Gündem Utanç ekspresinde meçhule yolculuk

Utanç ekspresinde meçhule yolculuk

16.08.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Onların yol hikâyeleri bizimki gibi bir cümleye sığmıyor. Hikâyenin Türkiye’ye kadarki bölümü geldikleri ülkeye göre değişiklik gösterse de Türkiye’den sonraki rota genelde aynı. Peki ya sonrası?

Utanç ekspresinde meçhule yolculuk

Kavurucu bir sıcak... Ve etrafta buldukları her gölgeye; ağacın, binanın, hatta arabanın gölgesine sığınmış yüzlerce insan. Her yaş, dil, din ve renkten. Belki de tek bir ortak noktaları var: Daha insanca bir yaşam. Kobanili matematik öğretmeni Hindri Şerif, Şam’da mühendislik yapan Muhammed, Afganistanlı genç Keji ve öğrenci olan Ebu Bekir...
Dünyanın dört bir yanında birbirinden habersiz yaşayan tüm bu insanların yolu ‘daha insanca bir yaşam’ hayaliyle geldikleri Makedonya’nın Yunanistan sınırındaki Gevgeli’de kesişiyor. Bizlerin, yüzlerce kilometrelik bu yolculukta sadece ‘boğulduklarında’ gazetelerde ‘mülteci’ diye tanıdığımız insanlar onlar... Aslında hepsinin kendi hikâyesi, farklı yaşanmışlıklar ve de her şeye rağmen hayalleri var.
Bizim için onlarla buluşmaya giden yol sonradan utanacağımız kadar büyük bir kolaylıkla başlıyor. 3 saat içerisinde İstanbul’dan uçakla Üsküp’e gidiyor; havaalanında bindiğimiz taksiyle Gevgeli tren istasyonuna varıyoruz. Onların yol hikâyeleri bizimki gibi bir cümleye sığmıyor. Hikâyenin Türkiye’ye kadarki bölümü geldikleri ülkeye göre değişiklik gösterse de Türkiye’den sonraki rota genelde aynı: Önce Bodrum ya da Ayvalık, ardından botla Yunan Adaları, oradan Atina, sonra Selanik, Selanik’ten yürüyerek Makedonya, Gevgeli tren istasyonu. Ya sonrası? Sonrası meçhul...

‘Hayat’ heyecanı
Tren istasyonuna girer girmez raylarda trenlerin gölgesine oturan aileler dikkatimizi çekiyor. Türkçe konuştuğumuzu duyan kalabalık bir grupla oturan kadın, “Türkiye’den mi geldiniz?” diye heyecanla soruyor. Sırbistan sınırına kadar sürecek arkadaşlığımız başlıyor.
32 yaşındaki Hindri Şerif’in biri 8 biri 10 yaşındaki iki çocuğu ve eşi Cihad ile ‘yolculuğu’ geçen eylülde Kobani’de başlıyor. IŞİD’in Kobani’ye girmesi ile Türkiye’nin tel örgüleri kaldırarak sınırı açtığı ilk gün Suruç’a giriyor ve Urfa’ya geçiyorlar. Annesi Türk olduğu için akıcı ve düzgün bir Türkçeye sahip Hindri, Suriye’deyken matematik öğretmeni olduğunu fakat diline ve eğitimine karşın Urfa’da bulabildiği tek işin kuaförlük olduğunu söylüyor. Suriye’de okul müdürü olan eşi de bir fabrikada bekçi olarak çalışmaya başlıyor. Hindri ve ailesinin hayatı Urfa’da 9 ay boyunca böyle devam ediyor. IŞİD’in Kobani’den çekildiği haberiyle ‘hayat’larına kavuşacaklarının heyecanıyla dönüş yoluna koyuluyorlar.

‘Çok işkence çektik’
Hindri’nin eşinin anne ve babası ile beraber yaşadıkları evlerine dönüyorlar. Fakat IŞİD, Kobani’ye geri dönüyor. Bir akşam evleri basılıyor. Hindri’nin kayınpederi öldürülüyor. Canlarını zor kurtarıyor ve Kobani’yi terk ediyorlar. Urfa’ya dönmek istemiyorlar. “Alışık değildik öyle işler yapmaya” diyen Hindri’nin amacı daha önce Almanya’ya giden kardeşlerinin yanına gitmek. Almanya hayali ile başlayan yol bir süre sonra zorlaşıyor. Bodrum’a gelen aile buradan diğer mültecilerle ile birlikte bir ‘mülteci’ botuna biniyor. Fakat Kos’a ulaşmaları kolay olmuyor. Ağzına kadar dolu bot Kos’a yaklaştıkları sırada su alıp batmaya başlıyor. Sahil güvenliği arıyorlar fakat gelen olmuyor. Bottaki erkekler suya atlıyor ve botu taşıyarak sahile yanaştırıyorlar. Bir kez daha ölümün kıyısından dönen aile Kos’tan önce Atina’ya gönderiliyor. Atina’dan Selanik’e geçiyorlar. Yürüyerek Makedonya sınırını geçiyor ve Gevgeli tren istasyonuna geliyorlar. Her şeye rağmen gülümseyebilen Hindri sürekli aynı cümleyi tekrarlıyor: “Çok işkence çektik.”

Haberin Devamı

Utanç ekspresinde meçhule yolculuk

Dünyanın dört bir yanından ‘daha insanca bir yaşam’ hayaliyle gelen bu insanların yolu Makedonya’nın Yunanistan sınırındaki Gevgeli’de kesişiyor.

‘Mühendistik, paramız vardı’
Üstleri toz toprak içerisindeki çoğunluktan temiz giyimleri ile ayrılan 3 kişilik bir aile dikkatimizi çekiyor. Suriye’nin Halep şehrinden 11 aylık bebekleri Can ile gelen çifte hikâyelerini soruyoruz. Son derece akıcı bir İngilizce ile hikâyelerini anlatmaya başlıyorlar: “Halep’te mühendistik. Evimiz, paramız her şeyimiz vardı. Savaş yüzünden ülkemizi terk etmek zorunda kaldık. Yola çıkarken tek bildiğimiz Batı’ya gideceğimizdi. Önce Türkiye’ye geçtik. Türkiye’de Bodrum’dan kişi başı 1000 dolar vererek botla Kos Adası’na vardık. Sonra yürüyerek sınırı geçtik. Bu sırada Can rahatsızlandı Şimdi Sırbistan’a, ardından Macaristan, Avusturya’ya ve Almanya’ya geçeceğiz. Sonra ne yaparız bilmiyoruz.”

‘Çabuk çabuk’
Ailenin az ilerisinde oturan siyahi gençlere doğru ilerliyoruz. Gençler, Afrika’dan ‘daha iyi bir yaşam’ için yola koyulduklarını anlatıyorlar. Yaşları 20 ila 30 arasında değişen gençlerin yolları İstanbul’da kesişiyor. “Ne iş yaptınız İstanbul’da?” diye sorduğumuzda “Çabuk çabuk” yanıtını alıyoruz. İstanbul’da inşaatlarda çalışırken ustalarının sürekli ‘çabuk çabuk’ demesi nedeniyle yaptıkları işe ‘çabuk çabuk’ diyen gençlerin amacı Suriyelilerden biraz daha uzak: ABD.

Haberin Devamı

‘İşten önemlisi orada hukuk var’
Ağaç gölgesindeki plastik masaya bebeğini yatırmış bir ailenin yanına gidiyoruz. 55 yaşındaki terzi Ahmet Halid’in 7 kişilik ailesi ile 25 yaşındaki Abdullah’ın 4 kişilik ailesi bir ay önce Şam’dan yola çıkıyorlar. Türkiye’den sonra gece gündüz demeden 8 gün, günde 15 saat yürüyen aileler, sonunda Makedonya sınırına geliyorlar. Yolda Abdullah’ın 3 aylık oğlu Bervaj hastalanıyor. Hedefleri Almanya’ya gitmek. “Ne olacak gittiğinizde?” diye sorduğumuzda yanıtları çarpıcı: “Tanıdık var, iş var ama en önemlisi hukuk var, hak var.” Afganistanlı Ebu Bekir’in de son durağı ise Almanya olacak. Ebu Bekir’in “Neden Almanya?” sorusuna yanıtı da Suriyeli Ahmet ve Abdullah’a çok benziyor: “Daha iyi bir yaşamım olacak.”

Haberin Devamı

Nefes almak bile imkânsız
Saat 15.00 gibi birden bir hareketlilik yaşanıyor. Trenin gelmesine henüz 2 saat varken yaşanan heyecana anlam veremiyoruz. Sonra anlıyoruz ki herkes kendi ‘memleketlisi’ ile kümesini oluşturmuş ve trene binebilmek için istasyonda ‘yer tutuyor’. Şerif ailesi ve yanındakiler “Siz de binecek misiniz?” diye soruyorlar. “Evet” dediğimizde, “Tamam siz bizimle gelin” diyorlar, “Tamam” diyoruz. Gevgeli’ye gelmeden önce okuduklarımız trene binebilmenin neredeyse ‘mucize’ olduğunu gösteriyor. Bu nedenle bizim de mülteciler gibi ‘desteğe’ ihtiyacımız var.
Tren tarifeli olduğu için binerken bilet almak gerekiyor. Saat 15.30’da açılan gişede, 349 denar (18 TL) olan biletler hızla tükeniyor. Ve beklenen an. Trenin durması ile büyük bir arbede başlıyor. Çocuklar, erkekler, çantalar havada uçuşuyor. Kadınların çığlıkları birbirine karışıyor, kavgalar çıkıyor.

Arbede yaşanıyor
Önde bekleyen erkekler birden açılıyor ve araya kadınları almaya çalışıyorlar. İçeri ilk giren adam kadınları trene çekiyor. O sırada trene binen bir diğeri kendisine yukarıdan uzatılan çocukları alıyor. Arbede yaşanıyor. Vagona binmek isteyen ‘yabancılar’a izin verilmiyor. Onlar itiliyor, itilenler kadınları itiyor. Araya sıkışanların çığlıkları, “Çocuğum” diye feryat edenlere karışıyor.

‘Bindik, bindik’
Tüm bunları takip ederken bir yandan da önümdekileri iteleyerek trene iyice yaklaştığımı fark ediyorum. Trene ilk tırmanan “Gel” deyip elini uzatıyor ve beni trene çekiyor.
İçerisi mecazi anlamda değil gerçek anlamda fırın gibi sıcak. Nefes almak bile neredeyse imkânsız. Trene binmeyi başaran Hindri sevinç içerisinde gelip bana sarılıyor ve “Bindik, bindik” diyor.

Haberin Devamı

Utanç ekspresinde meçhule yolculuk

YARIN
- Cehennem sıcağında 5 saatlik tren yolculuğu
- Suriyeli taklidi yapan Türk ‘mülteci’