Yazarlar AB ateşle oynuyor

AB ateşle oynuyor

01.09.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

AB ateşle oynuyor

AB ateşle oynuyor

Şükrü ELEKDAĞ

AVRUPA Birliği (AB) ateşle oynuyor. Bir yandan, Kıbrıs Türklerine ve Türkiye'ye karşı önyargılı bir tutumla Kıbrıs sorununun çözümünü engelleyici bir tutum sergiliyor, öte yandan da, Türkiye'yi Kıbrıs konusunda tam bir çatışma rotasına girmeye zorluyor...
AB, bu hatalı yolda yürümekte ısrar ederken, Washington'un gerçekçi ve sağduyulu tavsiyelerini de duymazlıktan geliyor. Başkan Clinton'un Kıbrıs Özel Temsilcisi Richard Holbrooke, ABD'nin yaklaşımını şöyle belirtmişti: "Kıbrıs'la birlikte Türkiye'ye de AB'ye tam üyelik perspektifi verilmesi bu soruna bir çözüm bulunmasında yapıcı bir unsur olur."
Bu görüş, geçen hafta ortasında AB Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Rubin tarafından bir kere daha dile getirildi. Ancak, aradan çok geçmeden AB Başkanlığı bir açıklama yaparak tutumunu değiştirmeyeceğini vurguladı ve KKTC ile Türkiye'ye sert mesajlar verdi.
Açıklamada, BM gözetiminde başlayan Kıbrıs sürecinin Montreux'de yapılan ikinci turunun çıkmaza girmesinden Türk tarafı sorumlu tutuluyor, sonra da, Denktaş'ın, Kıbrıs Rum Yönetimi (KRY) ile bir daha görüşme masasına oturmasının önkoşulu olarak AB'nin KRY ile tam üyelik müzakerelerini dondurmasını ileri sürmüş olması "kabul edilemez" olarak niteleniyor ve KRY ile müzakerelere önümüzdeki yılın başında başlanmasına ilişkin kararın en yüksek düzeyde alındığı belirtilerek bunun değişmeyeceği vurgulanıyor.
Esasen, artık bu aşamadan sonra, AB'nin, istese de bu kararından dönmesi hayli güç görünüyor. Zira, Avrupa eğer Kıbrıs Türklerini memnun edecek bir adım atarsa, bu takdirde Rum tarafı müzakerelerden çekilecek... Dahası, böyle bir gelişme halinde, Atina da, AB'nin genişleme sürecini veto edecek...

Başbakan Yardımcısı Ecevit'in 20 Temmuz'da KKTC'yi ziyareti sırasında yayınlanan ortak açıklamada, 20 Ocak Demirel - Denktaş deklarasyonu doğrultusunda, "KRY ile AB arasındaki tam üyelik sürecine koşut olarak, Türkiye ile KKTC arasında ekonomik ve mali bütünleşme, güvenlik, savunma ve dış politikada ortaklık esasında, kısmi bütünleşmeyi ...adım adım uygulamaya koymayı gerekli görmüşlerdir" denilmektedir.
Bu durumda, KRY ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlamasıyla birlikte, Türkiye'nin de KKTC ile bütünleşme yolunda adımlar atması gerekecek, bu da Kıbrıs'ın kesin ve nihai olarak bölünmesi sonucunu doğuracaktır.
Bu nedenle, Ankara, TBMM tarafından da oybirliğiyle onaylanan Demirel - Denktaş deklarasyonunun, AB ve KRY'ye karşı kullanılacak ciddi bir koz olduğunu düşünmüştür. Ancak, gelişmeler, bu belgenin beklenen etkiyi yapmadığını ortaya koymuştur. Bu da, şu soruları ister istemez akla getiriyor:
Yoksa, KRY ile AB, Ada'nın kesin ve nihai şekilde bölünmesini göze mi aldı? Türkiye ile KKTC'nin bütünleşme yolundaki kararlarını hiç umursamaz görünmelerinin esas nedeni bu mu?
Kanımca bu soruların gerçek yanıtını, Türkiye'nin devlet olarak kaybettiği "inandırıcılık" vasfında aramak gerekiyor. Muhataplarımız, bizi şöyle değerlendiriyor. "Türkler, çok konuşur, çok laf eder, ama söylediklerini gerçekleştiremezler. Batı'dan gelecek politik ve mali baskılara karşı zaafiyetlerini bilirler. Bu nedenle, hesaplı risklerin dahi altına girmekten korkarlar. Bırakalım, şimdi ileri geri konuşsunlar. Zamanı gelince gerekli baskıyı yaparak Ankara'yı sindirir, KKTC ile bütünleşme önlemlerini engelleriz."
Diğer taraftan, S - 300 füzelerinin Rum kesimine yerleştirilmeleri, Kıbrıs sorununa tehlikeli yeni bir boyut kazandırıyor. S - 300'ler, Baf'ta inşa edilen hava üssünde konuşlanacak uçaklara hava örtüsü sağlayarak ülkemize karşı yeni ve kayda değer bir hava tehdidinin oluşmasına yol açacak, Türkiye'nin hava harekatını kısıtlayacak ve bölgedeki askeri dengeyi etkileyecek bir kabiliyete sahip bulunuyor.
Bu analiz, görüştüğümüz en üst kademelerdeki Genelkurmay yetkilileri tarafından doğrulanıyor. Ancak, komutanlar, Çiller gibi "Ada'ya getirilmeleri halinde S - 300'leri vururuz" gibi "sallapati" laflar etmiyorlar. Türkiye'nin bu yeni tehdide lakayt kalamayacağını belirttikten sonra "karar siyasi mercilerindir" diyorlar.

Türkiye'nin dünya gözünde "inandırıcılık" vasfını kaybettiğini belirtmiştik. Oysa, Ankara, Kıbrıs konusunda son derece kararlı. Çizdiği hareket hattını Meclis'ten de geçirerek kendini sıkı sıkıya bağlamış. Her şey, AB ile Türkiye'nin tam çatışma rotasında olduğuna işaret ediyor. Bu durumda, AB'nin KRY ile üyelik müzakerelerine başlayacağı 1998 başında Ada'da gerginlik tırmanacak. KRY'nin, S - 300 füzelerini topraklarında konuşlandırmakta ısrarlı olması da havayı büsbütün kızıştıracak.
Ufukta şekillenen bu ciddi krizi önlemekte ABD'ye önemli bir görev düşüyor. Zira, Atina ve KRY'ye söz geçirebilecek ve Almanya'yı Türkiye'nin AB üyeliğine ikna edebilecek yegane güç odağı ABD. Bir daha seçime girmeyecek olması nedeniyle etnik lobilerin baskılarına duyarlılığı azalan Başkan Clinton, halen daha yansız ve etkili bir politika izleme imkanına sahip bulunuyor.
Bakalım Clinton yönetimi bu fırsatı değerlendirebilecek mi?

Yazara Email S.Elekdag@milliyet.com.tr