Yazarlar Asker ve siyaset

Asker ve siyaset

30.06.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:

Asker ve siyaset

Asker ve siyaset

Ali Sirmen

ARTIK onu, normal ölçütlerle yargılayıp, anlayamazsınız. Çünkü o bütün denetimini yitirmiş durumda; battıkça batacak, battıkça daha umutsuz çılgınca işler yapacak.
Tansu Çiller'in bu davranışında şaşılacak bir yan yok. Çünkü bu herhangi bir düşüş değil. Bu düşüşün ardından Çillerler için neler olacağını şimdiden kestirmek güç.
O yüzdendir ki, sözlerini dinlerken, irdelerken bütün bu hususları göz önünde bulundurmak gerek.
Yine o yüzdendir ki, Tansu Çiller'in Amsterdam'da orduyu eleştiren sözlerinin üzerinde fazla durmayabilirsiniz. Ancak sözü geçen eleştirinin ve benzerlerinin, başka zaman ve yerlerde, başka kişiler tarafından da ileri sürülmüş olması, bunların ciddi biçimde irdelenmesini zorunlu kılmaktadır.
Çiller, ordunun siyasetin dışına çekilmesi gerektiğini söylüyor ve Atatürk'ün Cumhuriyet'in kuruluş aşamasında bunu yaptığını, siyaset ve silah arkadaşlarına bu ikisinden birini tercih etme yolunu gösterdiğini vurguluyor.
Bu görüşe ve ilk kez doğru olarak serdedilmiş olan tarihi saptamaya katılmamak olanaksız. Gerçekten de iyi işleyen bir sistemde, ordunun kışlasındaki işlevi dışında bir işlevi olmaması idealdir.
Sistemin iyi işlemesini kurumların yerli yerine oturmasını sağlayacak olan ise Genelkurmay Başkanı veya ordunun mensupları değil, siyasetçilerdir.
Demek ki, ordunun siyasete karışmaması için sistemin normal olarak işlemesi, karşılaşılan güçlükler ve tehlikelerin sistemin sınırları içinde aşılabilmesini sağlamak üzere, kurumların yerli yerinde, işlevlerini yerine getirecek biçimde sağlam kalmaları gerekir ve bunu sağlamak da politikacının görevidir.
Başka bir deyişle ordunun siyaset dışında kalmasında iş orduya değil, siyasetçiye düşüyor.
Siyasetçi, "ben ne yaparsam yapayım, istersem ülkeyi, sistemi, ulusal bütünlüğü tehlikeye atayım, dilersem insanları yapay bir şekilde, haksız mesnetsiz suçlamalarla inananlar - inanmayanlar diye ikiye ayırayım, ama ordu yine karışmasın" diyemez. Derse de karşısında kamuoyu ile bütünleşmiş olarak orduyu bulur. Çünkü herkes bilir ki, vatanı korumakla görevli olanlar, korunacak vatan kalmayacak biçimde onun, elden gitmesine de göz yumamazlar.
Nitekim Türkiye'de hep öyle olmuştur ve askerlerin siyasete karıştıkları her durumda, olayın siyasi sorumluluğu, en hafif deyimiyle, en az askeri sorumluluğu ile aynı düzeyde bulunmuştur.
Dönüp bakınız geçmişteki her üç akseri darbenin ardında da, kamuoyunun desteği vardır. Zaten o olmadığı zaman da, (Talat Aydemir'in iki olayı) girişim anında siviller tarafından, siyasi iktidarın emrindeki ordu aracılığıyla, sivil emirlere uygun biçimde, bastırılmıştır.
Eğer gerçek bir demokrasiyi sahiden istiyorsak, bu gerçekleri görmek zorundayız.
Refahyol iktidarı sırasında ise, ordu Türkiye'deki sivil uyanışın içinde tıpkı bir sivil toplum örgütü gibi, uyarılarda bulunarak bu tehlikeye karşı uyarı grevini yapmıştır.
Türkiye'de son dönemlerde yaşananlar, siyasete balıklama dalmayı isteyen askerler olmuş olsaydı eğer, onlara bir değil, birçok kez bu olanağı altın tabak içinde sunma anlamını gelen ortamı doğurmuştur.
Bunların sorumlusu ise, Erbakan ve bizzat Çiller'in kendisidir.
Sen hem dini siyasete ve kişisel çıkarlara alet edeceksin, hem binbir türlü pisliğin üstünde iktidar eyleyeceksin, hem demokrasiyi şirazesinden çıkaracaksın, devlet rejim ve gelecek konusunda en büyük tehlikeyi, tehdidi oluşturacaksın, hem de herkese haykıracaksın:" Siz karışmayın!"
Yağma yok!
Daha doğrusu yağma vardı da bitiyor ne haber!

Yazara Email A.Sirmen@milliyet.com.tr