitalizme bir seçenek, kapitalizmi izleyecek, onu aşacak ve onun sakıncalarını, ağır kusurlarını ortadan kaldıracak bir düzen anlıyorum. Bu bağlamda günümüz sosyal demokrasisinin "sol" diye nitelenmesi artık zor. Avrupa sosyal demokrasisinin lokomotifi Alman sosyal demokratları, Marx'ın temel önermeleriyle bağlarını 1959 Bad Godesberg Kongresi ile koparmışlardı ve bu kopuş kısa sürede Avrupa'nın öteki sosyal demokratlarınca benimsendi. Bugün Blair (ya da Schröder) çizgisi diye adlandırılabilecek sosyal demokrat kümelenme ise artık marksizmden temelli bir kopuşa işaret ediyor. Klasik sosyal demokrasiyi savunanlarsa gitgide marjinalleşiyor, siyasal ağırlıklarını yitiriyorlar.
Avrupa sosyal demokratları "merkez sağ"daki geleneksel partilerin çağın gereklerine ve isteklerine, teknolojideki devrim nitelikli gelişmelere ayak uyduramayışlarını, kapitalizmin "tutucu kanadına" dönüşmelerini iyi yakaladılar ve Avrupa'da birbiri ardına iktidara giden yolları açtılar. Bu nitelikleriyle sosyal demokratları daha çağdaş (modern); sosyal endişeler güden; çevre, işsizlik gibi konulara görece daha duyarlı "kapitalizm onarıcıları" olarak nitelemek ve değerlendirmek kanımca daha doğru.
Türkiye sosyal demokrasisi bunun birebir yansısı değil. Ama egemen çizgi gene de böyle. Dolayısıyla Türkiye sosyal demokrasisini, en azından bu partilerin yönetimlerini "sol" diye nitelemenin gerçeği fazla zorlamak olacağını düşünüyorum. Sosyal demokrasinin daha solunda konumlanan, kendini marksist olarak tanımlayan siyasal parti ve kümelenmeler ise çok zor ve zorlu sorulara yanıt aramak zorundalar ve bu yanıtları üretemedikçe "kapitalizme bir seçenek" oluşturamayacakları, kapitalizmi aşan bir düzen yolunda kitleler için bir çekim merkezine dönüşemeyecekleri kanısındayım.
Bir örnekle yetineceğim: Mülkiyet. Biliniyor, marksizmin kapitalizme yönelttiği temel eleştiri üretim araçlarının özel mülkiyetinin yol açtığı haksızlıktır ve kapitalizmin aşılmasının kilidi "üretim araçlarının özel mülkiyeti" yerine "üretim araçlarının kollektif mülkiyeti"nin yaratılmasıdır. Kanımca bu soru bugün için yanıtsız. Yeryüzündeki bütün marksist partilerin arayışları da, bugünkü açmazları da bu noktada. Devlet mülkiyeti, kooperatif mülkiyeti, parti mülkiyeti gibi denemeler tarihsel olarak sınandı ve sınıfta kaldı. Bu soru yanıtlanmadıkça kapitalizmden daha iyi, daha ileri, daha insana yaraşır bir düzen çağrıları temelsiz kalacak. Keza "parti modeli"nden iktidar yolunu açacak "mücadele" yöntemlerine kadar pek çok "alt soru" da ister istemez anlam taşımayacak. Dünya (marksist) solu bu arayışın sancılarını ve zorluklarını yaşıyor. Türkiye solu da aynı sürecin doğal halkası.
Bugün, bu soruşturmanın yayınlandığı şu günlerin dar çerçevesinde, soruya ille de bir yanıt verilecekse, "Sosyal demokrasi artık sol değil; marksist sol ise arayışlarının ciddiyeti, derinliği ve sürekliliği ölçüsünde sol" demek bence en az yanlış yanıt.

* Yalçın Ergündoğan
CHP ve DSP muhafazakar ve milliyetçi partilerdir
Rauf Tamer'in "Türk solu tak başına iktidar oldu," şeklindeki sözleri elbette ki doğru bir tespit değil. Biraz gerilere gider "sağ" ve "sol" kavramlarının ilk kez nasıl ortaya çıktığına bir göz atarsak bilgilerimizi de tazelemiş oluruz.
Fransa Krallığı'nda Bourbon'lar döneminde köklü kararlar alma gereği hissedildiğinde 'sınıflar meclisi' denilen meclis toplantıya çağrılırdı. Bu meclis soylular, kilise ve halk kitlelerinden oluşurdu. 1789'da 16. Louis uzun zamandır toplantıya çağrılmamış sınıflar maeclisini Louvre Sarayı'nda toplantıya davet etti (Kral da hazinesine kaynak bulma sıkıntısı içinde idi). Bu mecliste soylular en itibarlı sınıf olarak kralın sağına, kilise temsilcileri karşısına, halk temsilcileri de kralın soluna gelecek şekilde yerleştiler. Soylular ve üst düzey papazlar statükoyu korumayı, köklü değişikliklere uğramasını istiyorlardı. Halk temsilcileri ise değişiklik istiyorlardı. Sınıflar meclisinin keyfi değil, her karar aşamasında toplanmasını, kararların meclise danışılarak alınmasını istiyorlardı. Siyaset diline "sağ" ve "sol" kavramları ilk bu şekilde girdi. Doğal olarak ilk o tarihlerde siyaset diline giren bu kavramlar o günkü özlerini korusalar da köklü değişikliklere uğradılar. Bugün CHP ya da DSP'nin "sol" olarak anılması bir yanılsamadır. Bu partiler tamamen kurulu düzeni, statükoyu korumayı, köklü değişikliklere karşı durmayı karşı durmayı misyon olarak kendilerine seçmişlerdir. Tümü de "devletçi" bir gelenekten gelmektedir. Avrupa'daki sol, sosyal demokrat ve sosyalist partilerin marksist kökenden gelmelerinin tersine, Türkiye'deki bu partiler marksizmin hiçbir kuramından esinlenmemişlerdir bile. Özgürlükleri sınırlayan, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini çiğneyen, pek çok anti demokratik maddeyle dolu 12 Eylül Anayasası'nı bile içlerine sindirmişlerdir ve bu konuda kıllarını kıpırdatmamaktadırlar. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar gibi örgütlerder adeta korkarcasına kaçmaktadırlar. Parti içi demokrasinin işletilmesi için en küçük bir girişimde bulunmamaktadırlar. Anti demokratik barajlarla dolu seçim sistemine gayet uyumludurlar.
Öte yandan bugün için parlamento dışında bulunan ÖDP, özgürlüklerin, insan haklarının tutarlı takipçisi olma yolunda oldukça hareketli çaba göstermeye çalışmaktadır. Modern zamanların, kentlerin partisi olma özelliğini henüz tam olarak kazanamamışsa da bu yolda önemli adımlar atmıştır ve atmaktadır. Parti içi demokrasiyi en yaygın şekilde uygulamaya, çoğulcu bir parti olmaya çalışmaktadır.
Bugün Türkiye'de kavramlar çok karışmıştır. Bazı kavramların içi boşaltılmaya çalışılmaktadır. Solun eşitlik, özgürlük, statükoya karşı olma, değişimden yana olma idealleri sürmektedir. 12 Eylül ile birlikte değişen dengeler Türkiye'yi demokrasinin uzağına sürüklemiştir. Dengelerin yeniden kurulması, merkez ve sağ partilerin karşısına gerçekten solun değerlerini savunan bir partinin çıkması, en azından parlamentoda temsil edilmesi Türkiye'deki dengelerin yeniden oluşmasına büyük katkı sağlamış olacaktır. Bu eksikliğin sıradan insanın yaşamında hissedilmiş olması solun önümüzdeki dönemlerde şansını artıracaktır.

* Zeynep Güler
Sol ilkeleriyle soldur
Solun taşıyıcısı, savunucusu ve sahibi olduğu kimi kıstaslar var. Bugün ülkemizde sol adına sahneye çıkmış partilerin kimliği en başta bu kıstaslardan hareketle değerlendirilmelidir. Sol, emek - sermaye karşıtlığında emeğin yanında yer alır. Sol aydınlanma döneminin çocuğudur, ilerlemeyi temsil eder. Gerciliğin her türüyle ve dinci gericilikle mücadeleyi önemsemeden "solcu" olunması olanaksızdır. Sol, sömürgecilik ve emperyalizmle mücadele içerisinde şekillenmiştir. Türkiye'yi emperyalizme bağlayan ekonomik, siyasi ve askeri kurumlar, ideolojik şekillenmeler karşıya alınmaksızın solcu olunamaz. Sol eşitlikçidir; somut olarak işsizlik, örgütsüzlük ve yoksulluk anlamına gelen özelleştirmecilik reddedilmeksizin kimlik kazanamaz. Sol barışçıdır, ülkemizde süregiden savaşa son verme arayışında olmayanlar soldan sayılamaz.
CHP ve DSP bu çerçevede sol partiler olarak değerlendirilemez. Seçime katılmakta olan diğer partilere gelince; kanımca ÖDP ve HADEP'in yukarıdaki kriterlerin çoğunda belirgin bir tutumları yoktur. Her iki parti de özelleştirmeler, dinci gericilik ve dünya kapitalizmiyle ilişkiler konularında net bir görüş sahibi değillerdir. İP ise bir siyasi partiden çok resmi devlet tezlerinin basın ajansına benziyor. MGK çizgisine sadakat ve CHP ile DSP'ye çağrıda bulunarak sol kimliği tespit edebilmek olanağı yoktur.
Kanımca bu ilkeler ve sol kimlik seçimlerde SİP tarafından temsil edilecektir. Solun programı Türkiye'nin içinden çıkamadığı kriz koşullarında yapıcı bir önem kazanıyor. Sınıf mücadelesinin bittiğini ilan eden globalizm ve yeni dünya düzeninin ülkemizdeki karşılığı gelir dağılımında uçurumlar, her alanda dışa bağımlılık, emekçilerin örgütsüzleştirilmesi, kamu kaynaklarının yağması ve meydanın gericiliğe terk edilmesinden ibarettir. Sağ politikaların durmaksızın kaynak aktardığı sermaye sınıfının son yıllardaki pratiği, insancıl olmamanın yanı sıra özel girişimciliğin daha verimli ve rasyonel olmadığını, tersine ülkeyi krize mahkum ettiğini kanıtlıyor. Sol, kamu mülkiyetine dayalı merkezi planlamayla bu mahkumiyeti kuracak olan gelecek projesini elinde tutuyor. Kanımca sol hala insanlığı özgürleştirecek yegane proje ve umut olmayı sürdürüyor.

* Sevim Belli
Gerçek sol iktidara böyle gelmez
Tartışmaya açtığınız sorulara neden olan tespitten yola çıkarsak: "Türk solu tek başına iktidar oluyor, ta 14 Mayıs 1950'den beri ilk defa..." En başta, "Türk solu" denilen DSP iktidar olmuyor. Seçimi sonuçlandırmak üzere bir azınlık hükümeti kuruyor. Türkiye'de hiçbir hükümetin iktidar olmadığı da aşikar. Sevinilecek bir şey görmüyorum.
Ecevit hükümeti bir seçim sonucu halkın çoğunluğunun desteğini alarak hükümet kurmaya hak kazanmış değil. Daha önceki sayısız temasları sonucunda da Meclis çoğunluğunun desteğini elde edebilmiş değil. Ancak ihanetine uğradığını düşündüğü eski hamisi Yalım Erez'in hükümet kurmasını engellemek isteyen DYP lideri Çiller'in daha önce reddettiği Ecevit'in başbakanlığını "ehven - i şer" olarak sineye çekmeye razı olması üzerine görev alabilmiş. Başka çare kalmadığını düşünenlerce de onaylanmış. Bu bakımdan da sevinilecek bir şey yok. Gerçek sol böyle gelmez iktidara. Üstelik ülkenin bugünkü bilinen halinde millette sevinecek hal mi kaldı?
DSP'nin ve CHP'nin "sol"luğuna gelince; 14 Mayıs 1950'den önceki her türlü muhalefetin en sert devlet terörü yöntemleriyle ezildiği, özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarında faşist yönelimlerinin açıkça su yüzüne çıktığı tek parti diktasına "sol" iktidar diyeceksek, Türkiye'de "sol" hep iktidardaydı da diyebiliriz!
"Sol", ekonomik görüşleri, ideolojisini oluşturan sınıfsal tabanı, sermayenin çıkarlarının açıktan savunuculuğunu üstlenmesi, dini gericiliğe taviz verişinde de öne geçmesi nedeniyle daha sağda yer alan Demokrat Parti'lilerin bir suçlama, bir karalama olarak, ama aynı zamanda "sol" sıfatını da yıpratmak için CHP'ye yönelttiği bir yakıştırmadır bence. CHP de "Ben bildiğimi okurum" inancıyla bu suçlamadan gocunur görünmemiştir pek. Çünkü aslında o dönemler ilericiliğin, anti faşizmin, solun dünya ölçüsünde büyük saygınlığı olduğu dönemlerdi. Türk politikasında ise laikliği, devletçiliği, "etaktizm" anlamındaki devletçiliği savunmak sol olmaya yetiyordu.
Bizde çoğulcu sisteme geçişin ve sola açılışın ciddi bir halk baskısı sonucu gerçekleştiği söylenemez. Bizzat İsmet İnönü bir buyruğuyla sağcılara özel kapalı av alanı olarak çok partili sistemi başlattığı gibi, gün gelecek yine tepeden inme ortanın solunu başlatacaktır. Gidişata, ülke ve dünya konjonktürlerine uymak için. O zaman geçmişi henüz sırtına kambur olmadığı için tabanın sol sempatilerini daha iyi kullanan Ecevit'e kaptıracaktır. CHP'nin ve ondan türeyen DSP'nin solculukları bundan ibarettir. Tabanlarında ne kadar iyi niyetli, bu efsaneye içtenlikle bel bağlayan sol sempatizanları bulunursa bulunsun.
Batı'da çoğulcu parlamenter sistemlerin kuruluşunda iktidar güçlerin iktidarına son veren demokratik devrimler çağında toplumları oluşturan belli sınıf ve zümreleri temsil eden partiler sağ - sol skalasında derecelendirildi. Emeğin savunuculuğunu üstlenen, geleceğe yönelik partilere sol denilmesi gelenekleşti. Bugün artık sol parti, çarkları varlıklı ve ayrıcalıklı sınıf ve zümreler çıkarına dönen, kurulu düzeni emekçiler lehine, genel olarak ezilen, sömürülen, horlanan yığınlar lehine değiştirmek için mücadele eden örgütün adıdır. Globalizmin, yeni dünya düzeninin insanlığa dayatıldığı günümüzde sol parti bağımsızlık ve demokrasinin tutarlı savunucusu olmakla, aydınlanmacı, ilerlemeci, barışçı olmakla, kitlelerin sosyalizme doğru mücadelesini örgütlemekle yükümlüdür. Bizim parlamenter "sol" partilerimiz bu doğrultuda politika üretmeyi bir yana bırakalım, pratikte ne yaptılar? Türkiye'nin utanç verici gelir dağılımı, parasının pul oluşu, dış itibarının da parası oranında düşüşü, emekçi ve ücretlilerinin geçim düzeyinin katlanılmaz hale gelişi, şaşkınca sürdürülen iç savaş ortamının ülkenin kara para ve uyuşturucu çeteleri cennetine döndürülmesi, çevrilmesi ta çoğulcu sisteme geçişle başlayan uydulaşma sürecinin son merhalesidir. Ve bu süreçte sağcısı, solcusu tüm parlamenter partilerin bugünkü adları ne olursa olsun büyük günahları vardır. Sadece son yıllara bakacak olursak binlerce köy yakılıp yıkılır, boşaltılır, siyasi partiler kapatılır, demokratlar, solcular hapsedilirken, ülkenin en çok kar getirdiği söylenen kuruluşları sermayeye peşkeş çekilirken, Sivas ateşe verilirken, vb.; sayın sosyal demokratlarımızın iktidar ortağı olduklarını nasıl unutabiliriz? Avrupa'nın sosyal demokratları marksist gelenekten ve çetin bir sınıf mücadelesinin içinden geçerek gelen partilerdir. Bizimkilerin ise sicili meydanda değil mi?
Bağımlı ve kapkaççı kapitalizmin insanı insan yapan yüce değerlerin reddine dayanan, antihümanist, antisosyal, antidemokratik, yozlaşmış ideolojisinden başka tüm ideolojilerin, dolayısıyla ideolojik tartışmaların yasak olduğu ülkemizde sağcılığın, solculuğun gerçek anlamı yani sermayenin ya da emeğin temsilciliği niteliği hala yeterince kavranmamıştır. Bu konuda bilinçli ve kasıtlı bir kafa bulandırma yöntemi uygulanagelmiştir. CHP'ye, hele DSP'ye sol ya da sosyal demokrat demek de bu aldatmacanın devamıdır. Ayrıca iki partiyi solun birliği adı altında birleştirme çalışmaları bence tabandaki sol muhalefeti iyice yozlaştırmaya yöneliktir. Ülkemizde sol hep muhalefet olmak ve parlamento dışında kalmak durumunda oldu. Büyük toplumsal muhalefete karşı ÖDP, SİP, EMEP az çok farklı yorumlarıyla bu muhalefetin belli kesimlerini temsil ediyorlar. Ama objektif tabanlarına ulaşabildikleri söylenemez. Ne kadar ve ne biçimde sol oldukları ise akademik bir tartışma konusudur bence, kestirme bir yanıtla geçiştirilemez sanıyorum. Parlamento dışı bile olsa topluma önderlik edecek, ülke parlamentosunu hizaya gelmeye zorlayacak politikalar üretmekten ve ataklıktan uzak görünüyorlar şimdilik. Belli bir anda ülkenin siyasal koşullarının emrettiği tutumun partinin örgüt olarak yakın ve / veya uzak çıkarlarıyla çakıştığının sanıldığı durumlarda bile mutlaka bu çıkarların teorik ve taktik olarak yanlış yorumlandığını iddia etmenin yerinde olacağı kanısındayım. HADEP'in durumu biraz farklı. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde büyük ağırlığı olduğu biliniyor. Ağır baskılara hedef olması da, seçim barajının dünyanın hiçbir yerinde görülmedik düzeyde tutulması da bu yüzdendir. Evet, ulusal sorunun siyasal ve kökten çözümünden yana olduğuna göre, sosyalizme açık olduğuna göre, sosyalist partilerle cephe birliğini savunduğuna göre HADEP'i de sol saymalıyız. Ancak bu partilerden hiçbiri tek başına parlamentoda temsil edilmesine yetecek oyu toplayamayacak gibi görünüyor. Bu seçimlerin büyük önemi ise ortada. Mevcut parlamentonun olanlarıyla bir kez daha sahneye çıkması, toplumun gene yerinde sayması ve umutsuzluk demek olacaktır. Solun marjinallikten kurtulması da sol cephenin gerçekleşmesinden geçer. Sözde sol partilerin, sollukla ilgisi olmayan sendika ağalarının güçlendirilmesinden değil. Sol özveri ve cesaret demektir de. Engeller iyi niyet, doğru yorum ve yürekle aşılabilir sanıyorum.