Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Candan Erçetin müzikte 20’nci yılını bir Türk Sanat Müziği albümüyle kutluyor. Erçetin son zamanlarda çok aşk şarkıları yazmıyor ama aşktan vazgeçtiğinden değil bu, “Aşktan vazgeçmek insanı yaşarken öldürür” diyor: “Hayatı tek başıma göğüsleyebilirim ama bu birine yaslanmaya ihtiyacım yok anlamına gelmiyor”

Bir insanı CD’den dinlemekle konserde izlemek bu kadar fark ettirebilir mi? Candan Erçetin müzikte 20’nci yılını Harbiye Açıkhava’da verdiği konserlerle kutladı. Evet, her zaman çok iyi bir sesi ve yorumu vardı ama bu duygu alışverişi ancak göz göze baktığında mümkün olabiliyor. O zaman “Soğuk bir kadın mıymış, mesafeli miymiş, sert miymiş” gibi üzerine yapışmış yaftaların hepsinin hikaye olduğunu görüyorsunuz çünkü çıplak ayak şıkır şıkır oynayan bir Trakyalı kız izliyorsunuz. Ya da kendisine teselli olsun diye yazdığı aşk şarkısıyla hepimizin yüreğine tek tek dokunan duygu dolu bir kadın...

Bildiğim, gördüğüm Candan Erçetin ise arada kocaman kahkahalar patlatan, müthiş matrak ve eğlenceli biri. Galatasaraylılar Derneği’nde buluşup mektep dayanışmasının da etkisiyle, 10 yıl önce yine bir röportajda bıraktığımız sohbetimize hiç zaman geçmemiş gibi, adeta kaldığımız yerden devam ettik.

-Sizinle daha önce 10’uncu yılınızı kutlarken konuşmuşuz. Ben nasıl geçti 10 yıl anlamadım. Sizin için nasıldı?

Aslına bakarsan ben de sayınca anladım, epeydir yılların çok çabuk geçtiğinin farkındayım ama bu kadarı da fazla. Sanırım iş, güç, hayat gailesi, eş dost derken hayat akıp gidiyor. Son 10 yıla dönüp bakınca, önce babamı, sonra annemi ve zamansız ölen çok yakın dostlarımı gömdüğümü, yaklaşık beş yılımı en yakınlarımın kanserle savaşında başhemşire olarak geçirdiğimi, iki yıl arayla iki böbreğimden taş düşürdüğümü ve bunların yanı sıra ortalama 500 konser verdiğimi, beş albüm yaptığımı, iki albümün yapımına katkıda bulunduğumu, iki filmin uygulayıcı yapımcılığını ve müziklerini yaptığımı, sekiz farklı albüme birer şarkı söylediğimi, vakıf ve dernek çalışmalarımı sürdürdüğümü hatırladım.

-O zaman “Şimdiden yorgunum. Gözüm kozamı saracak kuytu bir köşe aramıyor değil” demiştiniz. Şu anki hisleriniz neler?

Kozamı saracak, kendimi dinleyecek ve iyileştirecek kuytulara hâlâ ihtiyaç duyuyorum. 2007’den beri Trakya’da bir köy evim var, kuzularım, keçilerim, kazlarım, tavuklarım ve bir eşeğim var. Mevsimine göre domates, biber, patlıcan, pırasa, lahana ekiyorum; ektiklerimle yemekler yapıyorum, kışlık domates kavanozları hazırlayıp turşular kuruyorum. Şehrin kızgın ve yorgun enerjisinden kaçıp beni her uzaktan gördüğünde “Şeker var mı?” diye anıran eşeğime gülerek yapmacıklıktan ve hırstan uzak bir kozanın içine giriyorum.

“İstanbul’a her dönüşümde içime bir sis bulutu çöküyor”

-Hayatınızın ne kadarı orada geçiyor? Niyetiniz bir ara şehirden elinizi eteğinizi çekmek mi?

Gitme sıklığım ve kalma sürelerim yıllara göre değişiyor. Bazı yıl aralıklarla altı ay köydeyim bazen de ancak iki-üç ay geçirebiliyorum. İstanbul’a her dönüşümde içime bir sis bulutu çöküyor ama şimdilik “elimi eteğimi” çekmekten söz edemiyorum.

-Her beş yılda bir çıkardığınız “özel” albümlere Türk Sanat Müziği ekleniyor şimdi...

Türkiye’nin farklı yabancı kültürleri içinde yetişmiş çocuklarındanım. Bu kültürleri tanımak birikimimi renklendirdi ve zenginleştirdi ama Türk kültürü ve gelenekleri ile büyütüldüm. Her beş yılda bir yaptığım anı albümleriyle, beni oluşturan farklı kültürlerin Türkiye’yi de etkileyen şarkılarını modern düzenlemelerle müzik tarihine kaydetmek istedim. Ancak içime işleyen, duygularımı harekete geçiren ve beni mutlu eden kendi kültürümün şarkılarını söylemezsem kendimi tam ifade edememiş olurdum. Korkarım bu albümler kendimi ve geçmişimi temize çekmekle alakalı. Önemli bir sebep de şarkıcılığı geliştiren farklı gırtlaklar üzerine çalışmak tabii ki. Bu beni hem zorluyor hem değiştiriyor hem de rehavete kapılmamı önlüyor.

-Hangi şarkılar olacak albümde?

13 şarkı seçtim ve bu şarkıların hiçbirini öğrenmem gerekmedi, zaten biliyordum çünkü evimizde dinlenen, çalınan, söylenen şarkılardı. Hatta “Ben Gamlı Hazan” ağabeyimin orkestrasıyla dokuz yaşındayken sahneye çıktığımda söylediğim üç şarkıdan biridir. O güne ait fotoğraf da ilk albümün kartonetinde yer alıyor. “Ölürsem Yazıktır Sana Kanmadan”, “Silemezler Gönlümden”, “Unuttun Beni Zalim”, “Ne Senin Aşkına Muhtaç Ne Esirin Olacağım” albümde yer alan şarkılardan bazıları.

“Konserde daha iyi, daha farklı olmayacaksam herkes evinde oturup CD dinler”

-Kendi şarkılarınızı da yazmaya devam ediyorsunuz değil mi? Sıfır şarkılardan oluşan yeni bir albüm için umutlanabilir miyiz?

Kesinlikle umutlanabilirsiniz, bu “ara albümler” yeni şarkılar yazmamı hiçbir zaman durdurmadı hatta tam tersine bana farklı tecrübeler katıp müziğe bakışımı tazeledi.

-Son yıllarda daha çok kendini ve toplumu “sorgulayan” şarkılar yazdınız. Ne oldu, aşktan vaz mı geçtiniz?

Aşktan vazgeçmek insanı yaşarken öldürür; “aşk”tan vazgeçemem ama başka konular girdi araya.

-Ben çok uzun zamandır sizi konserde izlememiştim. Gerçekten her şarkı içime işledi. Konser performanslarınızı albümdekinden daha iyi buluyor musunuz siz de?

Zaten öyle olmalı. Yani benim bütün çabam bunun üstüne. Konserler için
“CD gibi çalıp söylüyorlar” tabirini kötü performans olarak nitelendiriyorum. Konserde daha iyi, daha farklı olmayacaksam herkes evinde oturur, ayağını uzatıp, CD’sini koyup dinler. Yeni bir şarkıyı albüm için en fazla 30-40-50 defa söyleyebiliyorum ve bunu en uzun sekiz ay ile bir yıl içinde yapmak zorundayım. Bir de stüdyoda bir şarkı ile ilgili sadece kendi duyguma hapsoluyorum. Halbuki konserlerde aynı şarkıyı yüzlerce defa söylemiş oluyorum, dinleyicinin duygusunu kendi duygumla harmanlayıp yıllar içinde bazı şarkılara farklı anlamlar yükleyip değişik boyutlar kazandırma şansım oluyor.

-Fransız şansonları söyleyen esrarengiz ve mesafeli kadın mı, konserde şıkır şıkır oynayan Trakyalı kız mı, hangisi daha çok “siz”siniz?

Mesafeden anladığımız şayet ciddi ve prensipli olmak ise bunu kabul edebilirim ama mesafe deyince benim gözümün önüne diğer insanlara uzak duran hatta tepeden bakan biri geliyor ki ben o kişi değilim çünkü kimseyi küçümseyecek bir durumum yok.

“İnandığım yoldan dönmeden, denemeyi ve beklemeyi seçtim”

-“Soğuk kadın” imajı peşinizi bırakmıyor bir türlü. Bundan şikayetçi misiniz?

Kabullendim artık, beni tanıyanlar öyle olmadığımın yakın şahitleri ama hepimiz çoğunluğun algısına saygı duyuyoruz ve bunun aksini ispat etmek için çırpınmıyoruz.

-Bence soğuktan ziyade çok güçlü görünüyorsunuz. Hayatı dışarıdan göründüğü kadar tek tabanca göğüsleyen biri misiniz?

Evet, sanırım öyleyim. Hayatı tek başıma göğüsleyebilirim, en büyük olaylarda ayakta kalıp her detayı organize edebilenlerdenim ancak bunları yapabiliyor olmak birine yaslanmaya ya da bir omuza başımı koymaya ihtiyacım olmadığı anlamına gelmiyor. Tabii ki ben de hayatın yükünü paylaşmak isterim ama herkesle değil.

-Konserde bazı yapımcıların ilk yıllarınızda “Bu kızı kimse dinlemez” dediğini anlattınız. Onları hatırlayınca ne hissediyorsunuz bugün? İnceden bir “günlerini gördüler” duygusu var mı?

Evet dediler, haklı da çıkabilirlerdi, yolun en başında bu işi bildiğini varsaydığınız kişilerin bu tür yorumları tabii ki sarsıcı ama ben moralimi bozmadan ve inandığım yoldan dönmeden, denemeyi ve beklemeyi seçtim.
Bu yol dikenli bir yol. Yolun bir yerlerindeyim ve her yerim çizik, yara bere içinde ancak ben öç alarak, başkalarına yenilgilerini hatırlatarak, zafer çığlıkları atarak mutlu olabilen biri değilim.

“Zifiri karanlıkta bile toplu iğne ucu kadar ışık bulurum”

-Hayatta sizi besleyenler neler? Hayata umutla devam edebilmek için güç verenler...

Hayatın ta kendisinden besleniyorum, yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım, kafama taktıklarım, yapamadıklarım bazen de yapabildiklerimden, sevdiklerim hatta sevmediklerimden. İçimde bitmeyen bir umut kaynağı var, zifiri karanlıkta bile toplu iğne ucu kadar bir ışık bulup ona tutunuyorum ve o ışığın büyüyüp beni ve etrafımdaki karanlığı aydınlatmasını sabırla bekliyorum. Hayatı durdurmak mümkün değil, madem öyle,
bana biçtiği sürenin sonuna kadar
buradayım, gelsin üstüme.

-Önümüzdeki 10 sene için hayalleriniz, planlarınız neler?

Vallahi plan yok. Hayaller ise bitmez, mesela bir yemek kitabı yazmak, yeni şarkılar hatta eğlenceli birkaç şarkı yapmak, yıllardır yaptığım turşuyu eşe dosta dağıtmanın ötesine taşımak, hayvan pansiyonu açmak, roman yazmak, şarkı söylemeyi bıraktıktan sonra belki siyaset. Gördüğün gibi hayal yelpazem gayet geniş ve ben bunların hepsini ayrı ayrı düşünüyorum.

“Bugün artık herkes kendi kendisinin starı olabiliyor”

-Hayatınızı anlatırken köpeklerinizi de ailenin birer ferdi kabul ediyorsunuz. Kaç çocuğunuz var şimdi?

İstanbul’da iki Alman kurdu, iki Yorkshire terrier, köyde dört Alman kurdu, bir golden retriever, bir de sokaktan aldığımız prensesimiz var. Toplam
10 ediyor.

-Bir vokal ve perküsyon atölyesi açtınız. Ne amaçla, açtınız Cep Sahne’yi?

Yapım gereği çeşitli kuşakları okul, iş ve günlük hayatlarında gözlemliyorum. Özellikle büyük şehirde sıkışıp kalan, giderek mutsuzlaşan insanları, trafikte daha çabuk kızan ve aynı arabada oturup birbiriyle hiç konuşmayan, kendine çıkış yolu arayan yetişkinleri görüyorum. Bu öyle yılda bir kez tatil yaparak giderilebilecek bir mutsuzluk değil. Eğitim sistemimiz de insanlarımıza kişisel gelişim kapılarını hiç açmıyor. Benim fikrime göre herkes en azından haftada bir gün müzik yaparak ya da dans ederek kendini mutlu edebilir. Yola çıkış noktam bu oldu, yetişkinlerin bilgisayar başından kalkıp sosyalleşeceği, yeteneklerini keşfedebileceği ya da geliştirebileceği, kızgın enerjilerini şarkı söyleyerek ya da perküsyon çalarak atıp evlerine daha sakin dönebilecekleri ortak çalışma alanları oluşturduk. Adına Cep Sahne dedik. Yani herkesi sahneye çıkarıyoruz çünkü bugünün dünyasında artık herkes kendi kendisinin starı olabiliyor, teknoloji buna izin veriyor. Biz sadece bunu yapabilecekleri fırsatı yarattık.

-Ders verecek misiniz?

Bu eylül öğretmenlikte 21 yılı geride bırakıyorum, tabii ki Cep Sahne’de de ders vereceğim ancak bu her hafta periyodik
değil, iki-üç ayda bir açacağımız özel atölyeler şeklinde olacak. Kaldı ki sadece ben değil, birçok dostum da çeşitli özel atölyelerde farklı tecrübelerini paylaşacaklar.

“Tofu-yeşil çay kadını değilim”

-Konserde o kadar güzel görünüyordunuz ki ne yiyip içtiğinizi, kendinize nasıl baktığınızı merak ettik hep beraber...

Değişik dönemlerde uzun süreli farklı diyetler deniyorum, bir ara 2.5 yıl kadar peynir yemedim, iki yıl hiç ekmek yemedim. Sonra tekrar yemeye başladım. Son bir yıldır yaptığım bir diyet var, hayatımda buğday ve tahıl hiçbir şekliyle yok, süt ve sütle yapılmış gıdalar yok, şeker ve şekerli mamuller zaten yıllardır yok, sebze ağırlıklı, protein içeren gıdalarla besleniyorum. Ama bütün bu diyetlerin fayda edebilmesinin tek şartı hareket etmek, spor
ya da yürüyüş yapmak.

-Çok da güzel yemek yaptığınız bilinir üstelik. Hâlâ formül dolapta bulundurmamak ve yememek mi? Yoksa çiftlikte sofralar kuruluyor mu?

Dolapta yiyecek bulundurmamak her koşulda işe yarayan bir formül. Ancak ben yemek yapmayı ve yenip içilen kalabalık sofraları çok seven biriyim. Üstelik tofu-soya sütü-yeşil çay kadını da değilim. Buyur sana çelişki. Son yıllarda mevsiminde yetişen sebzelerle sevdiğimiz yemeklerin, damak zevkimizden vazgeçmeden nasıl daha yararlı, şekeri dengeli ve kalori kontrollü yapılabileceği üzerine kafa patlatıp denemeler yapıyorum. Kurduğum sofralarda da közlenmiş patlıcanla yapılan karnıyarıklar, ekmek yerine sebze kullandığım köfteler, evde yaptığım pekmezle hazırladığım tatlılar-dondurmalar yer alıyor. Şarkı söylemekten vakit bulabilirsem bir ara bu tarifleri bir kitapta toplayıp paylaşmak istiyorum.

“Beyaz son programda lafını atıp gitti, cevabı hak ediyor”

-Beyaz’la “Git” atışmanız çok eğlenceli ve siz biraz ciddi algılandığınız için de sürpriz oldu. Nasıl başladı o?

Başlangıçta cevap verme fikri benimdi ama gerçekleştirme kısmı daha değerli bence çünkü benim bunun gibi sonuca ulaşamamış milyon tane fikrim oldu. Ortaya konan mizah zekice ve samimiyetle yapıldığı için bu kadar eğlendirdi diye düşünüyorum. Ayrıca çok yorulmama rağmen ben de çok eğlendim, sanırım beni bu kadar ciddi gösteren, söylediğim şarkılar; yoksa Beyaz’la atışan kadın da benim içimde. Belki de onu biraz daha öne çıkarmam lazım.

-Şimdi sıra sizde, cevap hakkınızı kullanmayı düşünüyor musunuz?

Evet, cevap hakkımı kullanmak istiyorum zira Beyaz son programda lafını atıp gitti, cevabı hak ediyor.

Şarkıların hikayeleri

-“Elbette”:Belki ilerde bir gün anlatacağım ama şimdilik bende kalmasını arzu ettiğim hayati bir hayal kırıklığını yenebilmek için kendime yazdığım telkin sözleridir. Bu kadar yayılabileceğini hayal dahi edemezdim.

-“Melek”:Bir dönemimde içine düştüğüm bir kısır döngüden çıkmak için bu sözlerle bir melek çağırdım ve geldi ya da bana öyle geldi ama işe yaradı.

-“Meğer”:Tamamen gerçeklere dayanır. Çok hata yaptım, çok kösteklendim düştüm ama artık düşünce ağlamamayı öğrendim.

-“Git”:Olağanüstü bir Cemal Safi şiiri, okuduğumda hayran kaldım ancak aynı şiirin bazı kıtaları yıllar önce bir Orhan Gencebay şarkısında kullanılmıştı. Normalde şiirden vazgeçmem gerekirdi ama yapamadım, her şarkının kaderi farklıdır deyip ben de başka bir melodiyle söyledim.