Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bazı konular var, aslında hayatta inanılmaz yaygın ama sinemada mesela pek de fazla çıkmıyor karşımıza. Biraz lüks muamelesi görüyor, her şey bitti de sıra ona mı geldi gibi herhalde. Belli bir yaşa gelmiş ve çocuk doğurmamış kadınının hikâyesi onlardan. ‘Doğasının gereği olanı yadsımış’ kabul edilen bir kadının çok da anlatılacak bir yanı olmadığına mı inanılıyor acaba? Zaten denemelere bakılınca anlatılmasa daha mı iyi öte yandan… Çünkü anlatmak için önce anlamak gerek, öyle değil mi?

Başka Sinema salonlarında gösterime giren bir film var: “Başkalarının Çocukları” (Les Enfants des autres). “Başkalarının çocuklarını sevmek risklidir” diye başlıyor tanıtım metni. Ne olabilir çünkü? Hep çemberin dışında kalırsınız. Hiçbir zaman onların gerçek annesi ya da babası değilsinizdir, kurduğunuz bağ da kan bağı olmadığı için daha az değerlidir. Öyle midir peki gerçekten?

Haberin Devamı

Fransız yazar - yönetmen Rebecca Zlotowski, prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan beşinci filmi için kendi deneyimlerinden yola çıkmış. Bu da o kadar belli ki zaten, ancak içeriden bir yerden bu kadar sahici anlatılabilir bir mesele. Ve bu kadar şefkatli. Hem de bütün karakterlerine karşı.

Başkalarının çocuklarını sevmek riskli midir

Rachel (Işltısıyla göz alan Virginie Efira) 40 yaşlarında bir lise öğretmeni. Bekâr. Gittiği gitar kursunda Ali’ye (Roschdy Zem) âşık oluyor, Ali’nin dört buçuk yaşında Leila (Callie Ferreira-Gonçalves) adında bir kızı var. Müthiş tutkulu bir şekilde başlayan ilişki bir noktada Leila’nın da dahil olduğu bir sevgi çemberine dönüşüyor ve Rachel hayatında ilk kez kendi çocuğunu doğurma fikrini de kafasında evirip çevirmeye başlıyor. “Neden bu kadar geç kaldınız?” sorusunu ona soran ise jinekoloğu oluyor: “Ayları yıllar gibi düşünün ve acele edin”.

Bu arada Leila ile kurduğu bağ giderek güçleniyor, Rachel onun sorumluklarının önemli bir kısmını seve seve üstleniyor, aralarındaki ilişki “Rachel neden hep burada?” can acıtıcı sorusundan Rachel’in de içinde olduğu resimler çizmeye doğru ilerliyor. Leila’nın annesi Alice (Chiara Mastroianni) ile de nazik ve hoş bir iletişimleri var üstelik. Yetişkin dünyasının ezberleri devreye girmese hoş bir tablo. Ama işte o ezberlere göre onun adı ‘üvey anne’ ve hikâyedeki yeri belli, bir gün babasıyla ayrılacak olursa çocukla kurduğu bağ da kopmak zorunda.

Haberin Devamı

Bir aşkın başladığı, iki tarafın birbirinden büyülendiği, birlikte geliştiği ve gerilemeye başladığı safhaları, Rachel’in kalbinin heyecanla attığı ya da derinden kırıldığı anları öyle altını çizmeden, cümle kurmadan anlatıyor ki, film. Ne mutlu ki böyle bir hikâyeden “her kadın anne olmalıdır” alt metnine bağlanmıyor hiç. “Başkalarının çocuklarını sevmek risklidir, bu riski almayın, üzülürsünüz” de demiyor. Sevgiyle, bağlılıkla, birine emek vermekle, ait olmakla, sahip olmakla ilgili diyecek daha anlamlı sözleri var.

Yönetmen “Bu aşk mektubunu çekerken, çocuğu olmayan kadınlarla dayanışma içinde olduğumu hissettim,” diyor. Biz ise film arasında birbirini tanımayan üç kuşaktan kadın kapı önünde sohbet etmeye başladık. Herkesin konuyla ilgili bir duygusu, bir anlatacağı vardı. Çıkarken “Sevdiniz mi?” diye sorduk birbirimize, “Hayatın gerçeği” dedi birisi, gözünü sildi diğeri. Bir filmden daha ne beklenebilir ki, birbiriyle alakası olmayan insanlarda birbiriyle konuşma ihtiyacı doğurdu. “Barbie”, “Oppenheimer”, “Mission Impossible” üçgeninde gözden kaçacağı kesin de, kaçmasa keşke.